Birine bağlanmaya mecbur muyuz?
Bağlanmanın birincil faktörü olarak yakınlık arayışını gösterebiliriz. İnsanlar, özellikle de çocuklar, yaşamsal nedenler sebebiyle korunma ve birine bağlanma ihtiyacı hissederler. Bu bağı kuran çocuk çevresini rahatça keşfetmeye başlayabilir. Tehdit altında hissettiği ve korktuğu durumlar olduğunda ise bağlandığı kişinin güvenli ortamında kendini yatıştırır.
İnsanlar kırılgan, üzgün, hassas ve yardıma muhtaç oldukları zamanlarda sevdikleri kişiler tarafından destek görmeyi arzu ederler. Çünkü sahip olduğumuz bu ruh hali ile tek başımıza mücadele edebileceğimize inanmayız. Bu noktada birine bağlanmaya ve yakın bir ilişkiye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyarız. Peki hissettiğimiz bu yakınlık ihtiyacının annemize duyduğumuz ihtiyaçla olan bağlantısı nedir? Kaç yaşımıza gelirsek gelelim korunmaya ihtiyaç mı duyuyoruz?
Her davranışımızda yanımızda olup bizi destekleyecek birine ihtiyaç duymamızın temelinde sosyal bir varlık olmamız yatıyor. Ne tür bağlanma tarzına sahip olduğumuz ise bu durumu değiştirmiyor. Peki ne tür bağlanma stillerine sahip olabiliriz ve bebeklikte kurduğumuz bağlanma stilimiz bizim gelecekteki ilişkilerimizi nasıl etkiliyor? Gelin birlikte araştıralım:
Güvenli bağlanma
Güvenli bağlanan bebekler kendilerine bakım veren kişilerden ayrılma konusunda sıkıntı yaşamazlar; bağlandıkları kişinin olmadığı bir durumda tedirginlik yaşamadan ortama kolayca adapte olup etraflarını keşfetmeye başlarlar. Bağlandıkları kişi geri döndüğünde sevgi gösterirler.
Güvenli bağlanma gerçekleştirmiş yetişkinler, duygusal yakınlık kurmaktan ve başkalarının kendilerine yaklaşmasından tedirginlik duymazlar. Kendilerini “sevilmeye değer” görürler. Karşı tarafa güvenip duygu ve düşüncelerini rahatça belirtirler; terk edilme korkusu yaşamazlar.
İlgili yazı: İlişkilerde bağlanma ve kadının güçsüz kılınması sorunu
Kaygılı bağlanma
Kaygılı bağlanan bebekler kendilerine bakım veren kişiden ayrılmakta güçlük çekerler. O kişiden ayrıldıklarında tedirginlik yaşayıp ağlarlar. Dikkatlerini etrafa yöneltemez ve çevreyi keşfedemezler. Bağlandıkları kişi geri döndüğünde de o kişiyi cezalandırmak isterler.
Kaygılı bağlanmaya sahip olan yetişkinler karşılarındaki kişinin kendilerini yeterince sevmediğini düşür ve kaybetme korkusu yaşarlar. Bağlandıkları kişiye adeta yapışır ve ne kendilerine ne de karşı tarafa nefes aldırırlar.
Kaçınan bağlanma
Kaçınan bağlanma gerçekleştiren bebekler kendilerine bakım veren kişi yanlarındayken bile onla ilgilenmez, çevreye odaklanırlar. O kişinin yanlarında olup olmaması bebekleri ilgilendirmez. Bu tür bebekler kendilerine bakım veren kişi ile duygularını paylaşmazlar.
Kaçınan bağlanma kurmuş yetişkinler ise yakınlık kurmaktan rahatsız olurlar ve karşı tarafa kolay kolay güvenmezler.
Son altı senedir anaokullarında danışmanlık yapıyorum ve her sene istinasız olarak gözlemlediğim bir bulguyu sizlere aktarmak istiyorum: İlk dönem başladığında anneler çocuklarını okula bırakıyorlar ve çocukların okula adaptasyon süreci başlıyor ya da biz sadece çocukların adaptasyonuna odaklanıyoruz. Asıl bu sürece alışması gereken kişiler genellikle anneler oluyor. Çocuklar yeni sisteme daha kolay adapte olurken, pencereden bakmaya devam eden anneleri, her saat başı okulu arayıp çocuğunu soran anneleri ve hatta hiç gitmeyip okulun girişinde çocuktan ayrılamayan anneleri her okulda görmek mümkün. Hepimiz “tabula rasa” olarak dünyaya geliyoruz ve ebeveynlerimizin, özellikle annelerimizin kaygılarıyla şekillenmeye başlıyoruz. Bu süreçte güvenli bağlanma sağlayamazsak; ileride dikiş tutturamadığımız ilişkilerimiz veya değiştirmeye çalıştığımız ve varlığından mutsuz olduğumuz özelliklerimiz olmuş oluyor. 35 sene sonra bile geçmişin izlerini kurduğumuz yakın ilişkilerimizde, beklentilerimiz ve savunma mekanizmalarımızda bunu görmemiz mümkün. Bunu önlemek için ise ebeveynlerin çocuklarıyla nasıl bağlandıklarına dikkat etmeleri ve bu duruma bilinçli yaklaşmaları gerekiyor.