Bir İstanbullu neden Edinburg’u çok sever?
Edinburg sönmüş bir volkandır, bu yüzden her yer yokuş, yamaç, yükseltidir. Bu tarafıyla şehir tam da İstanbullu’ya göredir. Çünkü tepeli şehirlerin yaşayanlarına iki boyutlu şehirler fazla düz ve sakin gelir. İstanbul’da yokuşlar dik, hayat zor, günlük koşuşturma hararetli ama sürprizler de bir o kadar çok ve beklenmedik olabilir. Ufukta görünenler çok uzakta olsa da ulaşılabilir gibidir.
İstanbullu’nun gözü her yokuşun sonunda deniz arar. Edinburg’da da yollar denize çıkar. Bizim Boğaz’ımız değil tabii, buz gibi Firth of Forth, ama olacak o kadar.
Benim gördüğüm benzerlikler bu kadar. Gerisi fark, ama bu farklılıklar İstanbullu’ya Edinburg’u çok sevdiriyor. Mesela tren garına bir roman adını (Waverley) verecek kadar ya da bir yazar (Walter Scott) için dünyanın en büyük anıtlarından birini yapacak kadar edebiyata, felsefeye kıymet verilmesi… Şehir merkezinde tek bir alışveriş merkezi ancak sayısız (ve ücretsiz) müze olması… Taş eski şehirle tezat, kalan her karışın bahçe, park ve ağaç olması… Her yere yürüyerek ya da bisiklet yollarından ulaşılabilir olması… Publarından kaldırım taşı sokaklarına kadar kültürünü ve otantikliğini koruması… Musluktan akan suyun, solunan havanın, yürünen yolların tertemiz olması… Bunlar da İstanbullu olarak hasretini çektiklerimiz, Edinburg’u bize sevdirenler.
Bir de Edinburg’un viskisi rakıdan farklı sanki, insanı sohbete değil de içine döndürüp bu yazıyı yazdırıyor 🙂
İlginizi çekebilir: Karialılar’ın izinde bisiklet sürmek