dummy

Bir korkunun anatomisi: Korkmak ve onu yenememek, bir şeyden vazgeçmek için yeterli midir?

Böyle bir soru etraflıca bir yanıtı hak ediyor aslında. Psikoloji, sosyoloji, biyoloji gibi alanların kesişmesiyle verilebilecek bir yanıt mesela. Fakat ben çok öznel bir taraftan dalga sörfü deneyimim merkezinden bakmak ve ortaya cevaplardan çok yeni sorular atan bir nevi “iç dökme” yazısı yazmak istedim.

dummydummy

Öncelikle bu soruyu sormama sebep olanlardan bahsedeyim: Dalga sörfüne, özellikle benim istememle başlamamızın 3. senesinin sonunda, içimde net bir şekilde bileşenlerini ve kaynaklarını ancak sonraları tanımlayabildiğim bir korku başladı. Sonraki senelerde her sörf tatili planımız, hem çok istediğim, hem de beni geren bir şeye dönüştü. Diğer yandan, hayatımda spor dışı alanlarda, hareketlerimin, düşüncelerimin kaynağındaki içsel diyebileceğim mekanikleri -derindeki korkuları ve arzuları anlamaya yönelik neredeyse saplantılı bir davranışım olmuştur hep. Dolayısıyla sörfün bende korku yarattığını fark ettiğimde ilk tepkim, derine inmek ve nedenini anlamayı istemek oldu. Tabii bu zaman alan bir süreç ve (bu seneye kadar) her yıl ancak 6-8 gün sörf yapabildiğimizi düşünürsek, geçtiğimiz 3 sörf tatilini garip bir ruh halinde geçirdiğim söylenebilir.

Öncelikle dalga sörfünün öğrenme eğrisinin şahsen yaptığım başka hiçbir spora benzemediğini ve şu ana kadar öğrenmeye çalıştığım en zor bedensel aktivite olduğunu söyleyebilirim. Bir fikir vermesi için, Kosta Rika’da bulunan bir sörf okulu olan Surf Simply’nin seviyeler ve becerileri detaylandırdığı diyagramına göz atabilirsiniz.

Hal böyle olunca, Levent’le 3. seneye kadar yakın giden sörf seviyelerimiz arasında, bu sene itibarıyla büyük bir uçurum var. Bunu da sanırım en çok geçen sene hissetim. Öyle ki, line up’ta dalga yakalamak yerine, “dalgadan kaçmak” konusunda uzmanlaşmaya doğru gidiyorken, geçen sene Portekiz’in sert okyanus koşulları karşısında onu bile yapmaktan çekindim ve bazı günler bir alt seviyenin derslerinde beyaz köpüklerde “oynamayı” tercih ettim. Aslında tam olarak kendimi iki seviye arasında kısılı kalmış hissediyorum diyebilirim: İlkinde beni geliştirmeyen bir bilindiklik, ikincisindeyse bir zamanlar yapabildiğim ama artık bazen korkudan teşebbüs bile etmediğim, aşılamaz bir duvar. İki sene önce öyle bir nokta geldi ki kendime “Ne zorum var? Niye ısrar ediyorum sörf yapmaya çalışmakta? Neden bırakmıyorum?” diye sordum (Bu yazının konusu değil, ama korkunun kaynağını öğrenmek dışındaki devam etme motivasyonum, sörfün beni okyanusla, denizle ve suyla başka hiçbir şeyin yapamadığı gibi bağlantıya geçirebilmesi).

Korktuğum şeyin ne olduğunu ve tam olarak hangi anda ne hissettiğimi düşünmeye, anlamaya çalıştığımda, “wipe out” olduğumda (yani güçlü bir dalga üzerimde kırılıp beni çamaşır makinesi santrifüjünün yaptığı gibi bir süre suyun içinde çevirdikten sonra fırlatıp atması), suyun altında ne kadar süre nefessiz kalacağımı bilememek kendime ilk verdiğim cevaptı. Buna ek olarak o esnada tahtamın bana veya başkasına çarpması ya da önümde veya arkamda başkası da düşmüşse onun tahtasıyla çarpışma ihtimalleri bu korkumu katladı. Tabii başka etkenler de var: İki sene öncesine kadar, yüksek miyobum yüzünden suya ancak lenslerimle girebiliyordum ve de wipe out sırasında yüzeye çıkmama ne kadar mesafe kaldığına bakmak istesem veya yüzeye çıktıktan sonra üzerimde kırılacak bir sonraki dalganın uzaklığını görmek istesem yüzümden akan suları savuşturmadan gözlerimi açamayacak olmak örneğin… Bunların hepsi tutarlı neden-sonuç ilişkileriyle açıklanabilecek ve bir noktada kontrolsüzlük hissinin verdiği korkuyla birleşen şeyler.

Kontrol kaybına bağlı olan korkuyu, “Sörften benim gibi korkan başkaları var mı acaba?” diyerek yaptığım bir arama sırasında yine Surf Simply’nin bir blog yazısında görmüştüm (yazıda ayrıca bir öğrencileri özelinde korkuyu yenmek için ne gibi egzersizler yaptıklarından bahsediliyor).

2 sene önce Bali’de Wave House’ta geçirdiğimiz sörf tatilinden benim için zihin açıcı olan iki anım var. İlki Avustralyalı bir sörf eğitmeninin sörf sonrası bir foto-analiz seansında, pek çok kişinin yaptığı bir hatalı davranış hakkında: “Dalgayı sürmeye başladıktan sonra suda önünüzde duran biri varsa çarpma endişesi taşımanız normal. Ama eğer o kişiye çarpmamak için bakışınız, vücudunuz ve dikkatinizi (yani zihni) o kişiye odaklarsanız, o kişiye doğru yol alırsınız. Dikkatinizi ve dolayısıyla bakışınız ve bedeninizi gitmek istediğiniz yöne odaklayın, yani sudaki kişinin hemen yanındaki boş alanlara. O zaman boş ve rahat olan yere gider tahtanız.

Bu çekim yasasından mindfulness pratiğine kadar farklı çağlarda, farklı şekillerde ifade edilen ortak bir bilginin inanılmaz sade ve somut bir şekilde aktarımıydı. Üstelik o kadar da basitçe mantıklı ki: Nereye bakarsan oraya gidersin tabii! Diğeriyse Rus bir eğitmenin başka bir foto-analiz seansında, korkuyla ilgili anlattıklarıydı: “Korkmak doğal. Ben bile dibi mercan olan yerde 5-6 metre dalgaya giren arkadaşlarıma soruyorum, ‘Nasıl oluyor da tahtanız aşağı doğru kayarken hem denizin dibini görüp hem de korkmuyorsunuz’ diye. Cevapları önümüze bakmıyoruz ki, denizin dibini görmeyelim diye alnımızı tahtaya gömüp kulaç atıyor ve tahtanın üzerinde kalkıyoruz, baksak biz de korkarız oldu.

Kontrolü yitirmek, belirsizlik, bunlar benim için geçerli olsa da, aynı seneki sörf seanslarında çekilen bazı fotoğraflarıma bakınca, korkumun merkezinde başka bir şey olduğunu düşündüm. Gerçekten artık öyle bir noktaya gelmiştim ki, daha wipe out olmadan önce bile yüz ifademden sadece korku okunuyordu!

Bu fotoğraftaki an ve benzerlerinden hemen öncesindeki zihnimde ve bedenimde olan şeylerin üzerine düşünmek, son noktayı koydu: Başarısızlık korkusu! Zihnim, daha önceki birkaç başarısızlığı ve onun sonucunda ortaya çıkan “korkutucu” deneyimlere öylesine sıkı sıkı sarılmış ki, bir noktadan sonra her yeni denemenin de başarısızlıkla sonuçlanacağına kendini inandırmış. Sanki başka bir ihtimal yokmuş, her şey önceden belirlenmiş gibi. Bedenim de buna uyumlu şekilde gergin, kas hafızasına yarı yerleşmiş hareketlere erişimi kapalı, kalbim yerinden çıkacak gibi ve yüzümde bir acı ifade…

Şunu söylemeliyim ki, tüm bunların sonucunda farkındalığımın geldiği noktada, kendime çok gülmüştüm. Böylece, başaramasam da, beceremesem de, sörf hayatım boyunca bu noktada kalsam da, beklentisiz şekilde bulunduğum anın keyfini çıkarmaktan kendimi alıkoymamam gerektiğini idrak ettim.

O zamandan beri de, İstanbul’da sörf yapma imkanı bulmaktan ve suda olmaktan derinden tatmin edici bir keyif alıyorum. Korkumun halen üzerinde çalışıyorum, derin nefesler alıyorum, suya, denize, okyanusa sevgilerimi, onunla bir hissetme niyetimi iletiyorum, kalbimi onun gücüne teslim ediyorum ve kendimi sürmeyi seçtiğim dalgaya “dedike” etmeye çalışıyorum. Bu bir “work-in-progress”, ama en azından kendi üzerimde başarısızlık baskısı kurmadığım, bulunduğum noktayı kabul ettiğim bir gelişim.

İlginizi çekebilir: İstanbul’da evden 40 dakika mesafede dalga sörfü destinasyonu: Riva Surf House

Gözde Mimiko Türkkan: Gözde Mimiko Türkkan, fotoğraf, sanatçı kitabı, video gibi çeşitli medyumları kullanarak toplumsal olarak inşa edilmiş kimlikler ve cinsiyet rolleri üzerine çalışmalar üretir. Eserleri, 2010’da Londra’da Central Saint Martins’de güzel sanatlar bölümünde yüksek lisansını tamamladığından beri yurtiçi ve yurtdışında çalışmaları sergilenmektedir. Öte yandan 15 yıl kadar önce başladığı dövüş sporlarına olan ilgisini ve deneyimini paylaşmak için Muay Thai ve CrossFit temelli dersler verdi. Ayrıca İstanbul’un ilk amatör koşu gruplarından olan İstanbul Koşu Kuvvetleri’nin ve Sosyal Güçlendirme için Spor ve Beden Hareketi Derneği BoMoVu’nun kurucularından. Muay Thai haricinde partneriyle beraber hayatlarında düzenli yer edinmiş snowboard, dalga sörfü, CrossFit, koşu ve yoga gibi sporlar ve bedensel aktivitelerini @sync.riders hesabından paylaşmaya devam ediyor.

Anne evi rahatlığında seçimler: Anneler Günü’ne özel içinizi ısıtacak hediye önerileri

“An-ne”; iki hecesine dünyaları sığdıran; güven, sıcaklık, huzur, sevgi ve daha nice güzel duyguyla bizleri kucaklayan, yorgun günlerin ilacı, mutlu anların ortağı, düştüğümüzde koştuğumuz, sevincimizi ilk paylaştığımız o eşsiz kahraman. İki hece ama içinde bir ömür saklayan… Anne demek bir evin kalbi demek, sevgiyle hazırlanmış sofralar, kahve fincanında biriken mutlu anılar, bir koltukta kurulan huzur, sıcak bir evin rahatlığı demek. Çünkü bir annenin dokunduğu her şey, dünyayı biraz daha yaşanır kılar. İşte bu yüzden Anneler Günü yaklaşırken bu yıl onlara sadece bir hediye değil, hissettirdikleri o tarifsiz sıcaklığı, huzuru, ‘anne evi rahatlığını’ hediye etmek gerek. Ne de olsa her şeyin en iyisini, güzelini, rahatını, konforlusunu hak eden onlar.



Geçmişten günümüze dönüşümler geçirmiş olsa da bu özel ve anlamlı günün değişmeyen en önemli özelliği, kalbimizde ayrı bir yeri olan annelerimizi onurlandırmak için bir fırsat sunuyor oluşu. Şüphesiz ki annelerimizin bize kattığı güzellikleri bir güne sığdırmak mümkün değil ama bu özel günde özenle seçeceğimiz küçük bir hediye, onların bizim için ne kadar değerli olduğunu hissettirmek için şahane bir fırsat olabilir. Önemli olan, seçtiğimiz hediyeye sevgimizi katmak; tıpkı onların her lokmaya, her bakışa kattığı sevgi gibi. İşte birkaç sıcak öneri:

‘Anne kucağı’ gibi: Konforu eve taşıyacak hediyeler

Anne kucağının o benzersiz sıcaklığı, en zor zamanların bile en güzel ilacı değil mi? Ve evet aslında hiçbir hediye tam anlamıyla o sıcaklığı vermeye yetmez ama yine de biraz da olsa yaklaşabilir. Film keyfi için sıcacık ve yumuşacık bir battaniye, polar bir sabahlık, rahat terlikler, evin her köşesini anne sıcaklığına büründürecek ev tekstili ürünleri, yastıklar, kırlentler ve çok daha fazlası ile annelerinize bu Anneler Günü’nde huzur ve konforu hediye edebilirsiniz.

‘Anne eli değmiş’ gibi: Kişisel bakım ürünleri

Annelerimizin dokunduğu her yeri güzelleştirdiği aşikar… ‘Anne eli değmiş gibi’ dendiğinde her ne kadar lezzetli yemekler akıllara gelse de, bir atkının düğümünde, bir buklenin düzeltilmesinde de aynı özen var. Bazen son bir anne dokunuşu her şeyi bambaşka yapabilir. Annenizin kendisine de en az başkalarına gösterdiği kadar şefkatle ve özenle yaklaşması için kişisel bakım ürünlerinden şahane hediyeler seçebilirsiniz. Parfümler, cilt bakım ürünleri, saç şekillendiriciler, makyaj setleri ve çok daha fazlası bu özel günde annenizin yüzünde güller açtırabilir.

‘Annemin tarzı’ gibi: Zamansız, şık ve özel parçalar

Bazı parçalar vardır, bize hep annemizi hatırlatır. Onun yıllardır severek taşıdığı bir fular, özel günlerde takındığı bir broş ya da gençliğinden kalma bir ceket… Şimdi, o hatıraların yanına çok daha özellerini eklemenin tam zamanı. Zarif elbiseler, şık altın takılar, birbirinden güzel aksesuarlar, rahat ayakkabılar, yazlık kombinlerini tamamlayacak parçalar ve çok daha fazlası Anneler Günü’nde harika hediyelere dönüşebilir.

‘Anne sofrasından fırlamış’ gibi: Sofralara renk ve lezzet katan detaylar

Anne sofrası; her tabakta ayrı bir hikaye, her kasede ayrı bir emek ama hepsinde aynı lezzet. Kimi zaman dört gözle beklenen bayram sofralarının, kimi zaman okuldan eve dönüşte karşılayan leziz yemeklerin yıldızı annelerin sofralarını daha da güzelleştirecek, mutfakta geçirdikleri zamanları kolaylaştıracak pratik ve şık ürünler harika hediyeler olmaz mı? Şık yemek takımları, renkli masa örtüleri, kahve makineleri, mutfak robotları, airfryer’lar ve çok daha fazlası tek bir tık uzağınızda.

Pazarama’da ‘anne evi rahatlığında’ alışveriş

Annenize hissettirmek istediğiniz tüm bu duygular, bir hediyeye sığabilir mi? Belki tam olarak değil, ama Pazarama’da, onun kalbine dokunacak seçenekler sizi bekliyor.

Pazarama, binlerce ürün seçeneği, avantajlı fiyatlar, çok kanallı erişim imkanı ve güvenli ödeme alternatifleriyle size anne evi rahatlığında bir alışveriş deneyimi sunuyor. Bir hediye seçin, içine sevginizi katın ve annenize onu ne kadar çok sevdiğinizi bir kez daha gösterin. Aradığınız her şey Pazarama’da.

Ayrıca Anneler Günü’ne özel şahane kampanyalar da sizi bekliyor. Pazarama üzerinden yapacağınız 750 TL ve üzeri alışverişlerde geçerli “HEDIYE125” kupon kodu ile 125 TL indirim fırsatı yakalayabilir, eğer Pazarama Plus üyesi iseniz aynı tutardaki alışverişleriniz için “PLUS200” kupon kodunu kullanarak 200 TL’lik özel indirimden faydalanabilirsiniz. Hepsi ve daha fazlası için hemen tıklayın, tam anneme göre’ diyeceğiniz hediyeleri kaçırmayın.  Her şeyin en iyisini hak eden anneler için, bu Anneler Günü’nde sadece bir hediye değil, bir “teşekkür” armağan edin.

*Bu yazı Pazarama katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale
whatsapp