Bırakmak ya da bırakamamak: İşte bütün mesele bu!

“Bırakmayı öğren. Mutluluğun anahtarı budur.” Buda

Bırakmak… Evet bugün bırakmak hakkında dertleşeceğiz. Bırakmak ve aynı bırakamamak… İki keskin bıçak ucu… Öncelikle bırakamadıklarımıza bakalım… “Oluruna” bırakamayız örneğin. Sonra “zamana” bırakamayız… “Seviyoruz” diye bırakamayız… “Gidecek” ve dönmeyecek korkusuyla bırakamayız…

Biraz daha yüzeysel bakalım bazen pişirdiğimiz yemeğin kendini çekmesi için birim birim güzelleşmesi için bile ateşe bırakamayız değil mi? Verdiğimiz son düzey ısı ile hemen oluversin isteriz… Evet, bırakamayız… Bizler yaşadığımız bu milenyum çağında bir şeyi diğer bir şeye bırakamayız… Mevsimleri mevsim olmaya bırakamadığımız gibi bizi sevenlerin “istedikleri gibi” bizi sevmelerine bırakamayız; bana onu almadın mı, bana şöyle bakmadın mı, bana bunu yapmadın mı, beni buraya götürmeyi aklına getirmedin mi… Bunlar gibi binlerce cümlemiz vardır ve (ne yazık ki) evet bırakamayız… Çocuğumuzun parkta özgürce koşup çocuk olduğunu anlamak hissini yaşamasını bile bırakamayız. Örneğin, düşüverecektir, bir şey olacaktır, yara bere içinde kalacaktır… Bırakamayışımızın mutlaka“mantıklı” bir açıklaması da vardır…

Bırakmak ya da bırakamamak: İşte bütün mesele bu!

Peki hiç mi yok “bırakabildiklerimiz” diye sormuş olabilirsiniz… Evet (belki biraz) az da olsa bıraktığımız anlar mevcuttur… Her şeyin mükemmel olduğunu düşündüğümüz anlarda bırakabiliriz belki… Hayatın hiçbir şekilde bizi devirmeyeceğine inandığımız bir nokta veya günde biraz olsun o sıkı sıkı tuttuğumuz ipleri genişletebiliriz… Belki de başkasından yardım almayı (nasıl olduysa) kabul ettiğimiz bir anda azıcık olsun bırakmış olabiliriz!

Ben bugün sizlerle birlikte bizler neden bırakamayız sorusuna yanıt bulalım istiyorum. Tabii ki analize öncelikle kendimizden başlayacağız ve sonra belki hiç farkında olmadığımız bir kişi ile o içimizdeki sıkı sıkı tutunan hiçbir şeyi diğer hiçbir şeye “bırakamayan” ve böyle bırakamadıkça cezalanan o ufacık kalmış kalbimizle karşılaşacağız…

Birçoğumuz özellikle ilişkilerimizde yaşarız “bırakamamak” tecrübesini. Nedir bırakamadıklarımız? Çok ama çok üzülsek de sevdiğimiz bir insanın hayatımızdan çıkmasına, kendi olmasına, belki başka bir insanla yoluna devam etmesine razı “olamayız” değil mi?

Bırakamayız, yıllar boyu üzülmeyi, beni yine üzecek mi diye beklemeyi yeğleriz… Bırakamayız, çünkü zordur tek başımıza ve kendi yolumuzu korkusuzca yürüyebilmek… Yürek ister avuçlarımızı açıp da eğer zaten yolda var ise “tekrar” bir şekilde bir yerde buluşacağız diyebilmek değil mi? Bırakamayız, çünkü içimizdeki o ego savaşları “bak nasıl da unutuverdi seni” diye daha ilk dakikasından fısılmadaya içimizi için için kanatmaya başlamıştır bile… Bırakamayız çünkü bu bizim kaderimizdir, aklımıza kalbimize beynimize yazılı olandır (ki unutuveririz bin bir olasılık ile dünyaya geldiğimizi, tüm güçlerin ayağımızın altına serili olduğunu) nasıl olsa kocaman bir kafesimiz vardır…

Bırakamayız… Konu ilişkilerimiz olduğunda, sevmek demek bizim için cefa çekmek demektir. Bırakamayız çünkü her anımız bu cefanın etrafında şekillenmelidir. Bırakamayız çünkü biz zaten mutlu olmaya, mutlu edilmeye, çok sevilmeye, değer görmeye layık değilizdir… Zamana, hayata, akışa bırakamayız… Tutmak zorundayızdır, her şeyin kontrolü mutlaka bizde olmalıdır… Hayır olanın, güzel olanın, “olan ve olmayanda” olduğunu çoktan unutmuşuzdur… Bırakamayız, en çok da kurmakta olduğumuz hayallerimiz bir şekilde tersine döndüğünde hayat bizi kendi bildiği gibi farklı kıyılara savuruverdiğinde kabul etmeyiz de isyan ederiz değil mi? Önemli olan her daim bırakmamaktır çünkü…

Bırakmak ya da bırakamamak: İşte bütün mesele bu!

Sadece ilişkilerimizde değil hayatımızın her anında yaşıyoruz bırakamamak sorununu… Birçoğumuz “olmayanlardan” bahsediyoruz günlük konuşmalarımızda… Ya bırakabilseydik; o zaman ne güzel olurdu geçirdiğimiz yıllar, biten ilişkilerimiz, yeni başlayan günlerimiz, bizi bulmak üzere yola çıkmış ve çıkmakta olan onlarca kadersel hediyemiz… Ortada ne “suçlu” kalırdı ne de güçlü değil mi? O zaman ne ben yaptım sen yapmadın olurdu, ne de ben “onun yüzünden” böyle oldum, bu kararı verdim, bu kadar üzüldüm gibi cümleler kalırdı geriye… Sadece olana bırakmak gerçek olurdu, akışa, zamana, sevgiye, yargılamamaya, gerçeğe, yaşama, evrene, hayır olana ve evet “sihirli ellere” bırakmak olurdu… Görülmeyen, bilinmeyen fakat gücünü her daim üzerimizde hissettiğimiz o efsunlu ellere…

Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız gelin bir değişiklik yapalım sadece bir gün için “karışmayalım”… Hayatın akışına, hep eleştirdiğimiz eşimizin ne yaptığına, hep dur çocuğum diye uyardığımız sevgili kızımızın yaramazlıklarına, sen ne yaptın diye çıkıştığımız güzel annemizin yemeğini dökmesine “karışmayalım”… Sadece bir an için, bir soluk için, bir zaman için sevgiyle ve olana minnetle “bırakabilelim”…

 

İlginizi çekebilir: Şükür ve teşekkür: Daha çok şükür daha çok teşekkür!

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam