“Zamanınız kısıtlı, bu yüzden başkalarının hayatlarını yaşayarak onu harcamayın. Başkalarının düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşama dogmasına takılıp kalmayın. Başka insanların fikirlerinin gürültüsünün kendi kalbinizin sesini duymanızı engellemesine izin vermeyin…”
Steve Jobs
Liderliğin sanatı mı olur diyeceksiniz, evet, bugün bu sorunuza cevabım “evet”. Liderliğin de bir sanatı var. Ve bunun en önemli bölümü tek başınalıktan ve her şeye karşı tek başınalıktan gelmekte. Şimdi sizlerle birlikte biraz tek başınalığı inceleyelim istiyorum. Genel olarak “tek başımıza” kalmak kötüdür, istenmeyendir, “A bak tek başına kaldı” diye yadırganacak olandır…
Bucak bucak kaçarız tek başınalığımızdan, kimilerimiz sahte dostluklarla cümle aleme tek başımıza olmadığımızı göstermeye çalışırız, kimilerimiz kitaplara, televizyona, sonra telefona sığınırız değil mi? Peki ya tek başımıza kalsaydık? Birazcık olsun ne istediğimizi, nereye gittiğimizi, neyi savunduğumuzu, ne ile uğraşmak yolunda olduğumuzu enine boyuna düşünme fırsatımız olsaydı?
Belki yeni fikirlerle, belki yeni anlayışla geri dönseydik? Kendimizi ve başkalarını tek başına olmakla yargılamadan önce tek başınalıktan gelen asaleti azıcık olsun görebilseydik? Tek başımıza kaldığımızda ve hatta bir fikri savunurken, hayatımızla ilgili bir karar alırken, sırf o, bu, şu, annemiz, babamız, eşimiz, dostumuz beğenecek veya mutlu olacak diye değil de, hayatımızın lideri olarak sadece bize dönük, bizim tek başınalığımıza ve tek başımıza ayakta durduğumuz bir karara bağlı olsaydı bu gerçek durum?
Sırf diğerleri bizi desteklemedi diye seçimimiz yanlış mı olurdu? Sırf toplum yanımızda olmadı ve bizi “uygun” bulmadı diye gittiğimiz yol yanlış mı olurdu? Eğer başkasının hakkını yemiyorsak, kimseye bir kötülük etmiyorsak, sadece kendimiz için en iyi olanı istiyorsak ve buna karar da vermişsek o zaman tek başımıza olmak çok mu ağır bir karşılık? Katlanamayacağımız kadar kötü bir durum mu?
Siz hiç tek başınıza, örneğin on gün kimseyle konuşmadan sadece kendi kendinizi dinlediniz mi? Ben yaptım. Bundan beş yıl önce tek başıma çıktığım Arjantin, Şili, Uruguay turumda tek başımaydım. Ve yaklaşık olarak on gün boyunca çok gerekmedikçe kimseyle konuşmadan sadece kendimi dinledim. Kendi hayatım için neler söylediğimi. Tek başımalığımdan utanmadan, sıkılmadan. Yanımda ondan fazla kitabımla birlikte başka hiçbir şeyin ne sahibi, ne sorumlusu, ne de yargılayıcısı olarak… Sadece tek başıma, bir yalnız Pınar olarak on gün boyunca yürüdüm, insanların fotoğraflarını çektim, öğrendim, okudum ve hep tek başımaydım…
Bugün tek başıma kalmak, düşünmek, tek başıma zaman geçirmek en fazla gereksinim duyduğum şeylerden bir tanesi. Neredeyim, ne yapıyorum, neye doğru gidiyorum, kimim, dünden bugüne neler değişti, ben bana gerçekten bakıp da her şeye rağmen tek başıma ayakta, her şeye karşı durabiliyor muyum, işte bunları soruyorum… Aldığım cevaplar bazen yeterince açık olmuyor, bazen cevap gelmiyor, ama illa ki bir şey duyuyorum; “Doğru yoldasın.”
Bir lider olarak hayatımızda kararlar veririz. Başkalarıyla, hatta çok sevdiklerimizle bile bazen ters düşeriz… İşte bu durumlarda neye güveneceğiz? Tek başımalığımıza. Dışarıda olan yoktur, soruyu içimize soralım; “Ben kimim, bu kararı neden aldım, neyi istiyorum, bunun riskini alıyor muyum, olmadığında ne hissedeceğim, yola devam etmeye cesaretim var mı?”
Ben sesi duyabiliyorum, “Evet cesaretim var!” Tek başımıza da olsak her lider güzeldir. Her hayat kendine özgüdür. Hayatımızın ve lider olmamızın kıymetini bilelim…
İlginizi çekebilir: Liderlikte “yeni” olan: Eskiyi bırakabilmeye ne kadar gönüllüyüz?