Bir anoreksiya nervoza hastasının gözünden: Dünyadaki açlık sorunu
Birkaç gün önce Mosaic Science’ta yetersiz beslenmenin ve gıda güvencesizliğin çocukların sağlığını fiziksel ve psikolojik olarak nasıl etkilediği üzerine bir yazı okudum. Güvenli ve yeterli gıda kaynaklarından yoksunluk Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler ve ulusal sağlık bakanlıkları başta olmak üzere birçok kurum ve kuruluşun dikkat çektiği ciddi bir tehlike. Üstelik bu tehlike pek çoğumuzun zannettiği üzere sadece yoksul veya az gelişmiş ülkelerin insanlarını değil gelişmekte olan ülkeleri hatta ABD, İngiltere gibi kalkınmış ülkeleri de etkiliyor. Açlığın ve yetersiz beslenmenin özellikle çocuklarda göze görünen sonuçları (bodurluk, aşırı zayıflık, güçten düşme vb.) ise tehlikenin yalnızca kısıtlı bir boyutu çünkü hayatında kısa bir dönem bile açlık çeken çocuklar bu durumun fiziksel ve psikolojik olumsuzluklarından hayatlarının ileriki aşamalarında da etkilenmeye devam ediyor.
Mosaic’te okuduğum yazı beni bundan bir yıl öncesine götürdü. İş dönüşü, Pangaltı’ya doğru yürürken köşe başından bir çocuk seslendi. 8-9 yaşlarında ancak var. Dürümcünün önündeydi, dürüm istedi benden. Uzun zamandır mücadele etmekte olduğum anoreksiya nervoza beni yalnızca kendi bedenimin ihtiyaçlarına duyarsızlaştırmakla kalmamış, diğer insanlarla arama da aşılması güç setler çekmişti. Kendimi yıllardır aç bırakmaya, bedenimin ihtiyaçlarına kulak asmamaya öylesine alışmıştım ki, bunu öylesine içselleştirmiştim ki cebinde kendine dürüm alacak parası olmayan bir çocuğun karnını doyurmak için çabalaması bile bana mısın dememişti! Yürüdüm geçtim. Ancak birkaç adım atabildim. N’oldu, nasıl oldu bilmiyorum ama anoreksik tarafımın bastırdığı, ezdiği (asıl) beni duydum ve arkama dönüp çocuğun yanına gittim. Büfede çalışan kişiye siparişi verdik, sonra çocuk içeri geçip hevesle yiyeceğini beklemeye koyuldu. Bir yıl öncesine dönüp bakınca o anki hislerimi şöyle anlatmışım:
İçeri geçti çelimsiz, esmer ve biraz kirli çocuk.
Önce oturmadı, dürümün hazırlandığı tezgâha camın öte tarafından kafasını kaldırıp baktı. Ağzı hafif açıktı.
Ödemeyi yapacakken, et ve yağ kokusundan KORKARAK başımı zor da olsa içeri uzattım.
“Su ya da ayran da verir misiniz,” dedim.
Çocuk beklentiyle bana doğru kafasını çevirdi. Ah! Anoreksik sesin “sağlıklı ye, iç, güvenli yiyecek listeni bozma” öğütlerini (!) dinlemeye o kadar alışkındım ki o çocuğun başka bir şey içmek isteyeceğini akıl edemiyordum.
“Ya da ne içmek istiyorsa?” diye toparladım hemen, çocuğa bir daha bakmadan.
“Kola,” dedi. Tam isabet.
Yan gözle takip ettim. Geçti yerine oturdu. Dürümü hazırlayan adamın hareketlerini takip edebileceği bir masaya.
Ben de bana düşeni yaptım. Ödemeyi. Ve –kısacık bir an çocuğa baktıktan sonra– ayrıldım.
Kafası hâlâ yukarıda, ağzı hâlâ hafif açıktı. Ama bu kez kendinden daha emin, daha neşeli görünüyordu sanki. Biraz sabırsız. Belli ki dürümün bir an önce gelmesini istiyordu.
Sonra da o çocuğa neden imrendiğimi anlatmışım:
İmreniyordum, saygı duyuyordum, kendimden daha güçlü ve ZENGİN görüyordum çünkü aç olduğunu hissediyor, vücudunu beslemek istiyor ve bunu bir şekilde başarıyordu. Birazdan o kokular arasında yiyeceği dürümden haz alacaktı. Dahası, masaya oturarak yemek istemesi de ne olursa olsun yiyeceğe saygılı olduğunu ve en temel insani dürtü olan açlık hissine sahip olduğunu kanıtlıyordu bana. O AN, O ÇOCUĞUN ZENGİNLİĞİNE ASLA ULAŞAMAYACAĞIMI DÜŞÜNÜYORDUM. Açlık, tokluk, beslenme, vücudumun mahrumiyetini giderme… (Yazının devamını daha önce burada paylaşmıştım: Çocuk)
Adını bilmediğim o çocukla karşılaştığım günden sonra dünyadaki açlık sorunu üzerine araştırma yapmaya başladım ve durumun televizyonlarda gördüğümüz bir deri bir kemik, karınları şişmiş, kafaları kocaman kalmış, deyim yerindeyse karikatürize edilerek gösterilen halsiz, bakımsız Afrikalı çocuklardan ibaret olmadığını anladım. Bu çok daha kapsamlı ve ciddi bir sorundu ve tıpkı yeme bozuklukları gibi her yaştan, cinsiyetten, her milletten insanda görülebiliyordu. Açlık, yetersiz beslenme, gıda güvencesizliği ve kötü beslenme gibi aralarında nüanslar olan farklı tanımlamalar olsa da bu sorunun sonuçları yediden yetmişe herkesi etkiliyordu. Hem de bir yaşam boyu. Şimdi anılardan bir süre için kopup konuyla ilgili uzmanlar ne diyor bir bakalım.
Elif Çalışkan, TC. Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde yayımlanan Dünya Gıda Programı isimli yazısında açlığı şöyle tanımlıyor: Açlık, iki şekilde ortaya çıkmaktadır. “Yetersiz beslenme” normal bir yaşam sürdürülebilmesi için gerekli minimum fizyolojik ihtiyaçları karşılayamayacak kadar az kalori alınması durumudur. “Kötü beslenme” ise, yetersiz protein, enerji ve mikro-besin (vitamin ve mineral) alımı ve sürekli hastalık görülmesi durumudur.
Yine aynı kaynakta, her yıl 6 milyon çocuğun 5 yaşına ulaşamadan öldüğü; yetersiz beslenme ve açlıkla ilgili hastalıkların, gelişmekte olan ülkelerde, ölümlerin %60’ına sebep olduğu belirtiliyor. Peki, yetersiz veya kötü beslenmeyle kendini gösteren açlık ya da gerek yoksulluktan gerek çatışma, savaş ya da iklim değişikliği gibi durumlardan kaynaklanan gıda güvencesizliği çocuklar başta olmak üzere her yaş grubundan insanı nasıl etkiliyor?
Sağlıkları üzerinde ne gibi olumsuzluklar yaratıyor?
Özetle;
- yiyeceklere karşı ilgisizlik, iştahtan kesilme,
- halsizlik, gerginlik ve asabiyet,
- sürekli üşüme,
- yağ ve kas kütlesi kaybı,
- sağlıklı insanların kolayca atlatabileceği hastalıkların ya da yaralanmaların bile ölümcül sonuçlar doğurması,
- vücudun kendini iyileştirememesi,
- nefes güçlüğü,
- depresyon,
- cildin kuruması, gözlerin çukura kaçması ve saç dökülmesi,
- odaklanma güçlüğü,
- en ciddi durumlarda ise nefes darlığı ve kalp krizi gibi ölümcül sonuçlar görülüyor.
American Psychological Association tarafından hazırlanan ve açlığın çocuklar üzerindeki psikolojik sonuçlarını ele alan yazıda ise açlık ile beynin gelişmesi arasındaki ilişkiye dikkat çekiliyor. Buna göre, yetersiz beslenme sonucu öğrenme, bilginin işlenmesi gibi süreçler olumsuz etkilendiğinden çocukların –daha sonra sağlıklı kilolarına ulaşsalar bile– okuldaki başarısı düşüyor. Yani, yetersiz beslenmenin yarattığı fiziksel etkiler giderilse bile uzun vadede sonuçları devam edebiliyor. Yine aynı kaynakta, yeterli ve güvenilir gıdaya erişimden yoksun ailelerde bireylerin depresif düşünceler geliştirmeye ve çocukların ileriki yaşlarda intihara meyletmeye daha yatkın olduğu söyleniyor.
Açlığın ne kadar yaygın bir sorun, sonuçlarının ne kadar ciddi olduğunu gördükçe bu durumun anoreksiya nervoza rahatsızlığıyla benzerliklerini düşünmeden edemedim.
Gerçekten de, bir tarafta gıdaya ulaşamadığı için ölüm tehlikesiyle kucak kucağa yaşayan milyonlarca insan, bir tarafta kendini –isteyerek olmasa da– bile bile aç bırakan anoreksiya nervoza hastaları vardı. Peki, anoreksiya nervoza da dünyada acilen önlem alınması gerektiren açlık sorunu kadar yaygın mı? Daha çok hangi yaş gruplarında görülüyor, hangi dönemlerde başlıyor?
ABD merkezli bir sivil toplum örgütü olan National Eating Disorder Association’ın (Yeme Bozuklukları Ulusal Birliği) verilerine göre, dünya üzerinde 70 milyondan fazla insan yeme bozukluklarıyla mücadele ediyor. Anoreksiya nervoza ise en yüksek ölüm oranına sahip ruhsal bozukluk. Anoreksiya nervozanın en fazla ergenlikle birlikte başladığı biliniyor fakat son yıllarda çocuklar arasında görülme sıklığının artmış olduğuna dair veriler mevcut. Yine genel kanının aksine yeme bozuklukları erkekler arasında da oldukça yaygın. Son bir bilgi daha: 2003’teki bir araştırma anoreksiya hastalarının bu rahatsızlığı yaşamayan insanlara göre 56 kez daha fazla intihara meyilli olduğunu saptadı.
(Daha ayrıntılı istatistikler ve istatistiklerin kaynaklarıyla ilgili şu yazıya bakabilirsiniz: Yeme bozuklukları üzerine istatistikler.)
Aslında açlık ve yeme bozuklukları arasındaki tek benzerlik yukarıdaki rakamsal sonuçlar değil. Fiziksel ve psikolojik etkileri açısından da birçok ortaklık saptamak mümkün. Daha önce anoreksiya nervozanın semptomlarından ve sonuçlarından bahsetmiştim. Bu yüzden çok fazla ayrıntıya girmeden, sadece açlık ile anoreksiya nervoza arasındaki semptomların benzerliğine dikkat çekmek için birkaç ortak noktadan bahsetmek istiyorum.
Medical News Today’de yayımlanan bir makaleye göre, anoreksiya nervoza ruhsal rahatsızlıklar içinde ölüm oranı en yüksek yüksek olan rahatsızlık ve çok ciddi komplikasyonlar yaratması da şaşırtıcı değil. Bunlar arasında; büyük miktarda kilo ve kas kütlesi kaybı, halsizlik ve yorgunluk, düşük tansiyon, baş dönmesi ve kansızlık, sürekli üşüme hali, kabızlık ve ishal gibi sindirim sorunları, kemik erimesi, uykusuzluk, reglden kesilme, cildin kuruması, saç dökülmesi gözleniyor.
Fazla söze gerek yok aslında; bedenlerimiz ihtiyacı olan enerjiyi al(a)madığında mücadele etmek için elinden geleni yapıyor ve elindeki kısıtlı enerjiyi kullanarak hayatta kalmaya çalışıyor. Açlık üzerine yaptığım tüm o okumalar, afallatıcı istatistikler ve komplikasyonlar ister istemez kendime şu soruyu sormaya yol açmıştı (hâlâ da soruyorum ya): Dünyada gıdaya bu kadar muhtaç insan varken ben neden kendimi aç bırakıyorum? Kemiklerimin erimesine, saçlarımın dökülmesine, kalbimin zayıflamasına izin veriyorum? İçinde bulunduğum depresif düşünceler, anoreksiya nervozanın kurallar kitabı bana ne kazandırıyor? Cevabım net: Hiçbir şey. Aksine kaybettiriyor. Eksiliyorum… Kayboluyorum…
Bir tarafta birazdan yiyeceği dürümün hevesiyle gözleri parıldayan bir çocuk bir tarafta yiyecekleri düşmanı gibi gören, onlardan bucak bucak kaçan ben ve benim gibi bu rahatsızlıkla mücadele edenler…
İşin içinden halen çıkabilmiş değilim ama kafa yormaya devam ediyorum. Yukarıda bahsettiğim “imrenme” duygusu, o erişemeyeceğimi düşündüğüm “zenginliğin” peşindeyim hâlâ.
Ve bu arayışımda keşfettiğim bir yerden bahsedip yazımı noktalayacağım: Hayata Sarıl Lokantası. Aranızda duyanlar, bilenler, gidenler olmuştur elbet. İstiklal Caddesi’nin ara sokaklarından birinde, Hayata Sarıl Derneği’nin açtığı ve akşamları evsizlere ücretsiz yemek sunan şirin mi şirin, sıcacık bir lokanta. Kurucularının öyküsüyle, azimli ve kararlı çalışmalarıyla, evsizlere yemek dışında eğitim ve rehabilitasyon fırsatı sunmalarıyla da ta içime dokunan bir yer burası. Gitmişliğim, kurucusu Ayşe Hanım’la konuşmuşluğum, kendimi ve rahatsızlığımı anlatmışlığım da var. Asıl amacım bir akşam, lokanta evsizlerin aş evi olduğunda gidip onlara hizmet etmek, anoreksiyanın sesini susturup onlarla birlikte yemek yemekti. Bunu hâlâ yapamadım ama Hayata Sarıl Lokantası’nı unutmadım. Ne diyorlardı? Ha, evet: “Bedenin de beslensin ruhun da.”
Hayata Sarıl Lokantası’na hayat veren bir manifesto bu.
Tam da benim ihtiyaç duyduğum şey.
Yeme bozukluğuyla savaşan herkes gibi.
Kaynaklar:
-Mosaic Science’ta yayımlanan makale için: https://mosaicscience.com/story/food-poverty-nutrition-health-austerity-child-development-diet-benefits/
-Elif Çalışkan’ın yazısı için: http://www.mfa.gov.tr/dunya-gida-programi-_world-food-programme-_-wfp_.tr.mfa
-Medical News Today internet sitesinde yetersiz beslenmenin sonuçları üzerine yer alan yazı: https://www.medicalnewstoday.com/articles/179316.php
-American Psychological Association’daki yazı için: https://www.apa.org/advocacy/socioeconomic-status/hunger.pdf
-Medical News Today’da anoreksiya nervoza ile ilgili yer alan yazı için: https://www.medicalnewstoday.com/articles/267432.php?iacp
Okuma önerisi
Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu, 2017
https://www.tarimorman.gov.tr/ABDGM/Belgeler/Uluslararas%C4%B1%20Kurulu%C5%9Flar/SOFI_2017_TUR.pdf
Hayata Sarıl Lokantası’nı daha önce bu yazımda anlattım:
https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2018/11/03/kendimi-ac-birakinca-askida-yemek-elimden-tutuyor/
İlginizi çekebilir: Anoreksiya ile yaşam: Böyle bir hayatı istiyor muyum?