2007-2008-2009 üniversite yılları, evet Kastamonu diye bir yer var ve ailem her hafta sonu gidiyor, ben mutluyum çünkü ev bana kalıyor, istediğim zaman gelip gidiyorum. Nadiren turizm ve tarım yapacağımız Kastamonu’nun Daday ilçesine gidiyorum ama benim için uzakta bir köy ve orayı sadece hafta sonu rahatlığı olarak görüyorum. Tatlı bir kasaba, bu kadar.
Mezun olunca niyetim; yurt dışına yüksek lisansa gitmek, birkaç sene en azından Avrupa’da yaşamak, üniversite kafasını devam ettirmek. Belki dönmemek bile.
Sonra ne mi oluyor?
Mezun oluyorum ve bir anda benim mezun olmamla; yeni hayat maceramla beraber başlayan, beraber büyüdüğüm dev bir işin içinde buluyorum kendimi! Personel bulmak, çılgın maliyetler, satış kanalları, en ergonomik ofis malzemeleri, logar boruları ve ölçüleri, havuz kimyasalları kullanımı, atların günlük beslenmesi, ‘Açık nal mı kapalı nal mı?’, ‘Otelcilik ne demek?’, ‘Kırağı düşünce ekinlere neler oluyor?’ bunlar giriyor hayatıma.
Öğrendiğim optimizasyon yöntemleri, matematik teoremleri burada işe yaramıyor, tez konum reel opsiyonlar atlar üzerinde kullanılamıyor ☺ İnsanlar minik frankofoni dünyamın ışık yılı uzağında, biz aynı dili mi konuşuyoruz gerçekten?
İlgili yazı: Orada bir gün burada bir yıl: Doğal hayata yolculuk
İlk birkaç yıl ‘Ben burada ne yapıyorum?’ ile ‘Bu kadar eğitimi bunun için mi aldım?’ arasında isyan ederek, bocalayarak, söylenerek geçiyor. ‘Ne katıyor ki bu dünya bana?’ sorusu ise hep kafamın bir yerinde.
Hayatım boyunca masa başı bir iş istememiş, hareket etmeyi, gidebilmeyi özgürlük saymış bünyem için daha uygun bir iş olamazdı diye düşünmeye ve içinde bulunduğum tüm koşulları, iyisi ve kötüsüyle, mutluluğu ve sıkıntısıyla tam olarak ne zaman kabullendim ve evrene teşekkürler saçmaya başladım bilmiyorum. Anadolu’da tanıştığım güzel insanların, tecrübelerinin, benim edindiğim tecrübelerin, gözlemlerin etkisi büyük, doğanın insanı terbiye etmesinin etkilerini ise anlata anlata bitiremem. Bir elma ağacını 4 mevsim gözleme şansınız varsa, doğanın mükemmelliği, zamanlaması ve sabrı karşısında büyülenip, kendimizi bazen ne kadar yapay şeylere kaptırmış, ondan kopmuş, dışlamış olduğumuzun dehşetine kapılabilirsiniz. Bizim de durmamız, içe dönmemiz veya bütün neşemizle dış dünyaya açılmamız gereken zamanlar var, çoğumuz zorunluluklardan farkında bile değiliz artık; ama o elma ağacı başka bir yazının konusu.
Ama hayatımda bu sürecin bana çok şey kattığını hissediyorum. Bunların başında mücadele etmek geliyor, ne olursa olsun devam edebilmek, bir kapı kapalı mı, o zaman durmayıp başka bir kapı bulmak, gerekiyorsa yaratmak. Olumsuza değil, olumluya, güzele, iyiye odaklanmak. Saygı duymak farklı bakış açılarına, varolma şekillerine. Zamanın ve coğrafyanın akışına dahil olmak. İstediğim kadar acele edeyim, sağı solu sıkıştırayım, debeleneyim, her şeyin kendi döngüsü var, ‘Su yolunu bulur’ gerçek.
Doğa insana hepsini öğretiyor, sabırla, cömertçe. Ve ben de bu döngü içinde kendi yolumu buluyorum yavaşça.