Bu hafta kendimden değil, bir başkasından söz edeceğim sizlere. Küçükken evde bebeklerle, oyuncaklarla ihtimamlı bir şekilde büyütülmüş; sokakta düşmek nedir bilmemiş; o yaşına kadar öğrenmeyip, 18 yaşındayken yazlıktaki arkadaşlarına rezil olmamak için geceleri gizlice bisiklete binmeye, 32 yaşından sonra bilinçli bir şekilde spor yapmaya başlamış. Düşmüş, kalkmış, yine çıkmış yollara. Zorluklar yıldırmamış, koşullar zorlamamış onu. Biliyor ki zihnine söz geçirebildikten sonra gerisi boş.
Ben zaten farkındaydım dayanıklılığın kas demek olmadığını, kuvvetin sadece en ağırı kaldırmak anlamına gelmediğini. Ama heyecanla ilk kez maraton koşacağımı söylediğim çıtı pıtı bir kadının, Eylül ayında geçekleştirilecek Ironman için hazırlandığını öğrenince de şaşırmadım desem yalan olur. Spor yaparken değil, bambaşka bir iş için buluştuk onunla ve ne de iyi etmişiz.
Bu röportaj vesilesiyle kendisini sizlerle beraber ben de detaylı bir şekilde tanıyacağım aslında. Huzurlarınızda, işsizliği tüm hayatını etkileyecek, alışkanlıklarını kökten değiştirecek bir fırsat haline dönüştüren, ‘kimilerine göre yolun yarısı’na az kala merakını iyi bir şeylere alet eden Özlem Şehirli…
-Özlem Şehirli kimdir? Kendini biraz anlatır mısın bize?
Önce diğer soruları yanıtladım ve bu sona kaldı, biliyor musun? Ne zormuş insanın kendini anlatması. Kısacık bir özetle, çok gezen, çok konuşan, çok spor yapan, çok gülen, çok ağlayan, insan seven, kuş, balık, ağaç, böcek seven, İstanbul’da doğup büyümüş ama kendini Rizeliyim diye tanımlayıp Karadenizli damarını işaret eden, ailesine ve arkadaşlarına hasta, 35 yaşında bir hatunum.
-Bu spor aşkı da nereden çıktı?
2008-2009 yıllarında 1,5 yıl işsiz kaldığım bir dönem oldu. O sıralarda, boşluğa düşmemek ve kendime iyi bakmak adına, her sabah kalkıp Caddebostan sahilinde yürüyüş yapmaya başladım. Sonra bir gün koştum; tam 500 m. Bu mesafeyi koşabildiğim için inanılmaz bir performansım olduğunu zannediyordum . Bir akşam, yeni tanıştığım iki kişinin koşu muhabbeti yaptığını duydum ve kendimi de ‘koşan insan’ diye addettiğim için onların nerede buluşup koştuklarını öğrendim. Ve o hafta sonu, cumartesi sabahı 08.30’da gittiğim 4. Levent buluşması ile Adım Adım maceram da başlamış oldu.
Daha ilk günden, İstanbul’da doğup büyümüş olmama rağmen, burnumun dibindeki Belgrad Ormanı’nın; yanı başımdaki zenginliğin farkında olmadığımı, Adım Adım denen oluşumdaki insanların hem koşup, hem de sporu bağış toplama aracına dönüştürerek bir sürü insanın hayatına adeta sihirli değnekle dokunduğunu, 500 m koşmanın ‘koşuyorum’ demek için yeterli olmadığını öğrendim.
Ve sonrası çorap söküğü… Koşan insanlar, koşan melekler, yeni dostluklar. Spora duyduğum aşk kadar, onun hayatıma getirdiği insanlara olan aşk da var aslında bunun içinde. Tamamlıyorlar birbirlerini. Takım sporu değil ya koşu, çok bireysel görünüyor; yapmayan çok sıkıcı buluyor. Ama öyle değil, çoklu yapılıyor aslında bu spor . Koşmak için bir araya geliyoruz biz. Hem de her yerde; tatil için, iş için gittiğimiz başka şehirlerde, ülkelerde, ormanda, sahilde, parklarda, nefes alıp adım atabileceğimiz her yerde.
-Ironman olmak nereden geldi aklına?
‘Half-ironman’ diyelim, çünkü bu işin bir de full-ironman kısmı var ki, bakalım o ne zaman olur. İlerki yaşlara da hedef bırakmak lazım, değil mi?
Dünyanın gaz ve toz bulutu olduğu döneme inersek, hikayem özetle şöyle:
2009’da ilk 15 km koşum Avrasya Maratonu’nda, 2010’da ilk yarı maratonum Haliç’te. Derken, gözüm Boğaz sularına kaydı; “Koşarak bağış toplayabiliyorsak, yüzerek de toplarız.”dedim ve Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği (TOFD) yararına yüzebilmek için 2010’da Kıtalararası Boğaziçi Yüzme Yarışı seçmelerine katıldım. Spor geçmişim yok benim, ne yüzme, ne koşma, ne atlama, ne zıplama. Ailede büyüklerden örneğim de yok. Bizde spor ‘yapılası’ değil, ‘izlenesi’ bir olgu. Bildiğin apartman çocuğuyum bir de, Barbielerle ve Monopol gibi kutu oyunlarıyla büyümüşüm. Düşmedim, kalkmadım, yara bere izim olmadı 32 yaşıma kadar, bedensel olarak hiç zorlamadım kendimi. Yüzerek Boğaz’ı geçmek, hayalin ötesinde bir şeydi benim için. O hayali, kendime yeni yaş hediyesi olarak vermek istedim.
Dizlerim titriyordu ve gözlerimden yaşlar boşalıyordu Kuruçeşme’de finiş iskelesine çıktığımda. Böylece bir kapı daha açılmış oldu: İsteyince yapabiliyordum. Kendine hediye verme işi de iyi tuttu. O seneden beri her yaz yeni bir hedef, yeni bir sınır belirleyip, tarihi doğum günüm civarlarında olan bir yarış seçiyorum. Boğaz yarışından sonraki sene için: “Bir kerecik olsun triatlon yapmak istiyorum, 33 yaş hediyem bu olacak.” demiştim ve şans o ki, tam da doğum günümde o yıl ilk defa düzenlenen İstanbul Triatlonu’nda sprint mesafede (750 m yüzme – 20 km bisiklet – 5km koşu) triatlon koştum. Açık ara sonuncu olarak yarışı bitirdim ama birinciden bile daha hareketli bir finiş gördüğüm kesin. Arkamdan parkuru topladığı için bana eşlik eden motorlu hakem ekipleri, yarışı çoktan bitirmiş beni bekleyen arkadaşlarım, desteklemeye gelen tanıdıklarım, kuzenlerim… Caddebostan’ın fatihi zannetmiştim kendimi.
Ve o gün, bir sonraki yılın hediyesi de belirdi kafamda: 34. yaşımda maraton koşacaktım. 42.2 km. Berlin Maratonu ile bu da gerçek oldu. Sonunda bu yıl kıymetli 35’i de Half-Ironman (1930 m yüzme – 90km bisiklet – 21km koşu) ile taçlandırmak istedim. Bisiklete binmeyi 18 yaşında, yazlık arkadaşlarımdan utandığım için gizli gizli geceleri çalışarak öğrenmiştim. Sonra da bir daha binme fırsatım olmadı, ta ki aklıma triatlon düşene kadar. Yani 90 km mesafeyi pedalla gitmeyi bırak, aslında o iki teker üstündeki denge bile, çalışılması gereken bir konu benim için. Ama çıktım bu yola, 1 Eylül’de tamamına erecek umarım. 2014’e dair hedef yok şimdilik, bakalım onun için ne ışık yanacak.
-İsteyen herkes Ironman olabilir mi? Ironman dendiğinde koskocaman, kaslı biri geliyor insanın aklına, sen çıtı pıtı bir kızsın.
Henüz yarışı bitirmedim, orada neler olacak bilmiyorum ama bildiğim şey, bitirebilecek güçte olduğum. Her bir hedefe ulaştığımda gördüm ki, sınırlar hep zihnimizde ve ‘beden’, çalışmanın karşılığını veren mucizevi bir yapı. Uzun mesafe / dayanıklılık sporlarının dayandığı üç temel prensip var: Düzenli antrenman, düzgün beslenme, yeterli dinlenme. Bunlara dikkat etmek demek, kendine biraz disiplin uygulamayı ve aslında zihinsel dayanıklılığı da gerektiriyor.
Yarışı koşmak, işin ödül kısmı. O ödüle ulaşmak için aylarca bir program uyguluyorsun. Bazı günler iki antrenman yaptığın, işe gittiğin için sabah 5.30’da kalkmak zorunda olduğun, hafta sonu uykusunun ne olduğunu unuttuğun aylar oluyor önünde. Üstelik hayatındaki tek şey bu değil. İş hayatın, sosyal çevren, ailen ve İstanbul koşulları arasında organize olmak zorunda kaldığın durumlar var. Ben 5 ayda yarışı bitirebilecek noktaya geldim. Aslında ne çok hızlı yüzen, ne rüzgar gibi bisiklete binen, ne de makine gibi koşan biriyim. Gerekenler sadece istek ve onun getirdiği disiplin. İsimdeki “ironman” kaslardan gelmiyor yani aslında, “demir” içimizde saklı.
-Yapmak istediğin ama kendini hazır hissedip de bir türlü başlayamadığın spor dalları var mı?
Hem de neler neler var. 3 yıl önce hayatımda sporun s’si yokken, şimdi yapabildiklerimi, dayanabildiklerimi düşününce, bedenin sınırlarını genişletmenin ne kadar mümkün olduğunu da görüyorum.
Aklımda en başta windsurf var. 4-5 yıl önce başlamıştım ders almaya ama bayağı çelimsizdim ve yanlışlıkla belime çok yüklendiğim için, daha hevesimi alamadan belimi sakatladım. Şimdi kendimi çok daha güçlü ve beden kullanımı konusunda daha ‘farkında’ görüyorum. Önümüzdeki sene Gökçeada sularında yeniden windsurf deniyor olacağım. İçinde su ve denge olan her spora talip olabilirim. Yüzmeye ve bisiklete binmeye de aslında yeni başladım. Açık deniz yüzme yarışları var, bisikletle kat edilecek uzun mesafeler var. Elimdekilerle uğraşmaya da devam.
-Çevrendekiler nasıl bakıyorlar senin bu koşuşturmacana? “Yeterince zayıfladın, bırak artık şu sporu!” diyenler ya da daha ilginç şeyler söyleyenler var mı?
Koşturmacaya koşuyla başlamıştım. Önceleri “ne koşuyorsun bu kadar, ne olacak yani”, “koş koş nereye kadar”, “eriyip biteceksin, zayıflamak için mi yapıyorsun” gibi tepkileri çok alıyordum. Zaman içinde ailem de arkadaşlarım da, bunun bir heves ya da birkaç aylık hobi değil, hayatımın bir parçası haline geldiğini fark ettiler. Değişimi ve gelişimi gördükçe de artık “ee sırada ne var?”, “sen bunu da yaparsın” deyip cesaretlendirmeye başladılar. Meleklerimin, yakın arkadaşlarımın ve yöneticilerimin desteğini ve inancını da es geçemem.
-‘Galiba çok paran ve zamanın var ki bunca şeyle uğraşabiliyorsun’ diye düşünenler de pek azımsanacak sayıda olmasa gerek.
Günlük hayatımdan biraz bahsedeyim bunu açıklamak için:
Sabah 8.30, akşam 17.30 arası çalışan maaşlı bir insanım ben. Bu, kısıtlı kaynak demek.
Görevim finans departmanında. Bu da para demek, stres demek, hep bir şeylerin acil olması demek, zaman yönetimi demek.
Evim Anadolu yakasında, işim Avrupa’da. Bu, trafik demek, ölü zaman demek.
Erkek kardeşimle birlikte yaşıyoruz, evin ablasıyım, çekip çevireniyim. Bu, sorumluluk demek.
Yani herkesten daha kolay, daha zengin, daha bol zamanlı bir hayatım yok.
Spor bunların arasında yerini buldu. Çünkü onun için gerekli zamanı yaratıyorum, bazen biraz daha planlı hareket ederek, bazen 1 saat daha az uyuyarak, bazen sosyal programlar arasında tercih yaparak.
Ama sonuçta, isteyince olabiliyor.
-Tüm bunları yaparken iyilik peşinde koşmayı da ihmal etmiyorsun. Biraz bahseder misin neler yaptığından?
Adım Adım ile birlikte iyilik peşinde koşma kavramı da hayatıma girmiş oldu. Bu aslında yurt dışında, sivil toplum kuruluşları (STK) için çok yaygın kullanılan bir kaynak toplama, bağışçı kitlelere ulaşma aracı. Türkiye’de ilk defa Adım Adım ile başladık anlatmaya ve uygulamaya.
Özetle; yaptığımız sporu, belirlediğimiz yarış hedefini, seçtiğimiz STK’yı desteklemeye adıyoruz. Sosyal çevremize, bu yarışı, STK’yı, ne için çalıştıklarını ve neden kaynak ihtiyacında olduklarını anlatıyoruz ve az/çok tutar fark etmeden yapacakları bağışın yaratacağı farkı aktarıp, katkıda bulunmaların istiyoruz. Burada en önemli nokta şu ki biz paraya değmiyoruz. Bağışlar, direkt olarak STK’nın banka hesabına yapılıyor ve bilgi akışı son derece şeffaf. Kendi aracılığımızla o STK’ya ne kadar bağış yapıldığını ve sonra bu bağışın nerede kullanıldığını sorgulayabiliyoruz.
Ben daha önce Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği’nin ihtiyaç sahiplerine alacağı akülü tekerlekli sandalyeler için ve Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın Van depremi sonrasında o bölgede yaptığı öğrenim birimi binası için bağış topladım. Bu yarışta da Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı (Koruncuk) için bağış toplayacağım. İstanbul’da Bolluca Köyü’nde bir yaşam kurulu Koruncuklar için. Oradaki miniklerin ihtiyaçlarına destek olmak istiyorum.
Adım Adım aracılığıyla destek verdiğimiz STK’ların listesi ve hesap bilgilerine ulaşmak için lütfen tıklayınız.
-Yani profesyonel sporcu olmaya, derece filan almaya gerek yok, öyle mi? İsteyen herkes seçtiği bir STK için bağış toplayabilir.
Kesinlikle. Bu da tamamen, yaptığınız şeye inanmanız, bunu etrafınıza aktarmanızla ilgili. İnsan ilk başta garip bir şekilde utanıyor bunu anlatmaya çalışırken. Sanki kendin için para istiyormuşsun gibi geliyor, çok duyulmuş bir yöntem de değil ki memlekette “Ben yarışa gidiyorum, sen de benim için bağış yap.” demek.
Sonra o bağışların gittiği yeri, o insanların hayatında nasıl bir fark yarattığını kendi gözünle gördüğünde, etrafına da daha iyi anlatmaya başlıyorsun. Spor da iyiliğe sadece vesile. Koş, yürü, yüz, tırman, uç… Hiç fark etmez. Birilerinin yardıma ihtiyacı var, birilerinin de yardım etme isteği var. İkisini buluşturmaya aracılık ediyoruz biz de. Adım Adımlı arkadaşlarım Kasım ayında yapılacak Avrasya Maratonu’nda yürüyerek, koşarak bağış toplayacaklar. İsteyen herkes bu ekibin bir parçası olabilir. Her şey ilk ‘adım’a bakıyor.
Kıvanç’tan notlar:
- İtiraf ediyorum, şu tenisçi dirseğimden kurtulur kurtulmaz yüzme konusunda kendimi bir sınayacağım. Çok iyi değilim ama olmamam için bir sebep de yok. Koşup, bisiklete biniyorum, bir de yüzdüm mü; gelsin triatlonlar. Şaka bir yana, neden olmasın? Takipte kalınız, olmadı beni arada uyarınız; “Ne oldu senin triatlon?” diye…
- Adım Adım ile Harekete Geçmek için tıklayınız.
- Şirketiniz adına kuracağınız takımlarla birlikte de Adım Adım’a katılabileceğinizi biliyor muydunuz? Şuradan detaylı bilgi alabilirsiniz.
- Ironman 101 başlığı altında detaylıca anlatılan bilgilere şuradan ulaşabilirsiniz.
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.