Biliyorum ki pek çoğumuz için gerçek anlamda “yavaşlamak” imkansıza yakın bir eylem. Yaşadığımız modern çağın temposu, her geçen gün daha da hızlanırken yavaşlamaktan bahsetmek bile yasalara aykırı gibi çınlıyor kulaklarımıza. Çoğumuzun içinde kaybolduğu bu hızlı akışa kendini kaptıranlardan biriyim ben de ve yavaşlamak benim için de gerçekten zor.
Öyle ki; bir şeyleri yetiştirme telaşının ve bir şeylerden kaçmak için sürekli koşmanın, hem bedenime hem zihnime ne kadar zarar verdiğini bilsem de bir türlü o pause tuşuna basamıyorum. Bu nedenle de halihazırda zaten yükseklerde olan stres seviyem, arşa doğru yol alıyor. Hal böyle olunca da şu sorunun cevabını bulmaya çalışıyorum: “Neden yavaşlamaktan bu denli kaçıyorum?” Ya da neden kaçıyoruz?
Cevabını kendime itiraf etmekte hala zorlansam da muhtemelen yavaşlamakta zorlanan pek çoğumuzun ortak yanıtı olabileceğini düşündüğümden buraya da ekliyorum; yavaşlamak, beni kendimle baş başa bırakacak ve dürüst olmak gerekirse kendimi hiç çekesim yok… Evet, cevap bu. Kendime daha önce sorduğum o soruları tekrar tekrar sormaya, pişmanlıklarımı anımsamaya, yapmadığım ama yapabileceğim her şeyi sorgulamaya, geçmişi didiklemeye, gelecek için endişelenmeye, ülkede olup bitenleri düşünmeye, ekonomik krizi hatırlamaya, dünyadaki kaotik gelişmelerin olası sonuçlarına dair senaryolar üretmeye, seneye kredilerin tahmini kaç olacağına dair fikirler sunmaya, günden güne artan zamlara kafa yormaya, kısacası; olmuşu, olanı veya olacağı aklıma getirmeye hiç mi hiç mecalim yok. İşte bu yüzden kendimle baş başa kalmama neden olacağı için yavaşlamaktan bu denli kaçıyorum.
Beni tanıyan herkes çok iyi bilir ki asla işi biten bir insan değilim. Asla verimli dinlenmeyi bilen biri de değilim. İllaki yapacak bir şeyler olmalı; elimi, zihnimi oyalamalı. Dinleniyor-muş gibi göründüğümde bile kesinlikle başka bir şeyle daha uğraşıyorumdur. O tüm hafta herkesin heyecanlı bir şeyler yapmak için sabırsızlıkla beklediği hafta sonlarında ben, zaten düzenli olan gardırobumu yeniden düzenleyebilirim, çantamın içini temizleyebilirim, telefonumdaki gereksiz mesajları silebilirim, arka fonda eski bir dizi açıp bir şeyler yazabilirim, bir podcast seçip mutfak raflarını silebilirim, yani gerekli gereksiz bir insanı oyalayacak ne varsa yapabilirim, sonra da yorgunluktan bitap düşüp, ertesi sabah erken kalkacağımı hatırlayarak uyku moduna geçerim ve bırakın yavaşlamayı, bir anı bile boş bırakmadan bir günü tamamlayabilirim. Kaçtığım tek şey ise kendim, aslında hem kendim hem de gündem.
Fakat gerçek olan şey şu ki; sürat, felakettir. Yaşamak, bu kadar aceleyle, telaşla, hızla olacak bir şey değil. Çünkü bu sürat, bu yoğunluk, insanı yalnızca tüketir, en ufak bir fayda bile sağlamaz. Hele ki zihnimizde, kontrolü bizde olmayan, üzerinde herhangi bir etkimizin olamayacağı yükler varken kendimizi bu denli yıpratmamız boşa. Ne geçmişi değiştirebiliriz ne döviz kurunun yarın kaç olacağını ne bir başkasının hakkımızda ne düşüneceğini ne de yarının neler getireceğini. Yapabileceğimiz tek şey bugünü, içinde bulunduğumuz şu anı, hakkını vererek, yavaş yavaş, sindire sindire yaşamak.
Biliyorum hala zor; hala zihnimizi susturmakta zorlandığımız için onu duymayalım diye koştur koştur bir şeylerle uğraşacağız ama yine de deneyebilir, birazcık bile olsa hızımızı azaltabiliyorsak bunu kar sayabiliriz. Çünkü bilimsel araştırmalar gösteriyor ki yavaşlamak, anda kalmak, zihni sakinleştirmenin, sinir sistemini düzenlemenin en güçlü araçlarından biri. Stres seviyelerimizi düşürmek, kortizol dengesini sağlamak, parasempatik sinir sistemini düzenlemek ve hem fiziksel hem zihinsel sağlığımızı korumak, yavaşlamayı başardığımızda çok daha kolay. Durmak, dinlenmek, nefes almak, herkese, her şeye biraz ara vermek, kendimizle baş başa kalmayı ve düşüncelerimizi sakinleştirmeyi başarabilmek, hem daha sağlıklı hem de daha mutlu bir hayatın anahtarı.
Yine de farkındayım ki; bu yıl gerçekten de pek çoğumuz için zor geçiyor, günden güne daha da olumsuz haberlere maruz kalıyoruz, bu da bir şeylerden kaçma isteğimizi daha da tetikliyor. Ardı arkası kesilmeyen zamlar, hangi kanalı açsak karşımıza çıkan savaş haberleri, geçim kaygısı, gelecek endişesi… Olumsuz tetikleyiciler bu kadar fazlayken kaçmak için hızlanmayalım da ne yapalım? Bizim yavaşlayabilmemiz için önce gündemin yavaşlaması gerekiyor sanki. Çünkü bu kadar negatif haber bombardımanına bu hızda maruz kalırken nasıl yavaş yavaş, aheste aheste yaşayabiliriz ki…
Dolayısıyla yavaşlamak, durmak, sakinleşmek çok zor bir hal alıyor. Her an bir sinir krizi geçirebilir, gözyaşı tufanına kapılabilir ya da en umursamaz tavrımızı takınarak hiçbir şey yokmuş gibi davranabiliriz. Bende de durumlar farklı değil. Bazen maruz kaldığım tüm haberlerle, gelişmelerle nasıl başa çıkacağımı bilemiyor, zihnimin mevcuttan daha kötü felaket senaryoları üretmesine engel olamıyorum. Yine bunlardan kaçmak için de zaten yorgun olan bedenime ve zihnime daha da ağır gelecek işler çıkarıyorum kendime. Yakın çevremdeki çoğu sevdiğim insan da benzer duygu ve durumlarla mücadele ediyor. Dolayısıyla hepimiz için zor günler olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Ama bize iyi gelebilecek tek bir şey varsa o da bu girdaplara kapılıp daha da hızlı gitmek yerine yavaşlamayı, hasar kontrolü yapabilmeyi başarabilmek.
Benim de umut kırıntılarım artık çok çok az; bilim ne kadar yavaşlamanın, şükretmenin, olumlu düşünmenin faydasını kanıtlasa da içinde bulunduğumuz durumlarda tüm bunları yapabilmek çok zor, biliyorum. Ben de yavaşlamayı, o karanlık düşünce girdaplarına kapılmamayı çok istesem de zorlanıyorum, çoğu zaman yapamıyorum. Ama bu kez gerçekten pause düğmesine ihtiyacım olduğunu fark edip, tebdili mekanda ferahlık vardır diyerek kısa bir yolculuğa çıkıyor, kendime yavaşlamayı şart koşuyorum.
Sakin sakin, çoook yavaş günler geçirmek, zihnimin beni karanlıklarına çekmesine izin vermemek, gündemde olan biten hiçbir şeyi düşünmemek niyetindeyim. Sakinliği ve yavaşlığı ile ün salmış bir Balkan ülkesinde bunu başarmanın daha kolay olacağına inanarak bir sonraki yazımda size çok daha pozitif duygularla Bosna Hersek’i anlatacağıma inanıyorum. Kur farkının canımızı çok sıkmamasını ümit ederek…
Biraz da olsa yavaşlamayı başarabilmek umuduyla, hepimiz için…
İlginizi çekebilir: Neyi yaptığımızda ‘tamamlanmış’ hissedeceğiz?