Bir spor aşığından: “Ulaşım aracım bugün bisiklet, yarın da bisiklet olacak”
Bilen bilir; bir 7/11 vardı eskiden Harbiye’de. Onun yanından da Dolapdere’ye bir yokuş inerdi dik mi dik… (Hala da iniyor) Bir önceki bisikletimle vedalaşmam işte o yokuşun ucunda oldu. Ayrı noktalara uçmak suretiyle… Birkaç dakika öncesine kadar hiçbir şey yokken, tam da yokuş aşağı inmekteyken ben, sevgili bisikletimin frenlerinin tutmayası gelmişti. Saatler iş çıkışını göstermekte, Dolapdere trafiği sıkışıklıkta sınır tanımamaktaydı. Ne yapmalı, ne etmeli, bir oyunbazlık, bir şeytanlık… Kendimi yere mi atmalı, trafiğin arasına mı dalmalıydım? Beş dakikada değişmişti, bütün işler.
Yokuşun hemen ucunda ‘Girilmez!’ tabelasının asılı olduğu bir direk vardı ve o anda aklıma gelen tek şey o direğe asılıp hızımı kesmekti. Mevsim sonbahardan kışa doğru yaklaşmakta olduğundan ve yakın bir yerden geldiğimden elimde bisiklet eldiveni yerine parmaksız ‘normal’ eldivenlerim vardı. Haliyle direği tutunca da elim kaydı ve bisikletim bir yana, ben bir yana savrulduk. Sonuç mu? Yine düşmüştüm dört ayak üstüne. Belli ki birinden bulaşmış bana bu dört ayak mevzusu…
Sonra kapıcıya verdim bisikleti frenlerini tamir ettirmesi sözü eşliğinde. Sol bacağım ve kolum önce mor, sonra mosmor, sonra da gökkuşağı iken dolandım ortalarda bir süre. Neyse ki kışa giriyorduk artık. Üşümesem de deli demesinler diye uzun/kapalı şeyler giymem gerekiyordu.
Yıllar sonra da kanıtlanmıştı… Yok, yok bisiklete binilmezdi artık İstanbul’da. Süreyya Plajı’nda değildim artık. Çocuk da değildim. Kazık kadar olmuştum. Trafik filan… İnanır mısınız tamirci bile bulamıyordum Harbiye civarında. En son dertlendiğim biri “Sizin yaşınızdakiler şu anda araba kullanıyor ve hala neden ısrar ediyorsunuz ki bisiklette anlayamıyorum…” demişti. Anlamasını da beklemiyordum zaten. Araba kullanmıyorum, ehliyetim bile yok, olmasını da istemiyorum.
Bir süre yaşadım bisikletsiz, tekersiz… Sonra yine dürttü şeytan, soluğu Bayrampaşa’da aldım. Geçen sene bayram öncesiydi. Aldım bisikleti, yalvardım oradakilere… Tamam, arife günü olabilirdi ama ben de bayramda hazır İstanbul boş iken rahat raht bisiklet sürmek istiyordum işte. Arabam yoktu, ne olurdu yani nakliyeyi gerçekleştirseler.
Acıdılar halime, getirdiler bisikleti. Ben onu Belgrad Ormanı’nda binerim diye almıştım ama kaderin cilvesine bakın ki yeniden Anadolu Yakası’na taşınıverdim. Artık kendime başka bir orman bulmalıydım ve buldum da. Dilerseniz o da başka bir yazının konusu olsun.
Sadece şunu yazmak istiyorum son olarak: Merak, niyetle orantılı olarak çok keyif veren bir hale bürünebiliyor. Ben bu hafta sonu bisikletimle birlikteyken yaşadım bunu. 48 km’lik yolculuğa ait ayrıntılar haftaya gelecek.
Notlardan not beğenecek olursak;
Bir taşla iki kuş vurmuş olmaktan, bir yazıyı diğerinin önsözü hali getirerek ‘Gelecek hafta ne yazsam ki?’ kaygısını şimdiden bertaraf etmiş olmaktan dolayı; mesudum, bahtiyarım.
Etkinliklere bakacak olursak;
- Boğazı bir ucundan bir uca yüzerek fethedecek olanları izlemek isterseniz 6-7 Temmuz’da Kuruçeşme’ye ya da tam karşısında yer alan Kanlıca’ya bekleniyorsunuz. Detaylar şurada.
- Wimbledon hala devam ediyor. Ayrıntılı bilgi için tık tık… 7 Temmuz son gün.
Yazarın diğer yazıları için tıklayın.