Çocukluğumun çok erken yaşlarında, dinlere, hikayelere ve efsanelere karşı bir ilgim vardı. Her şeyi tam olarak anlamasam da, uzun sakallı, büyük bir adamın olduğunu; bu adamın çok güçlü olduğunu ve hepimizin ona tapmamız ve ondan korkmamız gerektiğini düşünürdüm. Bu adamın mucizeler gerçekleştiren bir çocuğu olduğunu, ve fakat birilerinin o çocuğu öldürdüğüne inanırdım. Katoliklerin ve Yahudilerin olduğu bir ailenin içindeydim ve tam olarak bu iki kavramın farklılıklarının ne olduğundan emin değildim. Hepimiz aynı değil miydik?
Aslında her zaman mitolojiyi ve her tür hikayeleri sevmişimdir. Hani büyükanneniz ve büyük babanızla oturduğunuzda onların size anlattığı geçmişten gelen hikayeleri gözleriniz kocaman açık dinlersiniz ya.. Bazen nedenini sorgulasanız da, size anlatılan her şeye inanabiliyorsunuz. Ben sadece hikayeler karşısında büyüleniyordum ve ne kadar inanılmaz olurlarsa beni de o derece etkileyebiliyorlardı. Sanki hikayeleri dinledikçe hayatıma daha fazla şey katıyor gibiydim.
Çocukluğumda sezgileri kuvvetli ve meraklı bir insandım. Araştırıyordum ve kendi kendime duyduklarımın doğru olup olmadığını sorguluyordum sürekli. Bunlar nasıl mümkün olabilir? Ya da mümkün olmayabilir mi? Çok dindar olmasalar da Katolik olan ailemden beni haftada bir Katolik okuluna göndermelerini istedim. İlk başlarda bu okulu çok da sevdim! Hikayeleri ve efsaneleri dinliyordum. Sonra, sorular sormaya başladığımda öğretmenlerin verdiği cevaplar bana tatmin edici gelmemeye başladı. Gittikçe daha fazla soru sormaya başlıyor ve şüpheci oluyordum. Günahsız gebelik meselesi benim kafamı iyice karıştırıyordu ve artık Meryem Yusuf’la bir ilişki kurmadan bebek doğurmuş olamaz demeye başladım. Beni okuldan uzaklaştırdılar ve ailemden de evde kalmamı istediler; çünkü ben sınıfın düzenini bozuyormuşum. Böylece bütün şüpheciliğim tekrar başlamış oldu. Yetişkinlerden ve hikayelerinden, din diye adlandırdığımız şeyden de şüphe duymaya başlamıştım artık, yine de bunların içinde doğru olan bir şeylerin de olduğunu söyleyen bir tarafım vardı. Ancak bu neydi?
Sinirlenmiştim ve 18 yaşıma geldiğimde Ateist olmuştum. Bazen haç takıyordum bazen de Davut Yıldızı. İçimde bir şeylere inanma arzusu vardı ama hangisinin doğru olduğunu bilmiyordum ve bunun kafa karışıklığını yaşıyordum.
İlerleyen senelerde ise, Türkiye’de bulunmak ve Pakistan’da yaşamak sorguladığım şeylere yeni bir tanesini ekledi. Bu durum içimde olup bitenleri anlayabilmem için beni daha da cesaretlendirdi. Kudüs’e gittim ve eski şehrin duvarlarının arkasında üç dinin birleştiğini gördüm. Ne güzel bir duyguydu! Bu bana çok iyi ve doğru hissettirdi ancak aynı zamanda sorularım artık daha da büyümeye başlamıştı:
Neden dinler ortaya çıktığından beri neden bu inançlar arasında şiddete yer var?
Sorun şu ki, farklı dinler sadece birbirlerine karşı değil aynı zamanda kendi aralarında da sorunlar yaşıyorlar. Her dinin içerisinde kendi mezhepleri arasında da ayrımcılık, ayrıştırma, farklılık ve bir hiyerarşi bulunuyor. Hinduizmi ve Budizmi incelediğimde, kendimi bu dinlerin felsefelerine daha yakın hissettim, yine de bu öğretiler derinlerde hissettiklerimle tam olarak uyuşmuyordu. Peki ne yapmalıydım? Bir şeye inandığımı inkar mı etmeliydim? Kontrolümüz dışında doğaüstü bir gücün olduğuna olan inancımı bastırmalı mıyım? Bilimin açıklayamadığı gerçekleri inkar mı etmeliydim? İnatçı bir insan olduğum için bu kesinlikle mümkün değildi. Neden bu kadar geciktiğini bilmiyordum ancak en sonunda ruhanilik kelimesini buldum ve bu benim bir cevap bulmak için olan açlığıma çare olmaya başladı.
Artık inançlı birisi olduğumu utanmadan söyleyebiliyorum. Bütün cevapları bilmediğimi ancak hissettiklerimin doğru olduğunu söylemekten korkmuyorum artık.
Dinler nasıl ortaya çıktı?
Dinlerin düşünceler üzerine kurulu olduğu doğrudur, ancak bu düşünceler başka birisinin sizin için yarattığı düşünceler oluyor. Ruhanilik de bir tür düşünce şekli ama ruhanilikte düşünceler insanın kendi deneyimlerine ve çabalarına dayanıyor. Ruhanilikte, değişim için kendi çabanız gerekiyor. Ruhanilikte, kendimle evren arasında özel bir deneyim alanına sahip oldum. Peki evren nedir? Kendinize hangisi doğru geliyorsa, evreni o şekilde tanımlayabilirsiniz: Sonsuz güç, Tanrı…Ruhanilikte normalde görünmez olan bir gerçeklik boyutuyla doğrudan bir deneyimim oluyor.
Bu gün her ne kadar dinler kontrol, baskı, hiyerarşi aracı olarak kullanılsalar da her zaman durum böyle değildi. Tam tersine ilk başlarda dinler peygamberlerin, azizlerin, dinlerinin kurucularının ve onların müritlerinin çeşitli görüleriyle ilgili deneyimlerinden, tecrübelerinden oluşmaktaydı. Peki sonra ne oldu? Sizce bugün birisi gelip, benim Tanrı’yla bağlantım var, bir düş gördüm ve bana bir misyon verildi dese, sizce bu kişi özgürce düşüncelerini ifade edebilir mi? Yoksa hemen akıl hastanesine mi gönderilir?
Sizce biz, normal olmayan ruhsal durumları yaşadığımızda bunları ifade etmekte ne kadar özgürüz?
Son zamanlarda, modern dünyamızda manevi bir düşünce şekline yer olmadığını anlamaya başlıyorum. Bizler doğrulamaları, bilimi, tanımlamaları, kanıtları ve açıklayabildiğimiz şeyleri seviyoruz. Bir şeyi anlamadığımız zaman korkuyoruz ve tatminsiz oluyoruz. Bizim KONTROLE ihtiyacımız var.
Ruhanilikte, bizler sürekli olarak bilinmeyenle flört ederiz. Daha derin ve komplike bir orman olan bilinçaltımıza doğru yavaşça yol alırız. Bu açık fikirli, beklentisiz ve yargılamasız bir şekilde daha iyi bir kavrayış arayışı içinde olmaktır. Ruhanilikte, herhangi bir rasyonel açıklamadan bağımsız olan bir güce inanırız ve ona teslim oluruz.
Ben dışarıya baktığımdan çok içeriye bakarım. Ruhanilikte, her türlü dışavurumun önünde mütevazi oluruz ve her bir hücremizdeki bilgilerin derinliklerine doğru gideriz. Her şey buradadır ve şimdi yaşanır.
Ruhani olmak kendin olmak ve varoluşunun anlamını dışarıdan yüklenen anlamlarda bulmaya çalışmamaktır. Ruhani olmak, insanın kendisini her şeyin ve aynı zamanda da problemin önemli bir parçası olarak görmesidir. Modern dünyadaki din çeşitliliği insanoğlunu birbirinden ayrıştırırken, ruhanilik tam tersine, bilinmeyenin var olmasına izin vererek insanları her seviyede birleştirir.
Bu güne kadarki hislerimin; din, ruhanilik ve insan olma, kim olduğum, neden burada olduğum, bu karışıklığın sebebinin ne olduğu, nefret, kıyaslama, şiddetin, tamamen bir kafa karışıklığından ibaret olduğunu anladığım için içim rahat. Bütün sorularım cevap bulmasa da ruhaniliğim ile ilişki kurup huzurlu hissedebilirim. Artık sürece güvenebilir ve kendimi her gün, şu anda ve her zaman burada olan Ruhani Dünyanın öğretileriyle, bilginin ve bilgeliğin izinde olan daha iyi bir insan olarak görebilirim…
Daha önce, hiçbir dine kucak açmamış olmak tüm yüklenen kötü anlamlarıyla birlikte “pagan” olmak anlamına gelir diye düşünürdüm. Şimdi ise içimdeki derin hislerin tarafımdan duyulduğunu ve dinlendiğini biliyorum.
Karl Jung der ki; “Her şey gerçekleşebilir, bilmediğimiz her şey” ve herşeyi bilmemekte de bir sorun yoktur. Çok dindar olabilir ama hiç ruhani olmayabiliriz. Bunu tam tersi de olabilir. Bunda da bir sorun yok bence.
Şu gerçeği kabul ettiğim için gururluyum : Ben Ruhani bir Varlığım!
Stephanie Sayegh
İnternet sitesi için
Facebook hesabı için
Instagram için