X

Bilim anne ile bebek arasındaki özel bağı kanıtlıyor

Bebeklerinizin ilk düzenli kontrolünde, aşılarının zamanı gelince ve ateşi çıktığını anladığınızda onları pediatri kliniğine götürürsünüz. Onu rahatsızlığı bulunan herkesten sakınırsınız. Tek isteğiniz onun sağlıklı ve güçlü bir şekilde büyümesidir. Fakat yapılan yeni araştırma gösteriyor ki, bebeğinizle olan güçlü ilişkinizi onun sağlığı için bir koz olarak kullanabiliyorsunuz.

‘Bu yakın ilgi hastalıkların önlenmesinde, bağışıklığının hızlanmasında ve IQ seviyesinin artmasında bebeğinize yardımcı oluyor’ diyor Endokrinolog, Magical Beginnings, Enchanted Lives: A Holistic Guide to Pregnancy and Childbirth kitabı ortak yazarı Deepak Chopra ve ekliyor: ‘Bu öpücükler ve sarılmaların etkisi sandığımızdan çok daha fazla’. Anne ve bebek arasındaki kompleks bağ yalnızca kalplerimize değil, beynimize, hormonlarımıza, sinirlerimize ve hatta vücudumuzun her noktasına kaydoluyor.

Sarılma bağlantısı

Dr. Chopra’nın iddiasını kanıtlayacak onlarca delil bulmamız mümkün. Ohio University’de yapılan bir araştırma, araştırmacılar tarafından sarınılan tavşanların yüksek kolesterole bağlı koroner arter rahatsızlığına karşı korunduğunu ortaya çıkarıyor. Araştırma yazarı, sevgi ve ilginin tavşanların hormon seviyelerine etki ederek bunun, onları kalp krizine karşı koruduğunu belirtiyor.

Montreal’de yer alan McGill University’deki bir başka araştırmada, araştırmacılar dişi sıçanların bebek yavrularına daha çok zaman ayırıp ilgilenmek için onları yaladıklarını ortaya çıkarıyor. Bu yalama işleminin esas nedeni bebek sıçanların stressiz büyümelerine ve daha maceraperest mizaçlı büyümelerine yardımcı olmak. Nitekim, yeterince ilgilenilmemiş sıçanlar gergin ifadeler gösterip, stresli davranıyorlar.

Pediatrics’de yayınlanan bir başka makalede ise, prematüre bebekler arasında okşanılıp ilgi gösterilenlerin %50’sinden fazlasının daha çok kilo aldıkları belirleniyor. Deriden deriye bağlantının erken doğan bebekler üzerinde bu noktada sağlık açısından faydasının bulunduğunu söyleyebiliriz.

Bilindiği üzere meme başındaki sinirlerin uyarılması sonucu taşınan mesajlarla oksitoksin oluşuyor. Oksitoksin; hipofiz bezinin arkasında salgılanan ve annede süt akışını sağlayan bir hormondur. Oksitoksin aynı zamanda ‘aşk hormonu’ olarak da bilinir; çünkü orgazm sırasında ve diğer sevgi dolu olduğunuz zamanlarda üretilir. Gerçekte, oksitoksin beyinde morfinin davrandığı gibi davranır; ‘ödül merkezi’nizi tetikler, acıyı dindirir, kendinizi iyi hissettirir ve duygusal olarak daha yüksek bir seviyede olmanıza neden olur. Emzirmeyen anneler veya besin takviyesi kullanan anneler bu ‘aşk ilacı’nı kaçırmazlar. Basitçe bebeklerinizi beslerken onların gözlerinin içine bakmak veya onlara sokulmak da kendini iyi hissetme hormonunun ikiniz için de açığa çıkmasını sağlar.

Kokudan gülümsemeye giden yol

Anneler, bebekleriyle 1 saat geçirdiğinde %100 oranında kokularından dolayı diğer bebeklerden ayırt edebiliyorlar.

Fiziksel bağlantının olduğunu kanıtlayan başka bir kanıta da sahibiz: Feromon. Partnerinizi etkilemek için salgıladığınız bu kimyasal madde, aynı zamanda bebekleriniz tarafından da salgılanıyor. Bu aslında bebeklerinizi inanılmaz derecede sevdiğinizin bir işareti olabilir. Yapılan bir araştırmada, annelerin %90’ının yeni doğmuş bebeklerini, onlarla yalnızca 10 dakika geçirdikten sonra tanıyabildiklerini söylüyor. Anneler, bebekleriyle 1 saat geçirdiğinde ise %100 oranında kokularından dolayı diğer bebeklerden ayırt edebiliyorlar.

Aynı zamanda bebekler de annelerinin kokusunu ayırt edebiliyorlar. Geçen yıl Japonya’daki araştırmacılar, yeni doğan bebeklere annelerinin sütünün kokusunu koklattılar ve bilin bakalım ne oldu? Sütün kokusunu alan bebekler sakinleşti ve acıları dindi.

Kokunun bebeğinize bakmak konusunda sizi motive ettiği gibi ve bebeğinizi de size yakın durmaya motive ediyor. Sonunda iki taraf birbirine gülümseyerek bakıyor. Houston’daki Baylor College of Medicine’da yapılan bir araştırmada bebeklerinin üzgün, herhangi bir tepki vermeyen ve mutlu fotoğraflarına bakan annelerin MR’ı çekiliyor. MR sonuçlarında çocuklarının fotoğraflarına bakan annelerin beyinlerindeki ödül mekanizması aktive olduğu görülüyor. Bunun anlamını kendinizi iyi hissetmeniz olarak açıklayabiliriz. Hatta çocuklarının gülümsediği fotoğraflarda bu etki daha da büyük oluyor. Bunların hepsi aslında çok ilkel. Anne bebeğin gülümsemesini sağlıyor, bebek gülümseyince anne ödülünü almış oluyor ve anne yine bebeğinin gülümsemesini sağlayarak ödül almak istiyor.

Uzun lafın kısası yavrularımıza bağımlı olmak için dizayn edilmişiz. Anne ve bebek arasındaki bağ bir bakıma yeni doğmuş bebeklerin korunma, beslenme ve bakımını garanti altına alıyor’ diyor  Davranışsal Nörobilim Uzmanı Francesca D’Amato.

Peki yeni doğan bebeklerin fiziksel ve duygusal gelişimleri üzerinde etkili olan tek faktör sahip olduğunuz genleriniz midir? Kısmen evet. Fakat son zamanlarda epigenetik alanında (yani çevresel faktörlerin genlerinizin üstündeki etkilerini inceleyen bilim dalı. Örneğin; nasıl beslendiğiniz, ne kadar antrenman yaptığınız veya hava kirliliğine maruz kalıp kalmadığınız) yapılan çalışmalar gösteriyor ki; çevresel faktörler genlerinizi fiziksel olarak değiştirebiliyorlar, etkinliğini artırabiliyorlar ya da tamamen yok edebiliyorlar. Hatta epigenetiğin bu varsayımını kullanarak, tek yumurta ikizlerinden birinin kalıtsal bir hastalığa yakalanırken diğerinin neden yakalanmadığını da açıklamak mümkün.

Bebekken ihmal veya suistimal edilmiş insanlar % 70 oranında daha sık kanser, Crohn veya Graves gibi hastalıklara yakalanıyorlar

Çocukların gelişim dönemlerinde maruz kaldığı herhangi bir çevresel faktör genlerinin etkisini etkileyebilir. Bu sistemi şöyle açıklayabiliriz: Yeni doğan bebekler dış etkenlere karşı oldukça savunmasız ve hassastırlar. Acıktıklarında, susadıklarında, terlediklerinde veya bir acı hissettiklerinde ne yapacaklarını, nasıl tepki vereceklerini bilemezler. Bu yüzden tüm bu yeni algılara alışıp uyum sağlamayı öğrenmeleri için başka birinin sorumluluğuna ihtiyaç duyarlar. Eğer bu yeni algılarla tanışırken nasıl tepki vereceklerine karar veremezlerse kendilerini stres altında hissederler. Strese girdiğinizde bundan en çok etkilenen bağışıklık sisteminiz olur ve etkisini kaybederek daha kolay hastalanmanıza yol açar. Bebeklerse daha hassas olduklarından herhangi bir strese uzun süre maruz kalırlarsa ne yazık ki bağışıklık sistemleri kalıcı olarak hasar görebilir. Dr. Chopra bu konuda ‘Bağışıklık sistemimiz başımızdan geçenler konusunda oldukça kuvvetli bir hafızaya sahiptirler’ diyor. Bebekken ihmal veya suistimal edilmiş insanların genlerinin bağışıklık sistemleri üzerindeki etkileri değişiyor ve kontrollerini kaybediyorlar, çünkü bağışıklık sistemimiz kendini etkileyen olayları unutmuyor ve hasar görmeye devam ediyor. Geçen yıl çocukken fiziksel, duygusal ve cinsel olarak istismara uğramış 9 bin yetişkin üzerinde yapılan bir deney gösteriyor ki, bu insanlar geri kalan popülasyona kıyasla üçte bir oranında daha çok otoimmün hastalıklara yakalanıyorlar. Kısacası çocukluk travmaları hastalığa yakalanma oranlarını %70 artırabiliyor ve bu insanlar akciğer kanseri, Crohn veya Graves hastalığına daha kolay yakalanabiliyorlar.

 Uzmanlığı besleme ve geliştirme

Peki bu mucizevi bağlantı nasıl geliştirilebilir? Bazen bu iletişim beklendiği gibi sonuçlanmayabilir. Yeni doğum yapan hassas, yorgun veya aşırı endişeli anneler bebeklerini kucaklarına ilk aldıkları anda veya sorumluluğun arttığını hissettikleri anda kendilerini baskı altında veya tükenmiş hissedebilirler. Bu tür doğum sonrası sendromların birçok nedeni olabilir ve genellikle çoğu doğum yapan, evlat edinen veya bebeğini sakinleştirmekte sorun yaşayan anneler bu duyguları daha fazla hissedebilirler. Doğum yapan kadınların bebeklerine alışması günler, haftalar hatta aylar alabilir. Fakat ne olursa bu durum, bebeklerin bakıma muhtaç olduğu gerçeğini değişmemektedir. Sekiz çocuk babası ve The Baby Book kitabının yazarı Pediatrist William Sears bu konuda ‘ Bağlılık hissiyatı anlık bir oluşum değildir, gelişmesi ve sağlamlaşması zaman alır. Onu ilk başta kucağınıza alamadınız veya emziremediniz diye her şey bitti demek değildir.’ diyor.

İlgili yazı: Anne ile kurulan bağın yaşam ve ilişkiler üzerindeki etkisi

Dr. Chopra bu konuda tüm bu sorumluluğun sadece anneye yüklenmemesi ve toplum olarak annelerin ihtiyaçlarına yardım etme konusunda biraz daha hassas olmamız konusunda bizi uyarıyor. Ücretli hamilelik iznine sahip olmayan ve doğum sonrası hemen işe dönmek zorunda olan annelerin bebekleriyle yeteri kadar ilgilenmelerini bekleyemeyiz. Amerika Birleşik Devletleri bu konuda annelere hoşgörüyle yaklaşan az sayıdaki gelişmiş devletlerden biri. ‘Sorumluluk sadece annelere ait değildir. Eşler, komşular, iş arkadaşları ve devlet yeni doğum yapan kadınlara annelik görevlerine alışmaları için mutlaka gerekli desteği sağlamalıdır. Aksi halde annelerin bebekleriyle kaliteli zaman geçirip yeteri kadar ilgilenmeleri oldukça zorlaşacaktır.’ diyor Dr.Chopra.

Yani artık e-postalarınızı kontrol etmeyi veya çamaşır yıkamayı bırakabilirsiniz. Misafirlerinizi nasıl ağırlayacağınız veya ev temizliği konusunda stres olmak zorunda değilsiniz. İlk etapta bebeğinizi tamamen önceliğiniz haline getirin. Onun yanında hiçbir şey yapmadan yatın, ona sarılın. Dr. Chopra bebeklere masaj yapmanın, şarkı söylemenin, kucaklamanın, güzel kokular koklatmanın (gül, lavanta, vanilya vs.) ve onlara değişik ve renkli objeler göstermenin duyuları için oldukça besleyici olduğuna inanıyor. Kurduğunuz ilişkinin yıllarca süreceği için sağlam ve kalıcı olmasına özen göstermeniz gerektiğini kendinize sık sık hatırlatın ve ihtiyaç duyduğunuzda ise kendinize biraz ara verin.

Bütün bilimsel açıklamaların yanı sıra, burada bebeğinizi hastalıklardan koruyan, geleceğini şekillendiren esas güç sizin saf ve eşsiz sevginiz olacaktır. Yıllar geçip onu yeniden öptüğünüzde bile bunun büyüsünü çocuğunuz hissedecektir.

Kaynak:

parenting.com

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale