Bisikletle Asya’yı Avrupa’ya bağladığım, gezip, dolanıp, yine Asya’ya döndüğüm günlerden bir gündü…
Yıllar sonra ilk defa Caddebostan’dan denize girecektim. Hem de plajdan filan değil, mendirekten atlayarak. Çok aklımda yoktu ama ne yalan söyleyeyim parktan geçerken gördüklerim bir süre sonra beni benden almaya, birtakım güçler beni denizle buluşturmaya çalışıyor gibi gelmeye başlamıştı. Kararımı vermiştim, çantamı hazırlamış, arkadaşıma bırakmış ve Avrupa dönüşü buluşacağımız noktayı belirlemiştim.
Normalde Kadıköy dönüşünde Çiftehavuzlar’dan parka girerken, nedense o gün caddeden devam edesim gelmişti. Gelmez olaydı. Göztepe Parkı’nı geçip de Büyük Kulüp’ün kapısına yaklaşırken sağdaki taksiyi gördüm, park ettiğini anladım ve devam ettim yanından, sağdan sağdan. Bir anda arkamdan gelen bir şoför kulübün kapısından girmek amacıyla sağa kırdı arabasının direksiyonunu ve işte o anda benim de kırıyordu bir taraflarımı. Taksi ile kocaman arabanın arasında kaldım, biraz yalpaladım bisikletin üzerinde ve arabanın bagajına çarpmak suretiyle toparladım. Beni görmemiş, sesi duymamış olamazdı; üzerimde reflektörlü yelek var, bisiklet kullandığım için yüksekteyim, sağdan, tam da onun döndüğü noktadan seyrediyorum…
Ve inanır mısınız aracın sahibinde tık yok! Neyse ki kapıda giriş kuyruğu vardı. Yanaştım arabaya ve “Ne yapıyorsunuz beyefendi?” dedim. Elinde cep telefonu vardı ve bana dönerek “Görmedim, pardon.” dedi. “Elinizde telefon var, tabii ki görmezsiniz.” dedim. “Konuşmuyordum ki…” dedi. “Oradan geçen yaşlı biri ya da bir çocuk da olabilirdi, en azından dönüp bir baksaydınız, bagajınıza çarptım; fark etmediniz mi?” dedim. “PARDON!!! dedim ya, daha ne istiyorsun?” dedi.
O anda, o lüks aracın içinden bana “Sen” demeye devam eden kişiye bir şey demedim. Ama işte şimdi açıklıyorum ne istediğimi:
- Sadece trafikte yol alırken değil, nefes aldığımız hemen her ortamda bizden başka canlıların da bulunduğunu ve hiç ummadığımız anda onlara zarar verebileceğimizin farkında olalım istiyorum.
- Cep telefonumuzu elimizden 3 dakika bırakırsak ölmeyeceğimizi bilelim istiyorum.
- Bisikletleri de araçtan sayalım ve görmezlikten gelmeyelim istiyorum.
- Biri bize “Siz” diye hitap ederken sırf kıyafeti, kullandığı araç, kullandığı dil nedeniyle onu hemen birtakım kalıplara sokup “Sen” demeyi kendimize hak görmeyelim, kimseye saygıda kusur etmeyelim istiyorum.
- Bir de ‘yaşadığımızın’ bilincinde olalım istiyorum, eğer gerçekten yaşadığımızı hissediyorsak. Ruh gibi yaşamaya çalışıyorsak zaten sanırım yerimiz bu dünya değil.
Not: Hazır konu trafikten açılmışken bir çift lafım daha var…
İlki kaldırımlardaki rampalara araba park eden sürücülere: O rampalar engelli, hamile ve yaşlılar ile bebek arabası kullanan ihtiyaç sahipleri kolayca inip çıkabilsinler diye yapıldı inanın ki, siz aracınızı gönlünüzce park edesiniz diye değil.
İkinci sözüm de, kask takmamış olan motor sürücülerini ve artçılarını gösterip de “Memur bey, kasksız gidiyorlar ve neden müdahale etmiyorsunuz?” diye sorduğum ve “Burası yoğun olduğu için biz durdurmuyoruz, ileride de ekiplerimiz var, oraya düşerler nasıl olsa.” diye cevap veren trafik polisine: Peki ya bu sürücüler diğer ekibe ulaşamadan gerçekten düşer, hatta düşerken kendilerine zarar vermemek adına yayalara zarar verirlerse ne olacak memur bey? Aklıma takıldı da, sorayım dedim…
Yazarın diğer yazıları için tıklayın.