Her birimiz farklı karakterlerde ve farklı kişilik özelliklerine sahibiz. İnsanlarla kurduğumuz ilişkilerde de bu özelliklerimiz doğrultusunda en fazla ortak yönümüz olan, bizi dinlediğinde anlayabilen ve ilgi alanları bize yakın kişilerle birlikte olmayı tercih ediyoruz.
Konu ikili ilişkilere geldiğinde de birçok çift en iyi anlaşabildiği, iletişim kurabildiği, aynı hayat tarzına sahip kişilerle birlikte olmayı tercih ediyor. Peki, zıt kutupların birbirini çektiği durumlarda süreç nasıl işliyor? Neden her şeyi bizden farklı olan ve ortak noktada buluşamadığımız kişilerle birlikte olmak istiyoruz? Sağlıklı bir ilişkide tarafların kişilik özelliklerinin birbirinden farklı olmasının ya da aynı olmasının ne gibi avantajları ve dezavantajları bulunuyor? Kişisel özelliklerin yanında fiziksel olarak da kendimize benzer mi farklı kişilerle mi birlikte olmayı tercih ediyoruz?
2010 yılında Personality and Social Psychology (Kişilik Psikolojisi ve Sosyal Psikoloji) adlı bilimsel dergide yayımlanan rapora göre, kendimize ya da ailemizdeki bireylere benzer özellikteki kişilere ilgi gösterme eğilimindeyiz.
Yapılan çalışmalardan birinde, katılımcılara içinde karşı cinsten hiç tanımadıkları ve yakınları olan kişilerin fotoğraflarının bulunduğu fotoğraflar çok kısa süreyle gösteriliyor. Çalışma sonunda katılımcıların tanıdıkları kişilerin fotoğraflarının yoğun olduğu fotoğraf dizilerinin içinde bulunan yabancıları diğer yabancılara göre daha çekici buldukları görülüyor.
Yine aynı konuda yapılan başka bir çalışmada katılımcıların fotoğrafları hiç tanımadıkları kişilerin fotoğraflarıyla üst üste getiriliyor ve fotoğraftaki yabancı kişinin katılımcıya benzemesi sağlanıyor. Bu çalışmanın sonunda da katılımcıların çoğunun gördüğü farklı cinslerin fotoğrafları arasında ilgi gösterdiği kişinin kendi fotoğrafıyla bir araya getirilmiş kişi olduğu rapor ediliyor.
Bu konuda ortaya atılan teorilerden bir diğeri de, Freud’un da sıkça bahsettiği, karşı cinsteki ebeveynimize ilgi duymamız ve cinsel anlamda çekici bulmamızla ilişkili. Bu yaklaşıma göre, toplumsal kurallar insanın içsel olarak anne ya da babasına karşı duyduğu cinsel isteğiçekici bulmamızla ilişkili. Bu yaklaşıma göre, toplumsal kurallar İzlanda’nın Reykjavik şehrinde bulunan deCODE Genetics isimli bir araştırma şirketinin 2008 yılında yayımladığı bir araştırma sonucu, üçüncü ya da dördüncü kuşaktan akrabalığı bulunan kuzenler arasındaki evliliklerin daha uzun sürdüğü ve aralarında az da olsa akrabalık ilişkisi bulunan çiftlerin daha fazla çocuk yapma eğiliminde olduklarını gösteriyor. Araştırmacılar, üçüncü ya da dördüncü kuşaktan akrabalık ilişkisi taşıyan bireylerin evliliğinin, üreme açısından en ideal birleşim olduğunu savunuyorlar. Araştırmacılara göre bu genetik benzerlik en iyi gen havuzunun oluşturulmasında etkili çünkü birinci dereceden akrabalarla yapılan evlilikler genetik bozukluklara yol açıyor. Birbiriyle hiçbir genetik benzerlik taşımayan kişilerin birlikte olması ise, genetik uyumsuzluk nedeniyle yeni bireylerin gen kalitesinde bozulmalara yol açabiliyor. Üçüncü ya da dördüncü kuşaktan akraba olan kişilerin genetik uyumsuzluk riski taşımadan ve en az genetik bozukluk riskiyle yeni bireyler meydana getirmesi mümkün. Yukarıda bahsettiğimiz araştırma sonuçları aslında Westmarc etkisi olarak adlandırılan ve birlikte yaşayan bireylerin cinsel olgunluğa eriştiklerinde birbirlerine karşı cinsel bir istek taşıyamayacaklarını savunan teoriyle tamamen zıt bulgular içeriyor. Uzun yıllar boyunca bir arada yaşamış olan bireylerin sürekli bir arada bulunuyor olmaları uzun vadede duyarsızlaşma nedeniyle fiziksel çekimi engelleyici bir faktör. Ancak Westmarc etkisi yeni bulgulardan farklı olarak bir arada yaşamayan ve fiziksel ya da kişilik özellikleri olarak birbirine benzeyen kişilerin aralarındaki cinsel çekimi açıklamak konusunda yetersiz kalıyor.Üçüncü ve dördüncü kuşaktan akrabalar daha çekici geliyor
Kaynak: Psychology Today