Sartre’nin çok sevdiğim bir sözü var, ana fikri; “aynı hataları yapmak için hayat çok kısa”. Bu yazı da tam bu cümleye uygun yazılıyor inanın bana. Her gittiğimde pişman olduğum, ama gitmesem de özlediğim bir yer burası. Neresi mi? Çeşme! Her gidişim bir hata gibi gelse de hala gidiyorum ve maalesef gideceğim. Bu yazı çelişkiler üzerine, ben çözemedim sevip sevmediğimi, belki siz okurken çözersiniz ne dersiniz?
“Neden Çeşme, neden ben?” diyorum çünkü “insan İstanbul’dan kalabalık ve pahalı bir yere kafa dağıtmaya neden gider?” sorusunun bir cevabı olmalı önce. Kendime çok sordum ve neyseki cevap gecikmedi: İzmir. Ben İzmir’e gitmeyi çok seviyorum aslında. Yol bazen şehrin kendisine, bazen Çeşme’ye, bazen de Foça’ya çıkıyor. Bir yazı da sadece İzmir olsun hatta. Notlara eklendi. Yazı yazdıkça plan yapıyorum, kelimeler ilham kaynağı oluyor… Haydi benim gözümden Çeşme başlasın!
Bu sene biri Nisan’da biri Temmuz’da olmak üzere iki kere hafta sonu kaçtım buraya. Bir tanesi bahardaki Alaçatı Ot Festivali zamanında, diğeri de yazın ortalarında. Görmek fiili burada net anlatımdır, ancak gördüm diyebiliyorum, anlatacağım şimdi size nedenlerini.
Türkçe’de kullanılan fiillerden yaşamak ve görmek aynı değil, tamam bazen cümlede kullanımları aynı anlama gelse de Çeşme için her zaman farklı. Bu beldeye geldiğinizde yaşamak mümkün değil, ancak gördüğünüzle kalırsınız. Uyarıcı etkenler o kadar çok ki, yeni bir sürü mekan açılmış, onlarca beach club arasında sen ne görürsen o işte. Burada bir eleştiri yok, çünkü kendi ayağımla gidiyorum ve eğleniyorum. Bıraktığı haz anlık. Anılarda kalmıyor, yanımdaki dostlarımla olan fotoğraflar, yaşadığım olaylar baki. Zaten dostlarla neresi olsa keyifli. Konumuz bu değil yani.
Konumuz bu beldenin her sene biraz daha kendi olmaktan çıkmasına rağmen kendini özletmesi. Bu da bir aşk türü değil mi?
Alaçatı Ot Festivali’ne “to do list”e eklediğim bir organizasyon olduğundan geldim. Bir daha da gelmeyeceğim. Gördüm bir kere yeter. O fazla kalabalığa bir daha rastlamamak adına Alaçatı’ya seyahatlerimi festivalden farklı zamanlara denk getirmeye özen göstereceğim.
Her geldigimde Alaçatı’da senelerdir aynı yerde kalırım -gittiğim yerlerle bir tanışıklık hissetmeyi seviyorum- nedeni de sahibinin bu yapaylığa ve süregelen değişime inat aynı içten karşılamaları ve samimiyeti. Orada kalmak, bana “iyi ki geldim” dedirtiyor.
Alaçatı’nın biraz daha dışında ama çok da yakınında mis gibi kahvaltısı ile sessizlik içinde güne başlamak iyi geliyor. O anlarda “iyi ki yine geldim Çeşme’ye” diyorum. O güzel kahvaltıdan sonra işte kanlı saatler başlıyor. E hangi beach’e gideceğiz? Çok önemli değil mi? Denize bile girmeyen bir grup insanla eller havaya saatleri başlasın. Bu beach’ler içinde en güzeli Sunset Beach benim için. Nasıl bir günbatımı o? Anlatılmaz yaşanır kesinlikle. Kabul etmeliyim ki ortamı da oldukça güzel ve nezih.
Bu sene yeni açılan Limon Alaçatı yemek yemek ve sonrasında geceyi devam ettirmek için iyi bir seçenek. Hem hala Hacımemiş sokakları içinde olup hem de avluda kalması sebebiyle izole olması çok güzel. Bir diğer yeni açılan, sevmediğim Clubbaba adı altındaki restoranı, pahalıca ürünlerle dolu mağazalardan oluşan Hacımemiş Köyü’nün yürüme mesafesinde olsa da, dışında kalan yaşam alanı yüzünden sevmedim İstanbul hissi verdiği için. Sevmedim para tuzağı hissi verdiği için. Biz tatil havasına girdiğimizde buralar çıkarmaya mı çalışıyor acaba?
Neyini sevdin söyle derseniz söylüyorum: Sabahlarını. Kahvaltıdan sonra ben o Hacımemiş sokaklarında yürümeye bayılıyorum. Bu yüzden de bazı şeylere katlanıp yine gideceğim. Bakın şimdiden özledim o sabahları. Bırakın cırcır böceği sesleri eşliğinde başıboş dolaşayım. O saatlerde gerçek insanlar da dışarıda; yaşlısı, genci, esnafı. Günaydınlar havada uçuşuyor, herkes herkesin ahbabı -bu kelime ne yakıştı- kediler bir köşede uykuda, huzur akıyor sokaktan.
Yine bu güzel sabahlardan birinde, yeni açılan Kaf Kafe’de o güzel kahvemi alıp mekanın güzel mi güzel dekoruna bakıp fotoğraflayarak sokaklarıma düşerim. İşte bu zamanlarda yine “iyi ki geldik” derim. Tamam öğlen beach’lerde eğlence, akşam o çok tuzlu restoranlarda yemekler ve sonra barlarda içkiler karışacak seyahatin arasına -bu senaryoda eğlenmiyorum demedim- ve gün bitecek. Sonra yine benim sihirli sabahım bana kür olacak ya, o bana yeter.
Milyonlarca blogda, yazıda zaten Çeşme mekanları var. Oturup baştan ilk kez ben gitmişim gibi yazmam da garip olurdu. En yenileri biraz çıtlattım ama yine de değil mi? Benden Çeşme bu kadardı. Haftaya İtalya’ya mı dönsek? Bakalım nerede olacağız? Sürpriz olsun bu sefer.
Ben bu yazıyı bitirirken bile o sabahları özledim. Hatta İzmir’e uçak bileti bakıyorum şimdi. O sabahlar için yine gelmeye değer, ama giderken de harcadığın paralarına baktığında yaşanan hayal kırıklılığını göze alarak gitmek de fayda var tabii. Her mekan yarışta ve seni ele geçirecek bir cazibe unsuru var. Kaçarın yok gideceksin. Sen istemesen yanındaki isteyecek. Ama tek tesellim; benim güzel sabahlarım var. Bana o sabahları verin yeter.
İlginizi çekebilir: Tatil planlarına Çeşme’yi dahil edenlere: Çeşme’de mutlaka uğramanız gereken en iyi 8 mekanTatil planlarına Çeşme’