Yine bisikletler arkada, biz koltuklarda çıktık yola. Geçen hafta bahsettiğim 1.5 günün ardından Karadeniz’in başka köşelerine doğru direksiyonu kırmaya karar verdik ve anında hazırlanıp, lokasyon belirlemeye başladık.
Bu seyahatte fotoğrafçılık, şoförlük, koşu ve bisiklet partnerliği, sorunsuz yol arkadaşlığı maharetlerini en ince ayrıntısına kadar gözler önüne seren kişi ve ben anında anlaşıverdik Amasra’ya gitmek konusunda. Yeşilliğe, ota, dağa, çimene doymuştuk, birazcık deniz de görsek fena olmazdı hani.
‘Güzergahımız üzerindeki yemyeşil yollar huzur doluydu’ desem, kitabi ama pek doğru demiş olurum. Buluttan, ufuktan, uzayıp giden yoldan alamadım gözümü. Geçen hafta da bahsetmiştim; biz ki her anımızı müzikle yaşamayı severken, bu sefer sessizliği dinlemeyi tercih ettik ve pek de iyi geldi.
Sevgili şoför bisikletin ardından araba koltuğuna oturmaktan sıkılmış olacak ki, “Gel bu akşam Bartın’da konaklayalım, sabah gideriz Amasra’ya.” dedi.
Ben de “Peki.” dedim.
Ancak merkezine ulaşmış olduğumuz Bartın pek sinmedi içimize o anda ve aynen devam ettik yola. Amasra’ya yaklaşırken engin bir deniz manzarası karşıladı bizi. Şehrin tepeden görünümü pek etkileyici.
Yalan söylemek istemem, o yüzden az biraz yorgun ve aç olduğumuzu itiraf ediyorum hemen. Daha Amasra’ya girer, girmez hayal ettiğimin dışında bir yer olduğunu anladım. Kafamdakinden oldukça değişikti -pozitif anlamda-. Oteli ayarlayıp, duş alıp, azıcık dinlendikten sonra sıra yemek için ‘düzgünce’ bir yer bulmaya geldi. Düzgünlük kıstasımızı kalabalık olarak belirlemiştik. Niyetimiz oralara kadar gitmişken balık yemekti elbette. Şurada 3 kişi, burada 5 kişi derken, bir anda tıklım tıklım bir restoranın önünde bulduk kendimizi. Mustafa Amca’nın yeri imiş orası. Her şey lezzetliydi. Yolunuz Amasra’ya düşerse tavsiye ederim.
Gece esen sert rüzgar nedeniyle bisiklete binmeyip, sabaha bıraktık gezip dolaşma faslını. Sabah da şöyle bir manzaraya açıldı gözler.
Deniz çağırıyordu, biz de gittik.
Derken bisikletler arabadan indi, başladık gezmeye… Mendireğin ucundan şehri seyrettik bir süre.
Amasra iki ayrı koydan oluşuyor. İlkini bitirip, diğerine geçtik.
Gezi bitti, kahveler içildi, bir dahaki sefer gelindiğinde kalınacak otel ve en fiyakalı odası belirlendi, yine yola çıkıldı.
Epey bir mesafe kat ettikten sonra, “Haydi, gidip Caddebostan’da bisiklete binelim.” dedi. Kendimi çılgın bilirdim, bu adam bazen beni bile şaşırtmayı başarıyor spontan çılgınlık belirtileriyle. İstanbul’da yaşamadığından heves etti herhalde diye düşünüp kabul ettim. Sonra vazgeçtik, Sapanca’ya girdik. Pek de iyi etmişiz.
Öyle bir yol keşfettik ki bisikletle dolaşırken; çek fotoğrafı yayınla, ‘İtalya’da üzüm bağlarının arasındayken.’ diye yaz, kimse de yadırgamaz.
Arabayla o yolu asla göremez, dans eden şemsiyelerin arasından geçemez, püfür püfür rüzgarı aynı şekilde yüzümüzde hissedemezdik. Yine merakımıza yenilmiş ve yine harika bir yer bulmuştuk.
Ne güzeldir meraklı olmak, merakının peşinden koşmak.
Sapanca’da bisiklete binmeye niyetlenirseniz diye bulduğumuz o yolu paylaşayım sizlerle. Çok az bir kısmı akan trafiğin içinden geçiyor ama oradan da çok araba geçmiyor. 🙂
Karadeniz gezimiz elbette bu kadar sınırlı kalmayacak ve eylemlerimiz devam edecek köşe bucak.
Hareketli günler herkese.
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.