Bırak, dağınık kalsın: Hayatta neleri toparlamak zorunda hissediyorsun?
Bugün dışarı çıkmak için niyetlenmiştim oysa ki… Pencereden baktığımda o kadar yağmur yağıyordu ki evde kalmaya karar verdim. Cesaret edemedim.
O gün sırtında yük taşıyan kadını gördüğüm ilk gündü! Bu kadın sokaktaki diğer kadınlardan biraz daha farklıydı çünkü o hiç başını kaldırmadan yere atılan çöpleri topluyordu. Yükü fazlaydı. Etrafını görecek, insanlarla iletişim kuracak hiç fırsatı yoktu. Bu kısmı kesinlikle korkunç görünüyordu. Çok zor bir iş yapıyordu. Tozlu kutuları, boş şişeleri, çöplerdeki kıyafetleri alıp kendi sırtındaki kirli çuvala koyduğunda sanki evini toplamış gibi bir his beliriyordu bedeninde. Sırtında dünyanın bütün yükünü taşıyordu. Bu kötü ve pis yeri seviyordu.
Bir anda aşağıya inip yardım etmek istedim fakat eminim ki yardımımı kabul etmezdi… Ah ne yapayım! Ben de burada kalıp onu her geldiğinde izlemeye devam ettim.
Onu tepeden tırnağa süzüyordum. Başını kaldırsa da yüzünü ve yaşanmışlıklarını görebilseydim keşke. Sonra aklıma bir fikir geldi. Acaba ben de aşağıya çöp atsam başını kaldırıp bakar mıydı? Çöp derken hafif bir kutu ya da giyilebilecek, tutulabilecek bir şeyler. Arkasını döner miydi acaba? Bu fikri sevmiştim.
Arkasını döner, bakar mı acaba? Baksa yükü hafifleyecekti.
Benim için heyecanlı bir sabahtı. Kızımı okula geçirdikten sonra pencerede çöpleri toplayan kirli örtülü kadını bekliyordum. Yoldaki hiç kimse onun gibi değildi. Onda farklı olan bir şeyler vardı. İşte geliyor, gördüm! Yine aynı kıyafetler, aynı kirli hasır sırt çantası ve elindeki pazar arabasına benzeyen küçük bir araba. Doğru zamanı bekliyordum çöplerimi atmak için. Sokaktaki çöpleri topladıktan sonra parktaki defne ağacının dibine gitti ve secdede oturur gibi durdu. Çok yorulmuştu, her halinden belliydi. Yüklerimi atmak için biraz daha beklemeye karar verdim.
Renkli bir evimiz vardı. Bu evde kızım ve kuzenimle birlikte yaşıyordum. Kızım her sabah okula giderken heyecanla edindiği arkadaşlarını anlatıyordu. Okulda çığlık atmaya bayıldıklarını ve daha önce yapmadıkları şeyleri denediklerini büyük bir mutlulukla anlatıyordu. Onu konuşurken durdurmak çok zordu, anlatırken yerinde duramıyordu. Kıkır kıkır gülüyordu.
Birden, evimizin kapısı çaldı. Apartman görevlisi gelmişti. Evdeki çöpleri almaya gelmişti. Atılacak bir şey olmadığını söyleyerek kapıyı kapattım. Dantel örtülü zengin kahvaltı masasına geri döndüm ve kızımla konuşmaya devam ettim. Tam o anda kızım bana birden bire;
“Çocuk büyütmek çok mu zor anne?”
“Hmm, neden zor olduğunu düşünüyorsun peki?”
“Senin yüzün hep üzgün bakıyor. O yüzden merak ettim. Seni üzgün görünce korktuğum şeyleri anlatamıyorum, üzülme diye.
Bir anda gözümün önüne yük taşıyan kadın geldi, ben de onun yüzünü bir türlü göremiyordum. Bu da benim kamburum muydu? Tesadüf müydü? O an akşam okuduğum şiirde zihnimin karanlık odaları aydınlanıyordu.
“Benim doğduğum köylerde
İnsanlar gülmesini bilmezdi,
Ben bu yüzden böyle naçar kalmışım
Gül biraz!”
Bir de ben hazırladığım bütün yüklerimi aşağı atacaktım. Yukarıdan baktığımda sorunlarımı, isteklerimi anlatmak istediğimde anlatmak istemiyorken bunu nasıl yapacaktım ki?
Çöpleri toplayan kadın da artık el arabasını bıraksa, rahatlasa, çöpler dağınık kalsın, toplamak zorunda olmadığını fark etse hayatında neler değişirdi acaba?
İlginizi çekebilir: Neye ihtiyacımız var: Bir çocuğun korkularından kendi korkularımıza