Bir varmış, bir yokmuş: Masallar gerçek olur muymuş?
Yeni yıl dileklerimi paylaşmıştım sizlerle… Hayal bile edemezdim tabii ki böyle başlayacağını. Bir yaprak dökümü ile çaldı kapımızı; ne yapacağımızı bilemedik, kelimeler kifayetsiz kaldı. Gözyaşı olduk; aktık da aktık. Sahiplenmek, birbirimize kenetlenmek ve daha da sıkı sıkıya sarılmaktı elimizden gelen sadece. “Bir varmış, bir yokmuş” döküldü dudaklarımızdan; ama biliyorum ki “masal”ı hep bizimle olacak…
Oysa masal mı, gerçek mi bilemediğimiz bir yere gitmiştik biz öncesinde. Tam yeni yıl arifesinde kendimizi Karaburun, İzmir’de bulmuştuk. Yağmur, çamur, soğuk demeden düşmüştük yollara. Nasıl da heyecanlıydık, çocukluk arkadaşım ve ben. İlk defa Karaburun’a gelmiştik. Kim bilebilirdi ki, rastlantılar ve gerçekten içten dilemek bizi “Zeytin Okulu” ile tanıştıracakmış meğer. İki şahane gün, masallarla dolacakmış meğer. Peki sizler de hazır mısınız, masal hafta sonunda bizim yoldaşımız olmaya?
“Zeytin Okulu” da neymiş ki? Karaburun’da yıkık dökük bir binanın; ev sıcaklığında, ana kucağında hissetmenizi sağlayan bir yere dönüştürülmesiymiş. İnsanların isteyince, birleşince, tamamen gönlünü katınca ne güzellikler oluşturabileceğinin kanıtıymış. Zeytince Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin yuvasıymış. Dernek ile bizim yollarımız, Aralık ayındaki “Zeytince Masallar Buluşması”nda kesişmiş; iyi ki de öyle olmuş!
İşte biz bir Cumartesi sabahı Zeytin Okulu ile tanıştık. Mükemmel bir tepeden, güneşi selamlıyordu rüzgarlı bir günde. İnsanın nefesini kesecek cinstendi manzarası. Hele adımımızı içeriye atar atmaz; yepyeni güzel bir ailemiz daha olacağını anladık, ilk andan itibaren hissettiğimiz tam olarak da buydu. Kampın hazırlanması için emeğini koyan herkes, kollarını açmışlardı şimdi de bize. Sohbetler, muhabbetler, kaynaşmalar derken; artık başka diyarlara hep birlikte yolculuk yapmanın zamanı gelmişti.
Ellerimize sıcacık adaçaylarımızı alıp, kurulmuştuk bir güzel minderlerimize. Arkama yaslandığım anda gördüklerime inanamadım. Bir mekan düşünün ki; genci, yaşlısı, gezgini, köylüsü, şehirlisi hepsi bir arada. Heyecanlı gözlerle onları nelerin beklediğini merak ediyorlar, tıpkı küçük çocuklar gibi… Ne de olsa yıllar geçmiş, masal dinlemeyeli belli ki!
Köyün dedesi önce selam ediyor, sonra başlıyor ilk masalını anlatmaya. Dinleyenlerin kimi kahkaha atıyor, kimi hayret ediyor, kimi gülümsüyor. İlk masal bitince “Bir daha!” sesleri yükseliyor gruptan, daha taa başından masalların tadı damaklarda kalıyor. Gözlerden ve yüzlerden okunan bir şey var ki, o da herkesin masalların dünyasına tekrar dönmekten çok mutlu olduğu!
Masallar masalları kovalıyor, ne şanslıyız ki birçok masal anlatıcımız var. Kimi dünya masallarını getiriyor bize. Ömrümüzde ilk defa Hint Masalı, Japon Masalı, Norveç Masalı dinlerken buluyoruz kendimizi. Kimi Anadolu Masalları ile çıkıyor karşımıza. Hepsinin paylaşım tarzları, masal tercihleri, anlatışları; o kadar biricik, o kadar kendilerine özgü ki. Ama hepsi masalları önce yaşıyor, sonra bize bu denli yaşatabiliyor belli ki. Dikkatimi en çok çeken ise, hepsinin gözlerinin içinin bile gülmesi. Hani o çocukken bol bol dinlediğimiz masalların büyüsü ruhlarına işlemiş sanki. Ve biz de onlarla birlikte büyülü serüvenlere yoldaş olmaya, masalsı günleri yeniden hatırlamaya başlıyoruz.
Görüyorum ki masallar da dünyanın kendisi gibi. Kötüler ve iyiler, çirkinler ve güzeller, fakirler ve zenginler var. Ne tamamen güllük gülistanlık, ne de tamamen bataklık. Bir tarafta prensler ve prensesler, diğer tarafta ise devler ve canavarlar. Gizli kalmış ormanlar, ulaşılması zor kaleler, uçsuz bucaksız çöller. Bazen zor sancılı günler, bazense kutlamalar şenlikler… En güzel gün de, en kötü gün de; öyle ya da böyle geçmiyor mu masallardaki gibi? Peki o kafamızdaki etiketlere ne demeli? Dev her zaman kötü mü olmalı, ya da orman her zaman karanlık? Farklı ve bilinmeyenden korkmak, onu kendimizden uzaklaştırmaya çalıştırmak tek çözüm yolu mudur? Yoksa daha güzeli mümkün müdür şu dünyada da?
Tam da bu sorgulamalar içerisindeyken, bir söz duyuyorum: “Masallar küçükleri uyutmak, büyükleri uyandırmak içindir.” Ne kadar da doğru diyorum; farklı çözüm yollarını keşfederken, masallardan neden ilham almayalım ki? Sevgiye aç sincap da, arkadaşını kandıran tilki de, taş kalpli kral da; hepsi biziz aslında. Oysaki masalların büyülü dünyasından sabır, emek, inanç, güven, adalet, aşk, koşulsuz sevgi ve daha nice güzellik; bugünkü yaralarımızın çoğuna merhem olabilir. Bugünümüzü bambaşka bir masala çevirebilmek için sihirli bir değneğe hiç ihtiyacımız yok; kesemize neleri ekleyip, kesemizden neleri çıkartabildiğimiz asıl önemli olan.
İki büyülü gün boyunca, yüreğimizi sadece masallara açmakla kalmıyoruz. Masallarımıza tekerlemeler, hareketler, şarkılar ekliyoruz. “Başkaları ne düşünür, saçma görünür mü?” zırvalıklarını zamanla bir kenara bırakarak; çocuklar gibi şen oluyoruz. Zırhlarımızı, gardlarımızı, maskelerimizi düşürdüğümüzde; gönüllerimizi büyülü, ışık dolu bir yolculuğa açıyoruz. Her birimiz kendi masalımızın kahramanı oluveriyoruz bir anda! Güzellikleri kendimize çekmeye, etrafımızı sevgiyle çevrelemeye, paylaşmaya, çoğalmaya, ışımaya, şakırdamaya başlıyoruz adeta. Nasıl olmayı diliyorsak, ona dönüşmeye hazırız artık. Kimimiz minicik bir kuş, kimimiz güzel prenses, kimimiz rengarenk bir gökkuşağı, kimimiz de yufka yürekli bir dev… Artık biricik masallarımızın devamını yazmak bizlerin elinde!
Gözlerimin içi ışıl ışıl, gönlümün içi pır pır; vedalaşırken kısa bir süreliğine Zeytin Okulu ile, diyorum ki kendime: “Sadece mutlu sona ulaşmak için değil de, her anın kıymetini bilerek ve hayatımızı masala çevirmek için adımlar atmak; nasıl da heyecan dolu, şahane bir şey!”
Zeytin Okulu etkinlikleri için; internet sitesini ya da Instagram hesabını takip edebilirsiniz.
Kendi masalının kahramanı olmuş, hep sevmiş ve sevilmiş; şimdi ise başka diyarlarda yolculuğuna devam ettiğine inandığım biricik kuzenim Hasan Soner Kıymaz’a… Hep kalbimizdesin!
İlginizi çekebilir: Açtım kollarımı, yüreğimi; bekliyorum yeni yıl seni!