8 Kasım günü dünya, tüm dikkatini Amerika’daki başkanlık seçimine çevirdi. Donald Trump’ın seçimi kazanmasının ardından bunu protestolarla karşılayanlar olduğu kadar sevinçle karşılayanlar da oldu. Amerika’daki seçim sonuçları beynimizin karar verme süreçleriyle ilgili en önemli sorulardan birini yeniden gündeme taşıdı: Kararlarımızı alırken kendi kaderimizin efendisi miyiz yoksa beynimiz tarafından oynatılan kuklalar mıyız?
Kendi kaderimizin efendisi olmadığımız teorisi ilk olarak Benjamin Libet tarafından 1983 yılında yapılan bir deneyde ortaya atıldı. Deney sonucunda EEG taraması ile beyinleri incelenen kişilerde; beynin, kişi farkına varmadan 300 milisaniye önce kararı verdiğini gösteriyor. Peki bilinçli verdiğimizi düşündüğümüz kararımızın beynimizde daha kararı verme farkındalığına ulaşmadan önce şekillenmesi ne anlama geliyor?
McLean’e göre en altta sürüngen beynimiz yer alır ve sistem, diğer iki yapıyı da içine alacak şekilde gelişir. Hayatta kalma ve grup davranışlarımızın temelini oluşturan bu beyin yapısını, unutulmuş bir bavul gibi sürüngen atalarımızdan bu yana yanımızda taşıyoruz. Kertenkelelerde ve insanlarda ortak olan bu beyin yapısı, bir tehdit algıladığımızdaki savaşma veya kaçma davranışını tetikliyor. Sürüye dışarıdan gelene karşı saldırgan yaklaşımlar da beynin bu bölgesinin özelliği olarak gösteriliyor. Maymunlarda yapılan deneylerde, sosyal egemenlik gösterisinde bulunan maymunların yüksek perdeden çığlık atma, bacaklarını açma ve ereksiyon durumdaki cinsel organlarını diğer maymunlara vurma gibi egemenlik gösteren davranışlar sergiledikleri görülüyor. Cinsellik gibi görünmesine karşın bu davranışlar aslında cinsellikle değil, sosyal egemenlik gösterisiyle ilgilidir. Bu deney sonucunda birkaç dakika içerisinde sürüdeki diğer tüm maymunların da yeni gelene karşı bir davranış biçimi gösterdiği görülmüştür. Böylece tüm maymunlar kendi sosyal gruplarına dahil olmadıklarını düşündükleri diğer maymuna dışlayıcı, tehditkar, gösterişçi bir tavır sergilemişlerdir. İnsanlar gibi düşünme/konuşma süreçleri gelişmemiş olduğu içinde bunu tamamen davranışlarında göstermişlerdir.
Sürüngen beyinden sonra bir üst yapı olan limbik beyin ise hafıza, hormonlar ve duygu durumla ilişkilidir. En gelişmiş yapı olan korteks ise düşünme, sorgulama, karar verme, planlama ve mantık süreçleri ile ilgilidir. Peki bu üçlü beyin kuramı politik süreçlerdeki karar verme davranışıyla ilgili olarak bize ne anlatıyor?
ABD başkanlık seçimine sinirbilim yaklaşımı
Politik sinirbilimcilerin yaptıkları beyin görüntüleme çalışması, düşündüğümüz gibi karar verme süreçlerinde kontrolün bizde değil, sürüngen beyinde olduğunu gösterir nitelikte. Bu çalışmaya göre tehdit cümleleri yoğun olarak kullanılan grupta, diğer gruba göre sürüngen beynindeki korku merkezlerinden biri olan amigdalanın çok daha yoğun aktive içerisinde olduğu görülüyor.
İlgili yazı: Karar verme sürecinde beyinde neler oluyor?
Donald Trump’ın 2015 yılında yaptığı ilk adaylık konuşmasında 53 defa “öldürmek” kelimesini kullanmasının ve daha sonra seçim kampanyasına grup içi – grup dışı ayrımını vurgulayarak insanların sürüngen beynine hitap etmesinin kazanmasında rolü mutlaka vardır. Ama yapılan diğer çalışmalara bakarsak aslında her üç beyin yapısına da hitap ettiğini görebiliriz.
Seçimlerden hemen önce yapılan bir çalışmaya göre katılımcılara 40 dakikalık Donald Trump ve Hillary Clinton’ın müzakere videosu izlettiriliyor ve katılımcıların politik görüşlerinden bağımsız olarak beyinlerinin verdiği yanıtlara bakılıyor. Buna göre, politik görüşleri ne olursa olsun katılımcıların beyinlerinin Trump’ı dinlerken daha dikkatli ve duygusal olarak daha yoğun olduğu görülmüş. Bu durum katılımcıların Trump’ın sözlerine onay vermedikleri durumlarda bile aynı yoğunlukta devam etmiş.
Paul McLean’in daha önce belirttiği gibi üçlü beyin yapımızdan her birinin kendi zekası, kendi özelliği, kendi bellek ve diğer işlevleri olsa da, bu üç beyin birbiriyle bağlantılı üç biyolojik bilgisayar gibidir. Sadece politikada değil, hayatın her alanında üçlü beyin yapımızın tümüne hitap eden insanlara karşı anlam veremediğimiz bir çekime kapılmamızın sebebi belki de budur.