“Derinlemesine hasta bir topluma uyum sağlamak bir sağlık ölçütü değildir.” – Krishnamurti
Gündemi her daim dolu, flaş haberleri eksik olmayan bir ülkede yaşamak, ister istemez insanın “normal” algısını değiştiriyor. Refah seviyesi zirveye oynayan ülkelerle üçüncü dünya ülkelerinin normallik referans noktası ya da eşiği, artık nasıl tanımlamak isterseniz, aynı olmuyor. Böyle anlatıldığında refah seviyesi yüksek olan, medeni ülkelerde yaşayanların daha normal olduğu düşünülebilir.
Dr. Gabor Maté’ye soracak olursanız, bunun tam tersi doğru!
“Normal” kavramını ne kadar iyi biliyoruz?
Gabor Maté ünlü Macar nörolog, psikiyatr, bağımlılık tedavisi uzmanı ve yazar. Aslında, bu kadarcık kartvizit bilgisi kendisini tanımlamaya yetmeyen bir bilim insanı… 1944’te doğan ve soykırımda ailesini kaybeden Maté, gençliğinde Kanada’ya göç ederek eğitimini burada tamamladı. Edebiyat öğretmeni olarak başlayan kariyeri, çocukluk hayali olan doktorluk için yön değiştirdi ve Maté madde bağımlılığı, HIV ve psikolojik rahatsızlıklarla ilgilendiği bir tedavi merkezinde çalışmaya başladı. Halen bu görevi sürdüren Maté’nin dikkat eksikliği ve konsantrasyon bozukluğu, stres ve bağımlılık üzerine çok satan kitapları mevcut.
Gabor Maté zaman zaman konferanslara katılarak, tıp camiasına psikolojik rahatsızlıkların tedavisi için önerilerde bulunuyor, sesli ve görüntülü röportajlar veriyor. Bunların amacı, hekimleri akıl hastalıkları konusundaki yanlış ön yargılardan arındırmak ve bu tip hastalıkların bireysel değil, toplumsal yönüne dikkat çekmek.
İşte bu röportajlardan birinde Maté, “normal” kavramına değişik bir bakış açısı getiriyor. Normalin bir mit olduğunu, yapay bir algıdan meydana geldiğini söyleyen Maté, toplum tarafından normal ve anormal (hasta) diye yapılan ayrıma karşın, tüm kavramların süreklilik içinde olduğunu öne sürüyor. Gabor Maté’ye göre şizofreni, dikkat eksikliği gibi patolojik durumlara hepimiz belli düzeylerde sahip olduğumuzdan, saf bir normallikten bahsetmek mümkün değil. Ancak, tüm bu psikolojik rahatsızlıkların temelinde tüketim odaklı ve açgözlü bir hayat tarzı yatıyor.
Gerçekten de, sahip olduğumuz para ya da eşyaların bizi gerçek anlamda mutlu eden şeyler olmadığını yaşadıkça anlıyoruz. Çocukluğun ya da o fakir öğrencilik günlerinin tasasız mutluluğu belki de tam şu köşe başında, ama onu bulmak için köşeyi dönmeye gerek yok! Elbette hayati ihtiyaçlarımızın karşılanamadığı bir maddi zorluk hali değil söz konusu olan. Bize gerçekten gereken miktardan fazlası, daha fazla para, eşya, mal mülk eninde sonunda bize hizmet etmek yerine sahip oluyor. Bu bize mutluluk getirmek şöyle dursun, yukarıda bahsedilen rahatsızlıkların temelini atıyor.
Başta bahsettiğimiz medeni ve bireyselliğe önem veren toplumlarda, insanların duygusal ihtiyaçlarının görmezden gelindiğini, arka plana atıldığını söylüyor Gabor Maté. Çünkü mevcut ekonomik sistem bize önemli olanın şahsiyetimiz değil, başkaları tarafından bize biçilen değer olduğu bilgisini dayatıyor. Ürettiğimiz ve tükettiğimiz ölçüde değer taşıyor, öte yandan bilgi ve birikimimizle var olamıyoruz. Maté, bu toplumlarda üretim – tüketim döngüsünün hedef kitlesi sayılmayan yaşlıların görmezden gelinmesini de büyük ölçüde buna bağlıyor.
Maté, tüketim odaklı toplumların değer yargıları ve erdem saydığı özelliklerden giderek uzaklaştığına dikkat çekiyor. İnsanların sevgi ve şefkat çevresinde birleşmediklerinde kendilerini ve varoluş amaçlarını reddettiklerini söyleyen Maté, “şizofren olmak için en iyi yer medikal teknolojinin tüm imkanlarının ayağınıza serildiği ABD değil, Afrika ya da Hindistan’daki ücra bir kasaba olabilir” diyor ve ekliyor: “Buralarda hala kabullenme ve iletişim var, insanlar birbiriyle bağ kuruyor ve kendilerini ifade etme zemini bulabiliyorlar.”
Videoyu altyazılı izlemek isteyenler için, altyazı seçeneği de mevcuttur.
İlginizi çekebilir: Mutluluk neden toplumsal bir çaba gerektiriyor?
Kaynaklar:
theunboundedspirit.com
goodtherapy.org
drgabormate.com
flickr.com