Filozoflar, psikologlar, ruhani liderler, şairler, yazarlar, yaşam koçları vb. pek çok kişinin anlamaya çalıştığı “bilgelik” paradokslarla doludur. İnsanlığın entelektüel tarihindeki en eski konulardan olan bu nitelik hakkında yazmak ve konuşmak bizlere tuhaf ve samimiyetsiz gelebilir. Hepimizin kimin akıllı olup olmadığına dair sezgileri var gibi görünür ancak bizden bilgeliği tanımlamamız istense cevap üretmekte tereddüte düşeriz. Bilgelik, mistik nitelikleri olan, ilham verici bir hayranlık ve endişe içeren sessiz bir saygı gibidir.
Bir zaman makinemiz olsa ve Antik Çağ ile şimdiki zaman arasında pek çok filozofun yaşadığı zamanlara seyahat edebilsek belki de Pisagor bize; sayıların, gerçekliğin, mistisizmin ve zıtların dengesinin bilgeliğin temeli olduğunu söylerdi. Romalı filozof ve devlet insanı Cicero ise bilgeliğin; “akıl ve doğanın düzeniyle uyumlu bir zihin alışkanlığı” olduğunu dile getirirdi. Aristoteles’ten de bilgeliğin bir yönüyle aşırılıklar arasındaki denge ve ılımlılık, diğer yönüyle de iyi bir yaşama ulaşma yolundaki kilit unsur olduğunu dinleyebilirdik.
Felsefi olarak bilgeliğin tanımlanması düşünürlerin ortak çilesi gibidir. Örneğin Platon, Sokrates’in bilgelik görüşünü bilgeliğin tevazu ile ilişkisinden yola çıkarak aktarır. Sokrates ve arkadaşı Chaerephon, bir gün Delphi’de yaşayan bir kahini ziyaret eder. Hikaye ilerledikçe, Chaerephon kahine herhangi birinin Sokrates’ten daha bilge olup olmadığını sorar. Kahinin cevabı, Sokrates’in en bilge kişi olduğudur çünkü o hiçbir şey bilmediğini ve bilgelikten yoksun olduğunu söyleyendir. Sokrates, ne bilmediği şeyleri bildiğini iddia etmekten ne de bilgeliğe sahip olmadığı zaman bilgeliğe sahip olduğunu iddia etmekten muzdariptir. Bilgeliği mütevazılık temeline dayandıran bu yaklaşıma göre insanlar kibirli ve yanlış bir şekilde bilge olduklarına inanırlar.
Ancak birçok insan da sırf bilge olmadığını söylediği için onlara bilgedir demek ne kadar doğrudur? Zaten çoğu zaman gerçekten de bu insanlar öz değerlendirmelerinde haklıdırlar. Bu nedenle bu yaklaşımla bilgeliği tanımlamak oldukça yanlış bir sonuç doğurur. Ayrıca çok fazla alçakgönüllülük, iyi kararlar vermenin ve bildiklerini paylaşmanın önüne de geçebilir. Oysa ki bilge bir kişinin sağlıklı dozda bir özgüvene sahip olmasını, bilgeliğini takdir etmesini ve onun bilgeliğinden yararlanabilecek geri kalanımızla gerçeklik anlayışını paylaşmasını istemek en doğal beklentilerden birisidir bizler için.
Bilgeliğe mütevazilik ve alçakgönüllülük penceresinden bakmak eksik bir bütünlüğe yol açsa da bu özellikler bilge insanlarla ilgili önemli karakteristik özelliklerdendir. Bilge insanlar çoğu zaman özgüvene sahip olsalar da kibirden yoksundurlar, yanılabileceklerini kabul etme eğiliminde, düşünceli, içe dönük ve belirsizliğe toleranslıdırlar. Ancak yine de bu özellikler tek başına bilgeliğin kesin tanımlamasını oluşturamazlar.
Bilgeliğe alternatif bir yaklaşım da bilge insanların çok bilgili insanlar olduğu şeklindeki bir fikre odaklanır. Aristoteles, Descartes vb. pek çok düşünür bilgeliği bir kişinin belirli tür bir bilgiye sahip olması şeklinde tanımlamıştır. Dahası, bilge insanların “neyin önemli olduğunu” bildiğini de iddia etmişlerdir.
Özellikle Aristoteles iki farklı bilgelik türü olduğunu söylemiştir. İlkinde “doğası gereği en ulvi olan şeylerin sezgisel akılla birleştirilen bilimsel bilgisi” dediği “teorik bilgelik” kavramı vardır. Burada, mantıksal olarak çıkarılabilecek gerekli ve bilimsel ilkeler ve önermeler hakkında bilgi sahibi olmak niteliği önceliklidir. Teorik bilgelik sahibi olan kişi; evren ve onun içindeki yerimiz hakkında çok şey bilen kişidir. Teorik bilgeliğin aksadığı nokta ne yazık ki en bilgili insanlardan bazılarının çok önemli olgusal bilgilere sahip olmalarına rağmen, bilge bir kişinin işareti olan pratik bilgi birikiminden yoksun olmalarıdır.
Bilge insanlar, her türlü durumda ve her türden insanla dünyada nasıl geçineceklerini bilirler. Bilgelik; zeka, bilim ve felsefe bilgisinden veya başka herhangi bir konudaki bilgiden daha fazlasıdır. Genel olarak birçok filozofun da iddia ettiği gibi bilgelik, yaşam hakkında pratik bilgi gerektirir. Aristoteles’in teorik bilgelik dediği şey, yalnızca kapsamlı bilgi veya derin anlayıştan ibarettir. Aristoteles teorik bilgelikte eksik olanı telafi etmek için ikinci bir alan olan “pratik bilgelik” kavramına başvurmuştur. İyi yaşamak için yararlı olan koşullu gerçeklerin bilgisi, Aristoteles’in pratik bilgeliğinin özüdür. Bilgelik, iyi yaşamak, temel problemlerle başa çıkmak ve insanların içinde bulunduğu açmazlardaki tehlikelerden kaçınmak için anlamamız gereken şeydir ona göre.
Tüm bu felsefi yolculuktan;
- Eğer akıllıysak,
- Kapsamlı olgusal ve teorik bilgiye sahipsek,
- Nasıl iyi yaşayacağımızı biliyorsak,
- Başarılıysak,
- Önyargılı olmadan bakış açısı geliştirebiliyorsak,
…bilgeliğe sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Peki bu gerçekten doğru olur mu?
İyi yaşama isteğinden tamamen yoksun olanlarımız, dünyanın tüm olgusal gerçeklerini derinlemesine bilmeyenlerimiz, bir odanın içinde yaşamaktan başka şansı olmayanlarımız, herhangi bir başarı arzusu ya da hırsı taşımayanlarımız gerçekten bilgelikten uzak mı yaşarlar? Bilgelik; akıllı fikirlerden ve bilgiden çok daha fazlasını gerektirir. Bilge olmayı zeki olmakla, hayatta başarılı olmakla karıştırmak materyalist bir yanılsamadır.
Bilgeliğin kişinin kalbinde olan ve gerçek olarak deneyimlenen bir bilgi olduğu da söylenebilir. O yüksek alana ulaşabilmek için bir fikir veya düşünceden şüphe edilebilmesi ve aynı zamanda da her yeniliğe açık görüşlülükle yaklaşılabilmesi gerekir. Okuduğumuzu pasif bir şekilde kabul ederek veya başkasının bize söylediklerine inanarak bilgelik kazanamayacağımız da bir gerçektir.
Hepimiz okuduğumuz kitaplar ya da fikirlerini dinlediğimiz insanlar sayesinde birçok düşünce ve teori ile tanışmış olsak da bu bilgiler kendi deneyimimizde test edilinceye kadar bilgelik ideası bizler için sadece bir fantezi olarak kalır. Fikirler ve teoriler çoğu zaman harikadır, ancak bunlar üzerimizde herhangi bir güce sahip olmadan önce kalbimizde test edilmelidir.
Bilgelik, hayata farkındalıkla yaklaşabilmeyi ve doğru olanı ilk elden sorgulama ve deneyimleme istekliliğini gerektirir. Bir şeye sadece bir kitapta yazıldığı için ya da onu söyleyen kişi bazı konularda rehber niteliği taşıyor diye inanmamız gerekmez. Her gün bir konuda uzman olduğunu söyleyenlerin dediklerine kulak veriyor, geleceğimizi etkileyebilecek yetkilere sahip figürlerin peşinden gidiyoruz. Oysa bir şeyi ancak kendi benliğimizde denedikten ve doğru olduğunu anladıktan sonra inanmamızdır bilgelik. Bir de tabii ki doğru dediğimiz şeyin değişebilir olduğunun da farkında olmak bu sürece içkindir. Tam da bu noktada; Lao-Tzu’nun da dediği gibi “Başkalarını bilmek zeka; kendini bilmek gerçek bilgeliktir.”
Sadece ayrıntılara değil, bir şeyin nasıl söylendiğine de bakar gerçek bilge. Neyin daha fazla uyum ve birlik oluşturduğunu ve neyin daha fazla uyumsuzluk ve çatışma yarattığını araştırır. Bilgelik, bir kişinin yakalayıp kendisine saklayabileceği bir şey değildir. Onu yakalamak veya ona tutunmak mümkün değildir. Bu bir süreçtir. Hem öğrenci hem de öğretmen olmayı gerektirir. Ancak unutmamak gerekir ki bu yazıda yazılanlar bile değildir bilgelik. Ona ulaşmaya çalışmak, aynı zamanda onu her seferinde kaybetmektir. Belki de “Bilgelik” sadece tüm evrenin birliğidir.
Kaynaklar
Aristotle, Nichomachean Ethics, in The Basic Works of Aristotle
Garrett, R., 1996, “Three Definitions of Wisdom”
Descartes, R., Principles of Philosophy
Soren Gordhamer – How to Attain True Wisdom
Igor Grossman – The Science of Wisdom
İlginizi çekebilir: “Spiritüel materyalizm”in tuzakları: Ruhsal narsisizm kavramından haberdar mısınız?