Bizden bize içten bir mektup: Ne zaman özümüzden bu kadar uzaklaştık?
İki göz odada tüm ailemizle dip dibe yaşarken aynı anda kalp kalbeydik, gülümserdik. Hangi ara büyük evlere sığmaz olduk? Ne savaşlar, ne zamanlardan geçmişken ne kadar iyi öğrenmiştik bir kap yemeğin kıymetini, başımızı sokacak bir evin olmasının değerini. Hangi ara sıcacık evlerimizde otururken o bile yetmedi, şikâyetçi olduk? Beş adet kıyafetle hayatlarımızı rahatça idame ettirebildik. Hangi ara milyon tane kıyafet yetemez oldu?
Neydi tüm bunlar? Ego muydu? Peki hangi ara gerçeğimiz sandık?
Ne zaman üretimden tüketime geçtik bu kadar?
Gelme sebebimiz kendimizden üretmekken, ne zaman kendimizi dahi tüketir olduk?
Ne zaman özümüzden bu kadar uzaklaştık?
Ne zaman gerçeğimizi unuttuk?
Ne zaman yarattığımız illüzyonlarda bu kadar kaybolduk?
Ne zaman doğayı dinlemekten, içerisinde kendimizle bütünleşmekten vazgeçtik?
Ne zaman doğayı duyamaz, ne zaman göremez olduk?
Önümüze bakacağımıza, doğadan ilham alacağımıza, neden telefonlarımıza hapsolduk?
Bakışlarımız neden ileride kalmadı da aşağıya düştü?
Ne zaman bu kadar zihinden, ezbere yaşar olduk ve aslolanın; yani hayatın kalbimizde attığını unuttuk?
Ne zaman korktuk bu kadar kalbimizden de arkamıza bile dönüp bakmadan, koşa koşa kaçar olduk?
Öze dönmek,
Özden yaşamak,
Öz ile dansetmek.
Hayat; öz ile verilen beden ve zihinle dans etmek…
İlginizi çekebilir: Herkesin savaşı başka: Kendi hayatını ne kadar sahipleniyorsun?