X

Bizi büyüten insanlarla kurduğumuz bağlar ve yeme bozuklukları arasında nasıl bir ilişki var?

Bu köşede yayımlanan hemen her yazıda, yeme bozukluklarının yemek ya da yememek arasında bir tercih yapmaktan çok daha fazlası olduğuna, bu rahatsızlıkların altında ciddi psikolojik ve toplumsal faktörlerin rol oynadığına dair ifadelerle karşılaştınız. Travmalardan, bedenimiz ile duygularımız arasında kopan köprülerden, mükemmeliyetçilikten ya da hepimizi sağlıksız yeme alışkanlıklarına sevk eden ve yiyecekleri sadece yiyecek olmaktan çıkarıp korkulması ya da utanılması gereken nesnelere dönüştüren dayatmacı zihniyetlerden bahsettik.

Gerek güzellik ve diyet “tüccarlarının”, gerek özensiz içerikler paylaşan mecraların toplumun hemen her kesiminden insanın zihnini nasıl bulandırdığını ve hepimizi aslında doğuştan sahip olmadığımız bedenlere kavuşturma sözüyle nasıl bir kısır döngüye soktuğunu anlattık. Bugün de yeme bozukluklarının psikolojik nedenleri arasında görülen bebeklikte ilk ilişki-bağlanma türlerinden konuşalım istedim.

Çeşitli kaynaklardan yararlanarak hazırladığım bu yazıda çoğunlukla klinik psikolog Traci Bank Cohen’in bu konu hakkında klinik çalışmaları ve düşüncelerini ele alacağız. Cohen’in çalışmalarından sonra vardığı sonuç şu oluyor: Bebeklikte bize bakan ilk kişi ya da kişilerle bağlar kuruyoruz ve bu bağların güvenli ya da güvensiz türde olması kendimizle ve hayatımızdaki diğer insanlarla aramızdaki ilişkilerin niteliğini belirliyor. Cohen, kadın hastalarının pek çoğunda bağlanma sorunlarının kendisini bozuk yeme alışkanlıkları ya da yeme bozuklukları şeklinde gösterdiğini fark etmiş. Diğer bir ifadeyle, bozuk yeme davranışına daha derinde yatan, genellikle içgüdüsel bir duygu yoksunluğunu gidermenin yolu olarak başvuruyoruz.

Bağlanma/ilişki türleri ile yeme bozuklukları arasındaki bağlantıyı nasıl görmemiz gerektiği ve bu kapsamda farklı bağlanma türlerinin neler olduğu sorusuna Cohen kısaca şöyle cevap veriyor: Modern dünyada eskisine göre bireysellik daha çok öne çıksa da toplumsal varlıklarız ve hayatta kalmak için başkalarıyla ilişkiler kurarız. Klinik terapilerde bağlanma meselesi bir kişinin kendisini, çevresini ve dünyayı nasıl gördüğü, nasıl ilişkiler geliştirdiği üzerinden ele alınır. Bakımımızı üstlenen ilk kişilere “bağlanırız” ve bu kişilerin ihtiyaçlarımıza nasıl cevap verdiği bizim de dünyayla ve yaşamakla nasıl baş ettiğimizi belirler.

Kısacası, bebeklikte kurduğumuz ilk ilişkileri içselleştirdiğimiz için bu ilişkilerin türü kendimizle olan bağlarımızın ne kadar kuvvetli ve sağlıklı olacağı üzerinde belirleyici bir rol oynar. Bağlanma türleri bir yaşımızda gelişmeye başlar ve dört yaşında daha belirgin bir biçim alır.

Bağlanma türlerine baktığımızda güvenli ve güvensiz olmak üzere iki farklı şekilde ilişkiler geliştirdiğimizi görüyoruz. Güvensiz bağlanma; kaygılı/endişeli, kaçıngan ve karışık/dağınık bağlanma türleriyle biraz daha karmaşık bir niteliğe sahip.

Güvenli bağlanmada bebeklikte bakımınızı üstlenen kişi sizinle yakından ilgilenir ve ihtiyaçlarınızın çoğuna içten, istikrarlı ve güven duygusunu aşılayacak şekilde yanıt verir. Yiyeceğe, rahatlatılmaya veya uyumaya ihtiyaç duyduğunuzda size bakan kişi –ki bu ebeveynliğinizi üstlenen kişi ve çoğunlukla annenizdir– utanmanıza ya da korkmanıza neden olmadan sizinle ilgilenir. Anneniz dışarı çıkacağını ama kısa süre içinde geri gelmiş olacağını söylediğinde geri gelmiştir. Bu türden güvenli bağlar geliştirerek büyüdüğünüzde diğer insanlarla da sağlıklı ilişkiler kurar ve onların size ihtimam göstermesinden kaçınmazsınız. Kendinize güvenirsiniz çünkü size bakan ilk kişi ya da kişiler bu halinizle değerli ve yeterli olduğunuz hissini size aşılamıştır, dolayısıyla kendinizi yetersiz, başkalarının sırtında bir yük olarak görmez, bu dünyada “fazla” olduğunuzu düşünmezsiniz.

Öte yandan güvensiz bağlanma türlerinde istikrar ve duygusal yakınlık bulamayız. Kaygılı/endişeli olarak tanımladığımız bağlanmada bebek genellikle kendisiyle ilgili kaygıları olan bir ebeveynle aynı yaşam alanını paylaşır ve ihtiyaçlarının zamanında ve gerektiği gibi karşılanıp karşılanmayacağından emin olmadan büyür. Bebeğin bakımını üstlenen kişi kendisiyle ilgili endişe duymadığında bebeğin yanında olacaktır ama “mükemmel” bir anne olamadığı için kendini suçladığından bebeğin yanında olduğu zamanlarda fazla müdahaleci ya da evhamlı davranabilir ki bu davranış şekli de bebek üzerinde boğucu bir etki bırakır. Sonuç olarak, bebek ona bakan kişiye yanında olduğu zamanlarda bağlanır fakat hep kendisini bırakıp gitme ihtimalinin de olduğu korkusuyla büyür. Bebeklikten çocukluğa geçişte “annem gitti, demek ki yanlış bir şey yaptım” düşüncesi zihninde yer etmeye başlar. Yetişkinlikte yakın ilişkiler kurmak ister ama terk edileceğinden ya da bu ilişkileri sürdüremeyeceğinden korkar.

Kaçıngan bağlanmada, bebek, ihtiyaç duyduğunda ona bakan kişinin yanında olmadığı hissiyle büyür. Endişeli bağlanmanın aksine bu bağlanma türünde ebeveyn bebeğin yanında olamadığı zamanlar için kendini suçlamaz; fiziksel ihtiyaçlar karşılanır fakat ebeveyn-çocuk arasında güvenli ve duygusal bir bağ gelişmez. Mesafeli davranan, bebeği kendisine yaklaştırmayan bir ebeveynle kurulan ilişkide kişi ihtiyaçlarının karşılanmayacağını ve sonradan hayal kırıklığı yaşamamak için başkalarıyla yakın ilişkiler kurmaması gerektiği fikriyle yetişir. Kısacası kendisini dünyadan uzak tutar ve bu tam anlamıyla bir savunma mekanizması gibi işler.

Kişi, duygularını deneyimlemekten kaçındığı ölçüde çevresindeki insanları uzağında tutabilir; hissetmeyi ve başkalarına ihtiyaç duyduğu gerçeğini yadsıyarak yaşamını olabildiğince dikkat çekmeden, diğer bir deyişle görünmez olarak devam ettirebileceğini düşünür.

Dağınık/karışık bağlanmada genellikle kaotik bir sistemin etkisi altında kalındığını, bir travmanın söz konusu olduğunu gözlemliyoruz. Travma, bebeklik/çocukluk döneminde kişinin kendi başından geçmiş olabilir fakat bakımını üstlenen ilk kişinin yaşadığı ve bir sonraki kuşağa taşıdığı travmalar olduğunu da bilmeliyiz. Bu bağlanma türünde, ebeveynler bebeğin ihtiyaçlarını karşılarken yeterince güven vermez, hatta korku hissinin yaşanmasına neden olurlar. Dolayısıyla, bebek ilk bakıcısına güvenip güvenemeyeceği konusunda kararsızlık yaşar ve ondan kendini sakınması gerektiği fikri oluşabilir. Dağınık/karışık bağlanan çoğu kadın sevgi ve suistimal edilme arasında kafa karışıklığı yaşamakta, değersiz olduğu hissinden ve sürekli diken üstünde yaşamaktan dolayı ilişkilerini sürdürmekte ciddi biçimde zorlanmaktadır.

Cohen, bağlanma türlerinin özelliklerini, geliştiği ortamı ve bunların bebeğin çocukluk ve yetişkinlik dönemlerindeki etkilerini analiz ettikten sonra yeme bozuklarıyla olan ilgisini bilhassa kendi danışanları üzerinden gözlemleme yolunu tercih etmiş.

Goop’la yaptığı söyleşide özellikle tıkanırcasına yeme bozukluğu ve kısıtlayıcı türdeki anoreksiya nervozayla mücadele eden kadınların bağlanma geçmişleri üzerinde duruyor.

Tıkanırcasına yeme epizotları yaşayan kadınların kendilerine bakan ilk kişi ya da kişilere çoğunlukla endişeli/kaygılı bağlandığı sonucuna varıyor. Bu bağlanma türünün etkisiyle kendilerini yetersiz ve değersiz görmeye koşullanmış kadınlar terk edilmekten o kadar korkuyorlar ki kendilerini bomboş kalmış hissediyorlar. Yeniden bütün olmak için yiyeceklere başvuruyorlar. Cohen, bu bozukluğu yaşayan hastaların gözünde yiyeceklerin her zaman yanınızda bulabileceğiniz eski bir dosttan farksız olduğunu belirtiyor: Onunla buluştuğunuzda, içinizdeki boşluk doluyor; hatta kendinizi rahatsızlık verecek kadar “doymuş” hissettiğinizde artık hayatınızdaki diğer olumsuzluklara ve farklı hislere yer kalmıyor. Tıkanırcasına yeme epizotlarından sonra kişi her ne kadar yaptığından utanç duyup kendini suçlasa da bir süre sonra içindeki boşlukla baş edemeyerek yeniden aynı tahrip edici davranışa yöneliyor.

Cohen, kaçıngan bağlanma ile kısıtlayıcı tipteki anoreksiya nervoza arasında göz ardı edilemeyecek bir ilişki olduğunu ifade ediyor. Kendisine danışan kadınlar arasında genellikle mükemmeliyetçi karaktere sahip olanların duyguları derinlemesine yaşamaktan kaçmak için kendilerini yiyeceklerden mahrum bıraktıklarını gözlemliyor. Bu kadınlar, üzerlerine yapışan “her şeyde iyidir ve ona gözümüz kapalı güvenebiliriz” imajını kaybetmemek ya da etrafındaki insanların beklentilerini boşa çıkarmamak zorunda hissediyorlar. Kendilerinin neredeyse hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı gibi yanlış bir algıya kapıldıklarından yiyecekler de dâhil olmak üzere kendilerini birçok şeyden mahrum bırakmaya yöneliyorlar. Herkesten ve her şeyden kaçabilecekleri düşüncesi bu kadınların en büyük yanılgılarından biri oluyor ve bu durum kısıtlayıcı tipteki anoreksiya nervoza da dâhil çeşitli ruhsal rahatsızlıklar ortaya çıkarıyor. Beni besleyen ve büyüten her şeyle bağımı kesmeliyim: Yiyecekler, ilişkiler, ihtiyaçlar, hisler, istekler ve hayaller.

Cohen kendisine yöneltilen “Bağlanma türünü değiştirebilir miyiz?” sorusuna temkinli yaklaşsa da bunun tamamen imkânsız olmadığını vurguluyor.

Kazanılmış/öğrenilmiş güvenli bağlanma şeklinde tanımladığı bağlanma türünde, hayatlarının ilk döneminde güvensiz bağlanan kişilerin çeşitli yöntemlerle daha güvenli bağlanmalar deneyimleyebileceğine inanıyor. Bastırılmış hislerin ne kadar ağır ve acı verici olsa da hissedilmesine izin verildiğinde, kişi, önce kendisiyle, ardından etrafındaki insanlarla ve dünyayla daha sağlıklı ilişkiler kurabiliyor. Kısacası iyileşmenin yolu bağlar kurmaktan geçiyor. Cohen, bu noktada kişinin güvenilir bir liman olarak görebileceği, hislerini koşulsuz ve saklamadan anlatabileceği bir terapistle yola çıkmasını öneriyor.

Yeme bozukluklarını yenmek için öncelikle bunların bir savunma mekanizması gibi çalıştığını ve kişinin belki de yıllarca bu mekanizmaya güvenerek hayatta kaldığı gerçeğini fark etmemiz lazım. Aslında zararımıza işleyen bu sistem, saf dışı bırakılması gereken bir alışkanlık olarak da görülebilir. Kişi duygularından kaçmayı bıraktığında ve böylece dünyada kendine daha geniş bir alan yarattığında yiyeceklerin ve bozuk yeme düzeninin dayattığı kısır döngüden kurtulabilir. Kısacası, duyguları hiçe saymak yerine onlara kulak vermek ve oldukları gibi kabullenmek gerekiyor. Duyguların kabullenmesi ve yeri geldiğinde bu duygular yüzünden acı çektiğini bilmesi, kişinin avuntu olarak başka bir şeye, yani yiyeceklere yönelmesini engelliyor; içinde bulunduğu duygusal boşluğun kendine fiziksel acı çektirerek geçmeyeceğini fark etmesini sağlıyor.

Cohen son olarak yeme bozukluğu yaşayan kişilerin içgüdüsel beslenmeyle duyguları ve bedenleri arasında yeniden bağ kurabileceğini, bu sayede bedenlerini ihtiyaç duyduğu ölçüde ve zamanda beslemeyi öğreneceklerini belirtiyor. (Öte yandan, yeme bozukluğu yaşayan ve halen tedavi sürecinde olan kişilerin içgüdüsel beslenmeye temkinli yaklaşması gerektiğini de söyleyebiliriz. Bu konuda daha önce yayımlanan “yeme bozukluklarından iyileşirken içgüdüsel beslenmek mümkün mü?”“ yazımı okumanızı öneriyorum.)

Yazımıza bir klinik psikolog olan Michelle Cantrell’ın dikkat çektiği başka bir noktayı paylaşarak son verelim. Cantrell, bağlanma türlerinin fizyolojik ve psikolojik etkileri üzerine araştırmalar yapmış olan Dan Siegel’in görüşlerini çalışmalarına başlangıç noktası olarak belirlemiş. Buna göre; çocuklara GÖRÜLÜYORSUNUZ, GERGİN DEĞİLSİNİZ ve GÜVENDESİNİZ mesajı verildiğinde çocuklar da ebeveynleri dolayısıyla kendileriyle güvenli bağlar kurabiliyor. Cantrell, danışanlarında bu bakış açısında belirtilen noktalarda eksiklikler olduğunu, dahası bu eksikliklerin “ben, ben olduğumda güvende değilim” şeklinde içselleştirildiğini keşfetmiş. Diğer bir ifadeyle, bu kişiler ancak kendilerinden olması beklenen biçimde davrandığında ilişkilerini sürdürebileceği hissini benimseyerek yetişmişler.

Michelle Cantrell, danışanlarına yaşadıkları travma ve bağlanma sorunlarına göre farklı tedaviler uygulasa da bu sorunların öncelikle bağlar kurarak iyileştirilebileceğini vurguluyor. Tıpkı Cohen gibi. Burada, sadece başkalarıyla olan değil, kendimizle olan bağımız söz konusu. Yargılamadan ve kendimizi suçlamadan düşüncelerimizin, duygu ve hislerimizin farkına varmak önemli. Kendimize özen göstermenin, vakit ayırmanın ve öz şefkatin asla bencilce davranışlar olmadığını kabul etmemiz gerekiyor. İncinmek de, yara almak da yaşanması gereken şeyler ve hiçbiri geri dönüşsüz değil. Bağ kurmanın bağımlı olmak anlamına gelmediğini ve hayır diyebilmenin özünde kötü olmadığını, bu sayede sağlıklı ilişkiler kurulabildiğini öğrenmemiz gerekiyor.

Yazıda başvurulan kaynaklar:
-Traci Bank Cohen’ın Goop’la yaptığı söyleşi: https://goop.com/wellness/health/do-childhood-attachment-patterns-inform-our-relationship-with-food/
-Michelle Cantrell’in yazısı: https://www.edcatalogue.com/hidden-trauma-eating-disorders/
-Bağlanma türleri hakkında: http://cocuklaringelisimi.com/2014/01/11/baglanma-turler/
Okuma önerisi:
-Ebeveynlerimizle İlişkilerimizin Niteliği: Bağımlı Olmadan Bağlar Kurmak ve Helikopter Ebeveyn Kavramı
-Anoreksiya Nervozanın Aile, Mükemmeliyetçilik ve Öz-Güvenle İlişkisi

İlginizi çekebilir: Çocuğunuz yeme bozukluğu yaşıyor olabilir mi: Ona nasıl yardımcı olabilirsiniz?

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

LEGO’dan hem çocukları hem yetişkinleri mutlu edecek en mükemmel yılbaşı hediyeleri

Yeni yıl, soğuk günleri sıcacık bir sevgiyle sarmalayan, neşe ve heyecan dolu büyülü bir dönem. Öyle ki yalnızca taptaze başlangıçların değil; sevdiklerimizi mutlu edecek fırsatların da habercisi. Bu özel dönemi daha da unutulmaz kılmanın ve yılbaşı coşkusunu sevdiklerimizle paylaşmanın en keyifli yollarından biri ise hiç şüphesiz gözlerden kalpler çıkaracak mükemmel yeni yıl hediyeleri. Peki ama gerçek anlamda mükemmel bir hediye bulmak mümkün mü?



Çocukken çok kolay olan hediye seçimi konusu, ne yazık ki yetişkinlikte zor bir hal alabiliyor. O zamanlar en sevdiğimiz karakterin yeni çıkan bir kitabı ya da havalı yeni bir oyuncak, bizi mutlu etmeye yeterdi. Ama büyüdükçe işler biraz karıştı… İhtiyaçlar, istekler, beklentiler, arzular, hepsi değişti, karmaşıklaştı. Haliyle, bir yetişkini ‘gerçekten’ mutlu edebilecek o ‘mükemmel’ hediyeyi bulmak da zorlu bir sanata dönüştü. Ama çözüm, sandığımızdan çok daha yakında olabilir. Belki de oyuna ve yaratıcılığa yeniden kucak açmak, tüm bu karmaşıklığı alıp götürmeye yetebilir. Siz de bu yıl sevdiklerinizi gerçekten heyecanlandıracak bir hediyenin peşine düştüyseniz aradıklarınızı LEGO’da bulabilirsiniz. Çocuklar için olduğu kadar yetişkinler için de oyunun, yaratıcılığın ve rahatlamanın kapılarını aralayan LEGO’da herkese uygun yüzlerce çeşit var:

Estetik ve dekoratif dokunuşları sevenlere özel

Çevrenizde gördüğü her boş duvarı doldurmak için hemen zihninde tasarım yapmaya başlayan ya da boş rafları estetik detaylarla dekore etmeye bayılan sevdikleriniz varsa, onlar için en iyi yılbaşı hediyesi bir LEGO’dan bir sanat eseri, doğadan bir parça veya mimari bir detay olabilir:

  • LEGO® Art Mona Lisa: Dekorasyonun yanı sıra sanat ve tarih meraklısı sevdikleriniz için Mona Lisa’nın 3D versiyonu şahane bir yeni yıl armağanı olabilir. Sevdiklerinizin duvarlarını süsleyerek yaşam alanlarına enerji katacak bu özel hediye, onların yaratıcı duygularını da harekete geçirebilir.
  • LEGO® Icons Yalıçapkını Kuşu: Doğanın dokunuşlarını yaşam alanlarına taşıyacak LEGO® Icons Yalıçapkını Kuşu, canlı renkleriyle sevdiklerinize yılbaşı coşkusunu yansıtırken mutluluktan gözlerinden kalpler çıkartabilir.

Enerjisini doğadan alanlara özel

Doğaya, yeşile, bitkilere düşkün, enerjisini, ilhamını büyüleyici çiçeklerden ve renklerden alan sevdikleriniz için de en mükemmel hediyeler, yine LEGO’da:

  • LEGO® Icons Orkide: Orkidelerin bitkiler aleminde çok özel bir yeri olduğu tartışılmaz. Siz de sevdiklerinize onların sizin için ne kadar özel olduğunu hissettirmek istiyorsanız bu seti kaçırmayın. 5 taban yaprağı ve 2 hava kökü ile gerçekçi bir görünüme sahip bu ikonik orkide setini görenler canlısından ayırmakta zorlanabilirler 🙂
  • LEGO® Icons Erik Çiçeği: Bu set, sevdiklerinize güzel bir kırmızı çiçeği tomurcuktan açmaya ve tam çiçeklenmeye kadar inşa etme fırsatı sunuyor. Üstelik sevdikleriniz bu seti sergilemekten de büyük haz duyacak. Hem şık bir dekor hem de yaratıcı bir yapım süreci, ikisi de bu mükemmel hediyede.

Hız, heyecan ve adrenalin tutkunlarına özel

Hız, şüphesiz ki büyük bir tutku. Özgürlüğüne düşkün, heyecanı seven, teknolojiye ve otomobil dünyasına meraklı herkes için LEGO’da şahane hediyeler bulabilirsiniz:

  • LEGO® Technic Mercedes-Benz G 500 Professional Line: Mercedes-Benz tutkusu olan herkesi heyecanlandıracak, otantik özelliklerle dolu ikonik G Serisi’nden bir model, mükemmel bir yılbaşı hediyesinden çok daha fazlası olabilir. Baştan sona adeta bir mühendislik deneyimi sunan bu modelin sevdiklerinizi çok mutlu edeceği kesin.
  • LEGO® Technic Emirates Team New Zealand AC75 Yat: Maceranın sudaki halini seven ve yelken sporuna da merak duyan sevdiklerinizi mutlu etmek için fazla düşünmenize gerek yok. Aradığınız hediye LEGO Technic Emirates Team New Zealand AC75 Yat. Biraz çılgın, biraz heyecanlı, en çok da kusursuz… Emin olun sevdikleriniz bu seti hem yaparken hem de sergilerken çok keyif alacak.

Sinemaseverlere özel

Beyaz perdenin büyüsüne kapılan sevdiklerinize, onların bu tutkusunu daha da derinleştirecek hediyelerle unutulmaz deneyimler sunabilirsiniz:

  • LEGO® Star Wars™ Millennium Falcon™: Çoğu sinemaseverin gönlünde taht kurmuş en özel serilerden biri hiç şüphesiz ki Star Wars. Star Wars™ Millennium Falcon’un kokpiti, uydu çanağı, topları ve diğer ikonik detaylarıyla sevdikleriniz inşa sürecini tamamlarken kendilerini galaksinin derinliklerinde bir macerada da hissedebilirler.
  • LEGO® Disney™ Genç Aslan Kral Simba: Sevdiklerinizin sinema tutkusunu nostaljik rüzgarlarla buluşturmak isterseniz, aradığınız mükemmel hediye yine LEGO’da. Onları LEGO® Disney™ Genç Aslan Kral Simba ile çocukluk anılarına doğru bir yolculuğa çıkarabilirsiniz.

Oyunculara ve uzay meraklılarına özel

Uzayın sınırsız gizemini merak eden ya da en zorlu oyunları bile tek hamlede geçmeyi başarabilen sevdikleriniz varsa, onlar için de en mükemmel yeni yıl hediyeleri LEGO’da:

  • LEGO® Super Mario™ Super Mario World™: Mario ve Yoshi: Mario, şüphesiz ki hem çocukların hem yetişkinlerin gönlünde büyük yer tutan en ikonik oyunlardan biri. Eğlenceli bir nostaljik tur, keyifli bir oyun deneyimi ya da rahatlatıcı bir aktiviteden çok daha fazlasını sunacak bu set, sevdiklerinize yepyeni bir dünya yaratmak için ilham verebilir.
  • LEGO® Technic NASA Apollo Ay Taşıtı – LRV: Kozmik maceracılar için en şahane hediye: NASA Apollo Ay Taşıtı (LRV) modeli. Sevdiklerinizi yıldızlara götürüp geri getirecek bu özel hediye, bambaşka dünyaların kapısını onlar için aralarken yaratıcı duygularını da harekete geçirebilir.

Bonus: Mırmır Pati ile eğlenceyi geri getirin

LEGO’nun sonsuz olasılıklarla dolu dünyasında en mükemmel hediyeler de eğlence de oyun da bitmez… Mırmır Pati, oyunu her yaştan insan için geri getiriyor ve herkesi yılın bu büyülü zamanını çok daha keyifli geçirmeye davet ediyor.

Mutlu bir yer inşa etmek isteyen herkes için mükemmel hediyeler ve çok daha fazlası LEGO’da. Hemen tıklayın ve sevdiklerinizi mutlu etmeye erkenden başlayın.

*Bu yazı LEGO katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale