X

Beyaz yakalının yeni modası: Sahil kasabalarına göç

İki yıl önce İstanbul’daki beyaz yakalı kariyerime son verdiğimde geçen seneki yazımın sonunda da belirttiğim gibi kendimi Güney Amerika’nın kollarına bırakmıştım. “Sonra ne olacak?” diye kafamda sorular belirdiği anda onları sakince zihnimin çekmecelerine kilitlemeyi öğrenmiştim artık.

Şimdi bu yazıya devam etmeden evvel, işten ayrılma hissiyatımı daha net öğrenmek isterseniz sizi ilk yazımı okumaya davet ediyorum: Beyaz yakalının yeni modası: Evi depoya verip seyahate çıkmak!

Her günümün batımı…

Uzunca bir seyahatten sonra yurda dönüş tam bir şok etkisi yarattı bende. Zaten dönecektim ama hayaller Kolombiya, gerçekler İzmir şeklinde bir moda girmiştim bile. İstanbul’da bir evim yoktu artık, üstüne tüm eşyalarım da depodaydı. Ailemin yanında birkaç ay dinlenip sonrasına bakarım diye düşünürken, Fethiye’nin sakin bir köşesinde yaşama kararı alan arkadaşımın yanına gitmemle bu göçün ilk adımlarını atmış oldum. Benim depoda eşyam, onun ise boş bir evi vardı. İşte şimdi güçleri birleştirme zamanıydı.

İstanbul’da yıllarca sahil kasabalarına göç hikayeleri okudum. “Ben nerede, nasıl yaşarım?” diye kendimi başrole koyduğumda hep bir durup kalırdım. “İyi ama nasıl?” sorusu gelip yapışırdı hayallerimin üzerine. Şimdi o soruya Yiğit Özgür’ün karikatürlerindeki gibi “beyle” diye cevap verebiliyorum.

Cesaret mi, cehalet mi?

Geçmiş yaşlarımda cahil cesareti tadında aksiyonlarım olmuştur ama bu seferki cehaletten ziyade ekstra farkındalık ile atılan bir adım oldu. Yurt dışı seyahatlerim boyunca kendine “gap year” vermiş gençler ve altmış yaşın üzerinde, emekliye ayrılmış ve kendilerini ömürleri yetene kadar hayatı ve dünyayı keşfetmeye adamış olgun amca ve teyzelerle tanıştım. Hayat benim için parçaları birleştirebileceğim bir puzzle tahtası değildi ki ölmeden önce yapılması gerekenler listem olsun. Şimdi değilse ne zaman olabilirdi? O zamanı yakalamak sadece kişinin kendi yoluna bağlıydı. Jim Rohn’un pek beğendiğim bir sözü vardır: “Bir şeyi yapmak isterseniz, bir yolunu bulursunuz. İstemezseniz de bir bahane bulursunuz.” Ben zihnimin yarattığı tüm bahanelere bir çözüm buldum ve yolumu açtım. Hala mega şehirlere gidince kıpır kıpır olan, doğaya dönünce de ana kucağında sallanır gibi sakinleyen bir kalbim varken tüm olasılıkların gerçekliğine kaptırdım kendimi.

Peki şimdi mutlu musun?

Şehir hayatındaki yaşamsal ölçütüm hep mutluluktu. “İşinde mutlu musun?” ya da “Maaş zammına mutlu oldun mu?” soruları… Sevgilimizi, yöneticilerimizi, ailemizi mutlu etme çabaları ve dahası hep kendimizi mutlu hissetme ihtiyacı. Uzunca bir süre böyle yaşadıktan sonra mutluluk arayışının insanlara çevre tarafından empoze edildiğini fark ettim. Mutlu olmanın bir bedeli çıkartıldı hep karşımıza ve mutluluğun bir şeye/kişiye/duruma bağlı olması sağlandı. Alışveriş yapınca, terfi alınca, park yeri bulunca ve daha da kötüsü başkasının mutsuzluğunu referans alıp “Şükür benim başıma gelmedi!” diye mutlu olmalar sıralandı hayatımızda. Böylece hep bir arayış içine girdi insan; depresyona yakın, hakikatten uzak…

Kendime zaman ayırıp hislerimi izlediğimde; yaşamın birliğine dair bir huzur noktası buldum içimde. Fethiye’de yaşam kararımı sorgulayan arkadaşlarımın “Peki orda mutlu musun?” sorularına “Zaman zaman” diyorum ama bunu derken içimdeki huzurun dozuna ben bile şaşıyorum. Yazdığım anı bile hatırlamadığım, itinasızca boş bir sayfaya karaladığım bir cümleyi yaşıyorum Fethiye’de: “Camdan bakınca binaları değil, doğayı görmek niyetim.” Diyeceğim o ki, her konuda hayal kurmaktan ve niyetlerinizi yazmaktan asla vazgeçmeyin. Düşünce, söz ve eylemlerinizi aynı noktaya getirdiğinizde içinizdeki yaratıcı güç size yolu çiziyor.

Fethiye’de yaşam

Fethiye’nin doğası beni hep etkilemiştir. İstanbul’dan sadece hafta sonu için bile olsa gelip dinlendiğim, dönüş yolumun ise hep uçağa yetişme telaşıyla ıstırap olduğu bir güzergahtı. Ama burada yaşam tam bir “slow city” tadında. İlçe merkezi kendini büyük şehir olmaya hazırlasa da birkaç kilometre yarıçapındaki mahalleler ve köyler, kırsalı o ya da bu biçimde yaşamın bir parçası olarak görmeye devam eden üretici ailelerle dolu. Bunlardan herhangi biri ile diyaloğa girdiğiniz anda “Evli misin? Çocuğun var mı? Niye yok?!? Nerelisin? Ne iş yapıyorsun? Ne demek belli bir işim yok?!?” gibi ahiretlik sorulara hazır olmalısınız😊

Üretici pazarları, sanat atölyeleri, her şeyi bulabileceğiniz sokak çarşıları, doğası, denizi ile mis gibi bir yaşam alanı Fethiye. Tabii ki dünyanın her köşesinde olduğu gibi burada da çevre sorunları yok değil. Özellikle bu yıl deniz kirliliğinde belirgin bir artış görüldü. Bir de gözlemlerim sonucunda fark ettim ki, seracılık ve tarımdan kalma bir alışkanlıkları var: İstifçilik. Yerli halkın plastiği, demiri ve aklınıza gelmeyecek türlü şeyi bahçesinin bir köşesinde tutması veya boş bulduğu bir araziye yığması çevresel ve görsel kirlilik yaratıyor. Örneğin yakınımdaki bir evin kümes damına, bir bienal eseri gibi özenle yerleştirilmiş plastik şezlong ve büklüm büklüm demir parçalar ne demek istediğimi daha net anlatır sanırım.

Fethiye belirgin bir şekilde göç alıyor, İstanbul’dan tanıdığım pek çok arkadaşımla bu coğrafyada da yakın yaşamlar sürmek pek keyifli açıkçası. Şehirden göçüp bu çevrede yaşam kurmuş kişilerin yardımlaşma ve bilgi paylaşımı üzerine kurulu mini bir grubumuz dahi var. Bu durumun olumsuz yanı ise göçü fırsata çevirenlerin varlığı. Kiraların anormal yüksekliği, artış oranlarının insafsızlığı ve gayrimenkul fiyatlarının önlenemez yükselişi buralarda bir gelecek planlayanları düşündürmeye başladı bile.

Yazımı pek çok kişiden aldığım ortak bir soru ile bitirmek istiyorum, belki sizin de aklınızdan geçmiştir: ‘‘Peki sıkılmıyor musun?’’ Cevabım hayır! Bu hissi uzun zamandır yaşamadım. Yeni hobilerim, kitaplarım, scooter’ım ve yoga ile, bu sene de kendimi Fethiye’nin kollarına bırakıyorum ve sonrasını yaşayıp göreceğim.

Maceralarımı Instagram hesabımdan takip edebilirsiniz. 

İlginizi çekebilir: Gitme isteği: İnişlerim çıkışlarım, o kendimden kaçışlarım

Semanur Aksoy: Üniversite yıllarında birçok AB projesinde görev alarak dünyayı gezmeye başladı. İzmir’de üniversiteyi bitirdikten sonra iş hayatı onu önce Meksika’ya sonra da İstanbul'a götürdü. 2011 yılında yoga ile tanıştı ve bu hayatında bir dönüm noktası oldu. Kurumsal hayatın onun içindeki boşluğu besleyerek büyüttüğü bir dönemde ara verdi ve önce iki ay, daha sonra da yedi ay sırt çantası ile Güney Amerika seyahatine çıktı. Amazonların şifalı bitkileri ile tanıştı; bunun da yoga gibi hayatında olumlu anlamda bir kırılım yarattığını anladı. Yoga yolculuğuna Reiki, Access Bar ve Thai Beden Terapistliği gibi şifalı dokunuşları da ekledi. Mandala tasarımlarını tekstil ile buluşturarak kendi markası Let’s Boho’yu yarattı. Şimdilerde gezgin kimliğinden arta kalan zamanını geçirmek için yerleştiği Fethiye’de, yoga, nefes, meditasyon ve Thai Beden Terapi içerikli bireysel dönüşüm rehberliği ve kendi markasını yaratmak isteyenlere marka danışmanlığı yapmaya devam ediyor.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale