Bir spor aşığının itirafları: “İstemezseniz sıkıcı ol(a)maz hiçbir şey!”
İnsanız, sıkılıyoruz…
Ne kadar tutkuyla başlamış, daha önceki seferlerde ne kadar keyif almış olursa olsun insan sıkılıveriyor kimi zaman yaptıklarından. Ayaklar geri geri gidiyor, kollar kalkacak takati bulamıyorlar kendilerinde.
Büyük bir hevesle başladığımız sportif aktiviteler için de geçerli bir durum bu, hatta belki de en çok onlar için. Koşuyor, bisiklete biniyor, ağırlık kaldırıyor, pilates veya yoga yapıyor ve onu yapmazsak kendimizi kötü hissediyoruz ya hani. Sonra gün geliyor sıkıcılıkta sınır tanımıyor yapılanlar ve başlıyoruz bahaneler üretmeye. “Zaten hava çok sıcak”, “Öğlen yediğim yemek galiba midemi rahatsız etti”, “Yaz geldi kapalı yerde ne işim var”, “Kış geldi zaten depresifim bir de kapalı yere mi gireyim?”…
Sonu var mı bahanelerin? Elbette yok.
Peki ne yapmak lazım?
O çok sevdiğimiz aktiviteyi uygulama şeklimizi sorgulamak ve değişikliklere izin vermek iyi bir çözüm olabilir. Ağırlık çalışıyor ve hava güzel olduğu için salona girmek istemiyorsak, bir parkta ya da evimizin terasında kendi vücut ağırlığımızla çalışabiliriz. Yoga yapıyorsak belki her zamanki yaptığımız yoga türünü farklılaştırıp, yeni hareketler, yeni pozlar deneyebiliriz. Kardiyo için tek bir alete/türe bağımlı kalmayıp, o işi kendimiz için eğlenceli bir hale getirebiliriz. Hep yürüyorsak artık minik minik koşmaya, koşu bandında koşmak sıkıcı gelmeye başladıysa sahile çıkmaya, yok o da kesmediyse kendimizi araziye vurmaya başlayabiliriz.
1-2 sene evvel gittiğim salonda yukarıda bahsettiğim halin eşiğine gelmiştim arsızlığım nedeniyle. Her seferinde 45 dakika değil, daha fazla koşmak istiyor, o sürenin bana yetmediğini düşünüyordum. Ancak spor hocam da süreyi uzatmamı istemiyor, ağırlık antrenmanıyla birleşince yapılanların yeterli olacağını söylüyordu. Haklıydı da. Bir gün benim suratım düşmüştü yine ve sebebini tahmin etmek zor değildi. Yanıma yanaştı, “Koşmak ve kendini zorlamak mı istiyorsun?” dedi. Cevap belliydi zaten.
Gittiğim salon bir binanın 7. katındaydı. Hocam koluma girdi. “Nabız saatini ayarla.” dedi ve beni kapının önüne çıkardı. Belirttiği süre içerisinde en alt kata inip, tekrar yukarı çıkmamı istiyordu. Gözlerim parlamıştı değişik bir şey yapacağım diye. İnip çıkmaya başladım. Nabzımı sürekli kontrol ediyor, interval çalışmanın amacından sapmamaya çalışıyordum.
Antrenman bittiğinde mutlu mesut bir şekilde salona döndüm. Ben rahatlamıştım ama benim tatmin olduğumu gören hocam, en azından o günlük benden kurtulduğunu düşünerek daha da rahatlamıştı.
Bu arada çalışmayı tek başıma yapmadığımı da belirtmem lazım. Benimle birlikte sessiz bir şekilde merdivenleri arşınlayan biri daha varmış. Ayak seslerimi duyan güvenlik görevlisi, “hırsızı” yakalamak amacıyla başlamış merdivenlerde iki ileri bir geri gidip gelmeye. Sesi duyuyor ama bir türlü bulamıyormuş nereden geldiğini. Başlarda asansörle yetişmeye çalışmış, bakmış olmuyor, koşmuş peşimden. Bir ara burun buruna geldik adamcağızla. Nefes nefeseydi, beni görünce sevindi ve zor attı kendini asansöre.
Demem o ki, sıkılsanız da hemen vazgeçmeyin. Ne zamandır yaptığınız önemli değil; kendinizde başlayacak cesareti bulduğunuz bir şeyi hemen bırakmayın. Denemekten kaçmamak lazım çünkü o ne yapıp edip en etkileyici haliyle bir gün yeniden çıkıveriyor karşınıza ve hasret giderdiğinizde anlıyorsunuz onu ne kadar da özlemiş olduğunuzu. Yeter ki görmezden gelmeyin, niyet edin ve her seferinde yeniden yeniden başlayın. İnanın iyi gelecek!
Yazarın diğer yazıları için tıklayın.