Son günlerde “bilinçli farkındalığın (mindfulness) olumlu yönde ilişkili olduğu psikolojik parametreler”le ilgili yüksek lisans tezime hazırlanıyorum. Okuduklarımın çoğunu akademik araştırmalar oluşturuyor. Başlıklar ilgi çekici gibi duruyor; bilinçli farkındalığın kuramsal temeli, bilinçli farkındalık ve Budizm, bilinçli farkındalık işlevi, becerileri… Hepsi madde madde sıralanmış ve sol beyne hitap eden literatür bilgileri.. Bir yerden sonra not almazsam, buharlaşıp uçan, okurken hayal gücümü kullanamadığım, sağ beyni tamamen devre dışı bırakan bilgiler… Akademik hayat bu tek yönlü haliyle çok sıkıcı… Diğer taraftan yine bilimsel araştırmalarla tespit edilen bir gerçek ise, beynin tek yarısına ağırlık vermenin, performans düşüklüğüne ve kişisel potansiyelin ortaya konulmasında yetersizliğe yol açtığı paradoksu. Akademisyenlerin kafası karışmış diye düşünüyorum.
8 yıldır bilinçli farkındalığın pratik konularında çalışan, öğrenen ve öğreten biri olarak, akademik tarafta da bununla ilgili araştırma yapmayı seçtim ve önümüzdeki dönem tezimi tamamlamayı planlıyorum. Aklıma takılan soru, benim çalışmamın insanlara pratikte ne fayda sağlıyor olacağı hakkında… Bu sorunun cevabı tezin önemini de belirliyor aslında. Sunduğum bütün akademik gerekçeler bir tarafa, benim için en önemli faydası, psikolojik danışma alanında daha fazla kullanılan bir teknik olarak katkısı belki de.
Kişilere ya da gruplara yaptığım sunumlarda, verdiğim derslerde gözlemlediğim, insanların (hatta akademisyenlerin) literatür bilgiyi dinlemekte zorlandıkları ancak anlatılan hikayelerin ve yapılan pratiklerin dikkati o anda tuttuğu ve konuyu ilgi çekici hale getirdiğidir. Bunun için de konunun tarihi veya kuramsal temelini, madde madde sıralanan işlevlerini anlatmak çok da gerekli değil. Yapılan pratiğin ne olduğu, kişiye nasıl etki ettiği bilgisi ve asıl önemlisi pratiğin kendisini deneyimletmek, amacına ulaşmış bir eğitimdir bana göre. Tabii ki her konu deneyimletmeye açık olmayabilir ancak sol beyne olduğu kadar, sağ beyne de yönelik materyaller her alanda kullanılarak zihinsel bütünsellik elde edilebilir.
Bilgilerin, geçici bir ezber olarak kalmayıp kalıcı hafızada dosyalanması ve istikrarlı bir şekilde kullanılabilmesi, her iki beynin de öğrenme işine aktif olarak katılmasıyla mümkün. Batı rasyonalizminin kurucusu Descartes’ın “Düşünüyorum, o halde varım” sözünden çıkmayan akademik hayat yeterince sol beyin odaklı işlediğine göre, yeni çağ eğitimcilerinin sağ beyni de işin içine kattığı bütünsel programlar geliştirmesi, her birimizin beynindeki potansiyel dahiyi ve hatta şifacıyı ortaya çıkarmasında önemli bir adım.
Bütünsellikten söz etmişken, sadece sağ ve sol beyin kullanarak zihnin işlevini yerine getirmek de yetmiyor. Bunun yanında beden hafızasını da işin içine dahil etmek gerekiyor. Yani mümkün olan her konuda yukarıda bahsettiğim gibi, bedensel deneyim de önemli bir tamamlayıcı.. Spinoza’ya ait olan eğitimlerimin açılış cümlesini bu yazıda kapanış olarak kullanmak yerinde olur sanırım; “Bedenin hareket gücünü artıran, azaltan, sınırlayan ya da genişleten her şey, zihnin hareket gücünü artırır, azaltır, sınırlar ya da genişletir. Ayrıca zihnin hareket gücünü artıran, azaltan, sınırlayan ya da genişleten her şey, bedenin hareket gücünü artırır, sınırlar ya da genişletir.
İlginizi çekebilir: Empati ve bilinçli farkındalık: Dikkati şimdiye getirmenin önemi