Yazılarımda yeme bozukluklarını ele alıyor, bunların gittikçe daha fazla insanı etkileyen ciddi ruhsal ve fiziksel rahatsızlıklar olduğunu vurgulamaya çalışıyorum. Hem bu konudaki uzman kişilerin açıklamalarının hem de hislerimin yol göstericiliğine güvenerek yeme bozuklukları hakkında yanılgıları, peşin hükümlü fikirleri ve yanlış anlamaları gün yüzüne çıkarmaya, sizleri de bunları sorgulamaya davet ediyorum.
Gerek okumalarım sırasında, gerek yazılarımı hazırlarken olsun beden algısı, kilo alma korkusu ve kısıtlayıcı diyetler gibi genellikle yeme bozukluklarıyla ilişkilendirilen meselelerin aslında günlük konuşma ve sohbetlerimizin bir parçası haline geldiğini, insanların birbirlerinin kiloları ve bedenleri hakkında iyi ya da kötü niyetli yorum yapmaktan çekinmediğini, daha da yaralayıcısı hemen hepimizin içinde “Sen bu halinle yeterli değilsin; bedenin bu haliyle yeterince iyi değil, onu değiştirmelisin,” diye konuşan kötücül bir ses olduğunu fark ediyorum.
Diğer bir ifadeyle, bedenlerimiz ve sağlığımız hakkında sarf ettiğimiz kelimeler belki de kilolarımızdan daha, çok daha ağırlar. Dili nasıl kullandığımız bu tür meselelerin döndüğü diyaloglarda sandığımızdan daha büyük bir etki yaratıyor ve bu nedenle diyorum ki bedenlerimizle ve yiyeceklerle daha sağlıklı bir ilişki kurmak için dili nasıl kullandığımıza dikkat edelim ve bugünden başlayarak ufak ufak değişikliklerle daha yapıcı, daha olumlu bir söylem benimseyelim.
Karşımızdaki insanın bedeni ya da yeme alışkanlığı üzerine yorum yaparken aslında ona iltifat etmek istiyor olabiliriz ama bu iyi niyetimizi başka şekilde de gösteremez miyiz? Sözlerimizin ağırlığını nasıl göründüğümüzden ya da “Kilo mu verdin? Harikasın!” gibi doğrudan beden odaklı övgülerden, karşımızdakinin kişiliğine, iyi mizacına ve huylarına kaydırmayı denesek? Onda sevdiğimiz özellikler neler, bizi sakinleştiriyor mu, huzur mu veriyor, yanında kendimizi daha güvende mi hissediyoruz… İşte bu tür sorgulamalar üzerinden kuracağımız bir diyalog hem karşımızdakini daha mutlu edecek hem de bizlere o insanda neyi sevdiğimizi daha iyi anlama şansı verecektir.
Öte yandan, farz edelim, tanıdıklarımız, arkadaşlarımız veya ailemiz hiçbir art niyet taşımasa da doğrudan nasıl göründüğümüz hakkında yorum yapıyor ve kilo verip vermediğimizi soruyor. Bu durumda ne yapabiliriz?
Öncelikle, karşımızdaki insanın tıpkı bizim gibi bu meseleleri konuşmanın normal sayıldığı bir kültürden etkilendiğini ve aslında bizi inciten, üzen bir şey yaptığını fark etmediğini bilelim. “Bu konuyu açarken hiçbir kötü niyetin olmadığını biliyorum ama bedenim hakkındaki her türden yorum bana yarardan çok zarar getiriyor. Daha farklı şeylerden konuşsak, hayatımızda neler olup bittiğinden, en son hangi oyunu izlediğimizden, hangi kitabı okuduğumuzdan bahsetsek. Bak, mesela ben geçen yaz bir kampa katılmıştım, orada…” Ve belki de laf lafı açar, aramızda çok daha besleyici ve zengin bir diyalog kurulur.
O zaman, “diyet kültürü”nün dayattığı konuşmalara hayır diyelim! Şimdi bir düşünün bakalım, siz de aşağıdaki cümleleri sık sık kullanıyor ya da başkalarının ağzından duyuyor musunuz?
“Şişmanladığımı hissediyorum.”
Kilo almak bir duygu değil. Ya da illa ki olumsuz algılanması gereken bir durum da değil, hatta bazen kilo almak insanı iyileştiren ve güçlendiren bir sonuç bile olabilir.
Sizi eleştiren ve yargılayan iç sesinizin “Şişmanladın, kilo aldın” diyen kanalını kapatın ve ona şununla vurun:
“Bugün biraz rahatsız hissediyorum ama çözemeyeceğim bir durum değil.”
“Kilo vermişsin ve muhteşem olmuşsun!”
Yukarıda da bahsetmiştim bundan; diyet kültürü kilo kaybının sebebi ne olursa olsun, nasıl yapılırsa yapılsın bunun iyi bir şey olduğu düşüncesini aşılar. Hâlbuki karşımızdaki insan yaşadığı depresyon, bir hastalık ya da yeme bozukluğu yüzünden kilo vermiş olabilir. Sağlığı bu açıdan kötü etkilenmiş olabilir ve kilo alması gerekirken sizin “iltifatınızla” kafası karışabilir. Yani ona hiç yardımcı olmuyorsunuz!
O zaman, karşımızdakinin nasıl göründüğünden ziyade nasıl hissettiği hakkında konuşmayı deneyebiliriz.
“Bugün yaramazlık yaptım. Yarın daha masum yiyecekler yemeliyim.”
Yiyecekler ahlaki değer taşımazlar; yiyecek sadece yiyecektir. Bizi besler, rahatlatır, neşelendirir ve güçlenmemizi sağlar.
Yediğimiz bir şey bizi “değerli” ya da başkalarından daha “iyi”, daha “başarılı” kılmaz. Çünkü hiçbir yiyeceğe “masum”, “kötü” gibi etiketler yapıştıramayız.
Korkup kaçtığımız her yiyecek, kendimizi mahrum ettiğimiz her besin bizi kısıtlayıcı diyetlerin döngüsüne sokar ve kendi kendimizin hapishanesinde esir oluruz. O zaman: Fazla düşünmeyin ve istediğiniz şeyi yiyin!
“Bu pantolon beni şişman mı gösterdi?”
Böyle konuştuğumuzda yine kilolu olmanın mutlaka bizi kötü gösterdiği gibi bir peşin hükümle yola çıkmış oluyoruz. Diyet kültürü der ki: Tartıdaki rakamı yapabildiğin kadar azalt. Ama hayır gerçek hiç de böyle değil.
Kıyafetlerimizin “pohpohlamasına” ihtiyacımız yok. Onların içindeyken rahat olalım, rahat hissedelim yeter.
O zaman: “Bu pantolon yakıştı mı, ne dersin?”
“Bugün kaçamak yapıyorum.”
Yediğimiz şeyi ne kendimize ne de başkalarına neden yediğimizi açıklamak zorunda değiliz. Yemek yemenin hak hukukla bir ilgisi olamaz. Günde kaç kere yemeye ihtiyacımız olursa, ne yemek istersek isteyelim bunun için haklı sebepler aramak, içimizdeki yargılayıcı sesi ya da başkalarının ön yargılarını rahatlatmak zorunda değiliz.
Diyet kültürü sağlıklı ve sağlıksız yiyecekler arasında keskin ayırımlar yapar ve sağlıksız ya da “kötü” addettiği yiyeceklere asla elimizi uzatmamız gerektiğini söyler. Hâlbuki eğer belli bir hastalık yüzünden mutlaka uymanız gereken bir beslenme yoksa her yiyecekten yiyebiliriz. Bu şekilde hiçbir yiyecek gözümüzde korkulası ya da ulaşılmaz olmayacak, yiyeceklerle olan ilişkimizde çok daha özgür kalacağız.
O zaman: “Bugün kaçamak günüm” yerine… Bir dakika ya, hiçbir şey söylemek zorunda değilsiniz!
“Şişman değilsin ki, gayet güzelsin.”
Diyet kültürüne göre her şeyi olun ama şişman olmayın! Şişmanlık hatta biraz fazla kilo şu anlama gelir: Böyle güzel değilsiniz, mutlu ya da başarılı olamazsınız. Bu, gerçek olmaktan o kadar uzak ki!
Hem şişman hem de güzel olabilir, aktif ve zengin bir yaşam sürebiliriz.
O zaman: “Güzelsin.”
“3-4 kilo fazlam var, bir verebilsem.”
Gerçekten öyle mi? Dahası, bunu başkalarına söylemeye ne gerek var? Yanınızdaki kişileri bir düşünün. İçlerinde kilosu sizden daha fazla olanlar, gençler, çocuklar yok mu? Bedenlerimizi biçimlendirmek ve değiştirmek için yaptığımız planlar hakkında konuştuğumuzda özellikle gençleri ve çocukları olumsuz etkileyebileceğimizi, bedenlerimizin oldukları şekliyle sevilemeyeceği mesajını verdiğimizi lütfen unutmayalım.
O zaman: “Yeme alışkanlıklarımı biraz gözden geçirirsem, bedenimde daha sağlıklı ve rahat hissedebileceğimi biliyorum.”
Peki, şöyle toparlayalım. Kısıtlayıcı ya da “mucizevi” diyetleri pohpohlayan kültür, insanları zihinleri, bedenleri ve ruhlarıyla güzel bir bütün olarak görmektense onları vücutlarının bir parçasıymış gibi gösterir. Rol model olarak da önümüze idealize edilmiş ama gerçeklikten çok uzak incecik (ve muhtemelen çoğu zaman sağlıksız) bedenleri koyar. Yiyecekleri kaçmamız gereken kalori etiketlerine indirger. Sporu ise keyif ya da sağlığımız için yaptığımız bir etkinlik olmaktan çıkarır ve onu bedenimizi değiştirmek, mutlu ve sağlıklı olmayacağı bir forma sokmak için kullanabileceğimiz bir araç olarak gösterir. Kanmayalım!
Kaynak:
https://www.buzzfeednews.com/article/laurenstrapagiel/diet-culture-phrases-to-avoid
İlginizi çekebilir:
https://www.uplifers.com/yiyeceklerle-savasmayi-birakin-ozgurluge-dogru-5-adim/
https://www.uplifers.com/gercek-benligimizi-nasil-besleyebiliriz-5-oneriyle-ruhunuzu-besleyin/
https://www.uplifers.com/cocugunuza-bedenini-sevmesi-icin-yardim-edebilirsiniz-dikkat-etmeniz-gereken-3-sey/
https://yalnizanoreksi.wordpress.com/2019/11/22/yediklerimiz-ya-da-yemediklerimiz-kadar-mi-masumuz-gercekten/
https://yalnizanoreksi.wordpress.com/2020/03/07/starving-bulimiya-nervoza-uzerine-bir-kisa-film/