Beynimiz, hakkında halen pek az şey bildiğimiz muhteşem bir organ. Muhteşem, çünkü arka planda nedenini ve nasılını anlamadığımız binlerce işlem bir bilgisayarın yapabileceğinden çok daha hızlı şekilde ve biz ayırdına bile varmadan sürüyor. Bilim insanlarının odak noktalarından biri olan beynin işleyişi konusunda geçtiğimiz yıl yayınlanan bir çalışmanın sonuçları ise son derece ilginç. Buna göre, görme ve koklama duyularımız günlük hayattaki işlevleriyle yetinmeyip, bize hastalıkları haber verebiliyorlar. Dahası, biz de bu bilgiyi alıp kendimizi korumaya alıyoruz – hem de hiç fark etmeksizin!
Hastalığı kokusundan tanımak
İsveç’teki Karolinska Institutet’te klinik nöroloji üzerine çalışan bir grup bilim insanının yaptığı çalışma geçtiğimiz yıl Proceedings of the National Academy of Sciences (PNAS) dergisinde yayınlandı. Çalışma kapsamında gönüllülere zararsız bir bakteri türü enjekte edilerek bağışıklık sistemleri normalin üzerinde aktive edildi. Bu sayede kişiler gerçekten hasta olmaksızın birkaç saat boyunca ateş ve halsizlik gibi hastalık belirtileri göstermeye başladılar. Bu birkaç saat boyunca kişilerden koku örnekleri alındı, bunlar fotoğraf ve videolarla da belgelendi.
Daha sonra başka bir katılımcı grubu bu koku örneklerini deneyimledi. Kontrol grubu olarak da tamamen sağlıklı insanlardan alınan başka koku örneklerine maruz kalan bu katılımcılar kokuları değerlendirdi, fotoğraf ve videolara bakarken beyin aktiviteleri MR yöntemiyle ölçüldü.
Hangi insanların hasta olduğu, hangileriyle tanışmak ve sosyalleşmek isteyebilecekleri sorulan katılımcıların neredeyse tümü, başka hiçbir neden olmaksızın sağlıklı katılımcıları seçti. Bağışıklık sistemi yapay olarak aktive edilen, hastalık belirtileri gösteren kişilerin kokuları ve görünümlerinin ise katılımcı grubunda ters bir etki yarattığı gözlemlendi.
Temel içgüdü: Hayatta kalmak
Çalışmanın sorumlu araştırmacısı Prof. Mats Olsson’a göre “Beyin, diğer insanların hasta olup olmadığına dair pek çok duyudan gelen zayıf sinyalleri birleştirip doğru sonuca ulaşmada oldukça iyi.” Olsson bunu hayatı sürdürme ve dolayısıyla, her tür enfeksiyondan kaçınma dürtüsüne bağlıyor ve bu çalışmanın en temel içgüdümüzü teyit ettiğini öne sürüyor.
Bu anlattığımız oldukça alışılmadık, hatta zararlı bir çalışma tasarımı gibi görünebilir. Sonuçta tıp başta olmak üzere bilimin insana zarar verecek bir işlemi bilerek uygulaması etik değildir. Ancak katılımcılara verilen bakterinin zararlı olmadığını ve tüm etkileriyle birlikte bakterinin kendisinin de birkaç saat içinde vücuttan atıldığını belirtmeden geçmeyelim. Tabii katılımcıların bu çalışma için gönüllü olduklarını da…
İlginizi çekebilir: Nörolojik hastalıklarla ilgili devrim: Beyindeki kayıp parça bulundu
Kaynaklar:
Men’s Journal
Karolinska Instituet