Yaşınızı biliyor musunuz? “Tabi ki!” cevabını duyar gibiyim. Peki, biyolojik yaşınızı?
Biyolojik yaş, fizyolojik olarak gerçekte kaç yaşında olduğumuzdur. Yani biyolojik yaşımız takvim yaşımızdan az ya da çok olabilir ve değişkendir. Örneğin 30 yaşındayken biyolojik olarak 40 yaşında olan biri yaşam tarzını değiştirerek 40 yaşına geldiğinde biyolojik olarak 30 yaşına inebilir. Biyolojik yaş, yaşam tarzı, çevre ve genetik gibi faktörlere bağlıdır. Dr. Kara Fitzgerald tarafından 2021 yılında yapılan bir araştırmayla 8 haftalık bir beslenme, egzersiz, uyku ve gevşeme programıyla biyolojik yaşın 3 yıl kadar indirilebildiği gösterilmiştir.
Biyolojik yaş, yaşlanmanın geciktirilmesi, kronik hastalıkların önlenmesi ve yaşam süresinin uzatılmasıyla yakından ilişkili olması nedeniyle oldukça önemli bir kavram. Biyolojik yaşın öngörülmesinde epigenetik saat, telomer uzunluğu, sentezlenen proteinler ve metabolik fonksiyonlardan yararlanılabiliyor. Vücut kompozisyonu (kas/yağ oranları vs.), metabolik değerler (glukoz, kolesterol vs.), kan sayımı (hemoglobin, alyuvar), kalp ve solunum fonksiyonları, fiziksel kapasite (VO2 max) ve bağışıklığa dair biyo-işaretçiler de biyolojik yaşı belirlemede kullanılabiliyor.
Buradan kan testi sonuçlarınızı kullanarak biyolojik yaşınızı ücretsiz olarak öğrenebilirsiniz.
Biyolojik yaş kavramının yaşam tarzımızı sağlıklı kılmak için motive edici olduğunu düşünüyorum. Kaç yaşında olduğumuzdan bağımsız olarak hayat tarzımızı sağlıklı yönde değiştirdiğimizde potansiyel yaşam süremiz uzuyor, yaşam kalitemiz artıyor ve bu bilimsel olarak da ölçülebiliyor. Ball State Üniversitesi’nde, 2018 yılında yapılmış bir çalışmanın sonuçları çarpıcı. 70’li yaşlarında ve on yıllar boyunca düzenli egzersiz yapmış kişilerin, kalp-damar sağlığı ve kasları test edilerek yapılan bir araştırmaya göre, bu kişilerin kaslarının 25 yaşındaki sağlıklı bireylerin kaslarından birçok yönden ayırt edilemez olduğu bulunmuş. 70’lerindeki bu aktif insanların kendilerinden 30 yaş gençlerin kalp-damar sağlığına sahip olduğu saptanıyor.
Sağlığı koruma, uzun yaşama ve biyolojik yaş konusuna geleneksel açıdan da bakalım. Geleneksel Çin tıbbı uygulamalarında ve yoga gibi kadim pratiklerde omurga oldukça önemlidir. Çin kökenli “Omurgan kadar gençsin” sözü bunu vurgular. Sokrates de der ki, “Sağlık arıyorsan önce omurgaya bak.” Pilatesin kurucusu Joseph Pilates de diyor ki “Omurgan otuzunda esnemeyecek kadar katıysa yaşlısındır. Altmışında tamamen esnekse gençsindir.” Esnekliği korumak genç kalmakla doğrudan ilgili olsa gerek.
Bu noktada esneklikle fasya (bağ doku) arasındaki ilişkiye de dikkat çekmek faydalı olacak. Fasya anatomi araştırmalarında son yıllara kadar ihmal edilmiş, önemi yeni kavranmaya başlamış bir yapı. Temelde su ve protein liflerinden (kolajen ve elastin) oluşuyor.
Görevi bedendeki tüm yapıları kaplayıp örtmek, korumak ve desteklemek. Greyfurt dilimlerinin, birbirleri ve kabuğu arasındaki yapılarla benzeştirebiliriz fasyayı. Aynı zamanda kaslar, organlar gibi tüm yapıları birbirinden ayırmaya, bir arada tutmaya, birbirleri üzerinden kayarak kısmen hareket edebilmelerine yarıyor. Vücudumuzu bir ağ gibi saran fasya, kaslara göre 6 kat daha fazla duyusal sinir alıcısına sahip. Diğer tüm dokularla bağlantıda olan bir iletişim ağı gibi de düşünülebilir. Sıvı ve lenf akışında, sinir iletiminde önemli rolü var, hücre sağlığı ve bağışıklık sistemi için de büyük öneme sahip. Travmalar, hastalıklar, hareketsizlik, aşırı zorlayıcı egzersizler vb. fasyal sistemde yapısal ve işlevsel bozulmalara yol açabiliyor. Özellikle hareketsizlik nedeniyle fasya akışkanlığını kaybediyor, kuruyor ve katılaşıyor. İbn-i Sina da diyor ki, “Hıfzısıhha’nın (sağlığı korumanın) doğal nemin hızla kaybolmasını durdurmaktan başka bir gayesi yoktur.”
Bebeklerdeki ortalama %74’lük su oranı 50 yaşın üzerine çıkıldığında %50’lere düşmektedir. Yaşam ve yeşil (yaşıl) sözcükleri yaş kökünden türemiştir ve Türkmenistan Türkçesinde de genç için “yaş” sözcüğü kullanılmaktadır. Toprağın su tutma kapasitesi arttıkça verimliliğinin artması gibi beden de yaş kaldıkça genç kalmaya devam eder. Ağaçların yaşken eğilebilmesi gibi bizler de fasyamız, kaslarımız ve eklemlerimiz sağlıklıysa esneyebiliyoruz. Fasyanın bir özelliği de kinetik enerjiyi koruyabilmesidir.
Örneğin kangurular büyük bacak kaslarına sahip olmamalarına rağmen yükseğe sıçrayabilmektedirler. Bunu sağlayan fasyanın bir yay gibi enerjiyi koruma özelliğidir. “Modern” bilim fasyayı ve önemini, görüntüleme teknolojileri sayesinde yeni yeni keşfederken İçsel kungfu gibi Uzakdoğu sanatlarında bedenin bu özelliklerini geliştiren antrenman teknikleri çok uzun süredir kullanılmaktadır. İçsel kungfu ve şifa sanatlarının temel çalışmalarından olan Qigong da bedenin optimum potansiyelini ve işlevselliğini ortaya çıkaran etkili yöntemlerden biridir. Doktor Mehmet Öz der ki, “Sağlıklı olmak ve 100 yaşına kadar yaşamak istiyorsanız Çigong yapın.”
Bir Tibet atasözüyle noktalayalım yazımızı:
“Uzun ve iyi yaşamanın sırrı yarısını yemek, iki katı yürümek, üç katı gülmek ve ölçüsüz sevmektir.”
Sevgiler…
İlginizi çekebilir: “Ben”den “biz”e: Esenlik ve wellbeing yolculuğu