X

Bedenlerimizi ne çok eleştiriyoruz farkında mısınız?

Yazılarımda yeme bozukluklarını ele alıyor, bunların gittikçe daha fazla insanı etkileyen ciddi ruhsal ve fiziksel rahatsızlıklar olduğunu vurgulamaya çalışıyorum. Hem bu konudaki uzman kişilerin açıklamalarının hem de hislerimin yol göstericiliğine güvenerek yeme bozuklukları hakkında yanılgıları, peşin hükümlü fikirleri ve yanlış anlamaları gün yüzüne çıkarmaya, sizleri de bunları sorgulamaya davet ediyorum.

Gerek okumalarım sırasında, gerek yazılarımı hazırlarken olsun beden algısı, kilo alma korkusu ve kısıtlayıcı diyetler gibi genellikle yeme bozukluklarıyla ilişkilendirilen meselelerin aslında günlük konuşma ve sohbetlerimizin bir parçası haline geldiğini, insanların birbirlerinin kiloları ve bedenleri hakkında iyi ya da kötü niyetli yorum yapmaktan çekinmediğini, daha da yaralayıcısı hemen hepimizin içinde “Sen bu halinle yeterli değilsin; bedenin bu haliyle yeterince iyi değil, onu değiştirmelisin,” diye konuşan kötücül bir ses olduğunu fark ediyorum.

Diğer bir ifadeyle, bedenlerimiz ve sağlığımız hakkında sarf ettiğimiz kelimeler belki de kilolarımızdan daha, çok daha ağırlar. Dili nasıl kullandığımız bu tür meselelerin döndüğü diyaloglarda sandığımızdan daha büyük bir etki yaratıyor ve bu nedenle diyorum ki bedenlerimizle ve yiyeceklerle daha sağlıklı bir ilişki kurmak için dili nasıl kullandığımıza dikkat edelim ve bugünden başlayarak ufak ufak değişikliklerle daha yapıcı, daha olumlu bir söylem benimseyelim.

Karşımızdaki insanın bedeni ya da yeme alışkanlığı üzerine yorum yaparken aslında ona iltifat etmek istiyor olabiliriz ama bu iyi niyetimizi başka şekilde de gösteremez miyiz? Sözlerimizin ağırlığını nasıl göründüğümüzden ya da “Kilo mu verdin? Harikasın!” gibi doğrudan beden odaklı övgülerden, karşımızdakinin kişiliğine, iyi mizacına ve huylarına kaydırmayı denesek? Onda sevdiğimiz özellikler neler, bizi sakinleştiriyor mu, huzur mu veriyor, yanında kendimizi daha güvende mi hissediyoruz… İşte bu tür sorgulamalar üzerinden kuracağımız bir diyalog hem karşımızdakini daha mutlu edecek hem de bizlere o insanda neyi sevdiğimizi daha iyi anlama şansı verecektir.

Öte yandan, farz edelim, tanıdıklarımız, arkadaşlarımız veya ailemiz hiçbir art niyet taşımasa da doğrudan nasıl göründüğümüz hakkında yorum yapıyor ve kilo verip vermediğimizi soruyor. Bu durumda ne yapabiliriz?

Öncelikle, karşımızdaki insanın tıpkı bizim gibi bu meseleleri konuşmanın normal sayıldığı bir kültürden etkilendiğini ve aslında bizi inciten, üzen bir şey yaptığını fark etmediğini bilelim. “Bu konuyu açarken hiçbir kötü niyetin olmadığını biliyorum ama bedenim hakkındaki her türden yorum bana yarardan çok zarar getiriyor. Daha farklı şeylerden konuşsak, hayatımızda neler olup bittiğinden, en son hangi oyunu izlediğimizden, hangi kitabı okuduğumuzdan bahsetsek. Bak, mesela ben geçen yaz bir kampa katılmıştım, orada…” Ve belki de laf lafı açar, aramızda çok daha besleyici ve zengin bir diyalog kurulur.

O zaman, “diyet kültürü”nün dayattığı konuşmalara hayır diyelim! Şimdi bir düşünün bakalım, siz de aşağıdaki cümleleri sık sık kullanıyor ya da başkalarının ağzından duyuyor musunuz?

Şişmanladığımı hissediyorum.

Kilo almak bir duygu değil. Ya da illa ki olumsuz algılanması gereken bir durum da değil, hatta bazen kilo almak insanı iyileştiren ve güçlendiren bir sonuç bile olabilir.

Sizi eleştiren ve yargılayan iç sesinizin “Şişmanladın, kilo aldın” diyen kanalını kapatın ve ona şununla vurun:
Bugün biraz rahatsız hissediyorum ama çözemeyeceğim bir durum değil.

Kilo vermişsin ve muhteşem olmuşsun!

Yukarıda da bahsetmiştim bundan; diyet kültürü kilo kaybının sebebi ne olursa olsun, nasıl yapılırsa yapılsın bunun iyi bir şey olduğu düşüncesini aşılar. Hâlbuki karşımızdaki insan yaşadığı depresyon, bir hastalık ya da yeme bozukluğu yüzünden kilo vermiş olabilir. Sağlığı bu açıdan kötü etkilenmiş olabilir ve kilo alması gerekirken sizin “iltifatınızla” kafası karışabilir. Yani ona hiç yardımcı olmuyorsunuz!

O zaman, karşımızdakinin nasıl göründüğünden ziyade nasıl hissettiği hakkında konuşmayı deneyebiliriz.
Bugün yaramazlık yaptım. Yarın daha masum yiyecekler yemeliyim.

Yiyecekler ahlaki değer taşımazlar; yiyecek sadece yiyecektir. Bizi besler, rahatlatır, neşelendirir ve güçlenmemizi sağlar.
Yediğimiz bir şey bizi “değerli” ya da başkalarından daha “iyi”, daha “başarılı” kılmaz. Çünkü hiçbir yiyeceğe “masum”, “kötü” gibi etiketler yapıştıramayız.

Korkup kaçtığımız her yiyecek, kendimizi mahrum ettiğimiz her besin bizi kısıtlayıcı diyetlerin döngüsüne sokar ve kendi kendimizin hapishanesinde esir oluruz. O zaman: Fazla düşünmeyin ve istediğiniz şeyi yiyin!

Bu pantolon beni şişman mı gösterdi?

Böyle konuştuğumuzda yine kilolu olmanın mutlaka bizi kötü gösterdiği gibi bir peşin hükümle yola çıkmış oluyoruz. Diyet kültürü der ki: Tartıdaki rakamı yapabildiğin kadar azalt. Ama hayır gerçek hiç de böyle değil.
Kıyafetlerimizin “pohpohlamasına” ihtiyacımız yok. Onların içindeyken rahat olalım, rahat hissedelim yeter.
O zaman: “Bu pantolon yakıştı mı, ne dersin?

Bugün kaçamak yapıyorum.

Yediğimiz şeyi ne kendimize ne de başkalarına neden yediğimizi açıklamak zorunda değiliz. Yemek yemenin hak hukukla bir ilgisi olamaz. Günde kaç kere yemeye ihtiyacımız olursa, ne yemek istersek isteyelim bunun için haklı sebepler aramak, içimizdeki yargılayıcı sesi ya da başkalarının ön yargılarını rahatlatmak zorunda değiliz.

Diyet kültürü sağlıklı ve sağlıksız yiyecekler arasında keskin ayırımlar yapar ve sağlıksız ya da “kötü” addettiği yiyeceklere asla elimizi uzatmamız gerektiğini söyler. Hâlbuki eğer belli bir hastalık yüzünden mutlaka uymanız gereken bir beslenme yoksa her yiyecekten yiyebiliriz. Bu şekilde hiçbir yiyecek gözümüzde korkulası ya da ulaşılmaz olmayacak, yiyeceklerle olan ilişkimizde çok daha özgür kalacağız.

O zaman: “Bugün kaçamak günüm” yerine… Bir dakika ya, hiçbir şey söylemek zorunda değilsiniz!

Şişman değilsin ki, gayet güzelsin.

Diyet kültürüne göre her şeyi olun ama şişman olmayın! Şişmanlık hatta biraz fazla kilo şu anlama gelir: Böyle güzel değilsiniz, mutlu ya da başarılı olamazsınız. Bu, gerçek olmaktan o kadar uzak ki!
Hem şişman hem de güzel olabilir, aktif ve zengin bir yaşam sürebiliriz.
O zaman: “Güzelsin.

3-4 kilo fazlam var, bir verebilsem.”

Gerçekten öyle mi? Dahası, bunu başkalarına söylemeye ne gerek var? Yanınızdaki kişileri bir düşünün. İçlerinde kilosu sizden daha fazla olanlar, gençler, çocuklar yok mu? Bedenlerimizi biçimlendirmek ve değiştirmek için yaptığımız planlar hakkında konuştuğumuzda özellikle gençleri ve çocukları olumsuz etkileyebileceğimizi, bedenlerimizin oldukları şekliyle sevilemeyeceği mesajını verdiğimizi lütfen unutmayalım.

O zaman: “Yeme alışkanlıklarımı biraz gözden geçirirsem, bedenimde daha sağlıklı ve rahat hissedebileceğimi biliyorum.
Peki, şöyle toparlayalım. Kısıtlayıcı ya da “mucizevi” diyetleri pohpohlayan kültür, insanları zihinleri, bedenleri ve ruhlarıyla güzel bir bütün olarak görmektense onları vücutlarının bir parçasıymış gibi gösterir. Rol model olarak da önümüze idealize edilmiş ama gerçeklikten çok uzak incecik (ve muhtemelen çoğu zaman sağlıksız) bedenleri koyar. Yiyecekleri kaçmamız gereken kalori etiketlerine indirger. Sporu ise keyif ya da sağlığımız için yaptığımız bir etkinlik olmaktan çıkarır ve onu bedenimizi değiştirmek, mutlu ve sağlıklı olmayacağı bir forma sokmak için kullanabileceğimiz bir araç olarak gösterir. Kanmayalım!

Kaynak:

https://www.buzzfeednews.com/article/laurenstrapagiel/diet-culture-phrases-to-avoid

İlginizi çekebilir:
https://www.uplifers.com/yiyeceklerle-savasmayi-birakin-ozgurluge-dogru-5-adim/
https://www.uplifers.com/gercek-benligimizi-nasil-besleyebiliriz-5-oneriyle-ruhunuzu-besleyin/
https://www.uplifers.com/cocugunuza-bedenini-sevmesi-icin-yardim-edebilirsiniz-dikkat-etmeniz-gereken-3-sey/
https://yalnizanoreksi.wordpress.com/2019/11/22/yediklerimiz-ya-da-yemediklerimiz-kadar-mi-masumuz-gercekten/
https://yalnizanoreksi.wordpress.com/2020/03/07/starving-bulimiya-nervoza-uzerine-bir-kisa-film/

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale