X

Bedenimizde rahat hissetmek ve bedenimizle bağımızı güçlendirmek için neler yapabiliriz?

Bedenimde rahat hissetmiyorum, vücudumdaki ağrılara mı yoksa bir türlü dinginlik bulmayan ruhumun baskısına mı katlanmak daha zor, doğrusu bilmiyorum. Son zamanlarda böyle cümleler kurarken yakalıyorum kendimi. Yeni bir durum değil bu benim için aslında, ama yıllardır mücadele ettiğim anoreksiya nervoza rahatsızlığı bazen daha da çekilmez oluyor; kendimi değersiz ve aciz hissettiren kötü ve aldatıcı sözlerinin ardı arkası kesilmiyor. Bu sayfada her ne kadar yeme bozuklukları üzerine yapılmış çalışmalardan alıntılar ve derlemeler yaparak hazırladığım yazıları paylaşsam da bunların içine mutlaka kendi deneyimlerim ve duygularım da karışıyor. Başka türlüsü de elimden gelmezdi sanıyorum.

Uplifers.com’daki serüvenime, anoreksiya nervozaya karşı mücadelesini azmi ve kararlığı sayesinde kazanan Hanne Arts’la yaptığım röportajla başlamıştım. Aslında ona sorduğum soruların hemen hepsi, itiraf ediyorum, biraz bencilce bir itkiyle hazırlanmıştı çünkü bu rahatsızlığı yenmeme yardımcı olacağını düşündüğüm neyi merak ediyorsam onu sormuştum. Ama şimdi bakınca aslında sorduğum soruların ve Arts’ın verdiği içten yanıtların benim gibi birçok hastaya el uzattığını anlıyorum. İkinci yazım biraz daha kişiseldi; ben kimdim, ne meselem vardı da bu sayfadan sizlere sesleniyordum?

Kendi sesimin, daha mutlu ve tasasız olan benin anoreksiya nervozanın altında nasıl gittikçe solduğundan, o sesi yeniden bulabilmek ve bu süreçte yeme bozuklukları yaşayan, bu konuda bilgilenmek isteyen insanlarla kelimeler üzerinden de olsa bağ kurabilmek için yazmaya başladığımdan bahsetmişim. Sonraki haftalarda yeri geldi anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza gibi yeme bozukluklarının semptomları, yarattığı olumsuzluklar ve tedavi yöntemleri hakkında bilgilendirici içerikler; yeri geldi yeme bozukluklarını alışkanlık olarak ele alan ve bunun beynin sinaptik bağlantılarıyla ilişkisini inceleyen kitaplar üzerine yazdım. Yeme bozuklukları ile sağlıklı beslenme arzusu arasındaki bıçak sırtı meseleye de değindim; bedenini yeterince beslemekten kaçınan anoreksiya nervoza hastasının dünyadaki açlık sorunumeseleye de değindim; karşısında nasıl hissettiğini de ifade etmeye çalıştım.

Yeme bozuklukları fiziksel, zihinsel ve ruhsal açıdan son derece riskli sonuçları olan rahatsızlıklardır. Tedavilerini bu denli güçleştiren ise rahatsızlığa neden olan etmenlerin tek bir kökene indirgenemeyişi. Deneyimler, travmalar, mükemmeliyetçi karakter yapısı, medyanın yanlış ve aldatıcı şekilde sunduğu beden imajları, spor ve sağlıklı beslenme ile kurulan takıntılı ve ölçüsüz ilişkiler; bunların hepsi yeme bozukluklarına yol açabilir. Sebep ne olursa olsun (ki ben artık “Neden bunu kendime yapıyorum?” diye sormaktan vazgeçtim, sebep ya da sebepler o kadar önemli değil belki de –asıl mesele iyileşme motivasyonunun bizi nerede beklediğidir), dönüp dolaşıp yazının başında bahsettiğim ruh haline geliyoruz: Biz, yeme bozukluklarıyla mücadele eden insanlar, bedenlerimizin içinde rahat değiliz ve onu duyamıyoruz; dahası bedenimiz ile ruhumuz da birbiriyle olan bağını yitirdi.

Bu hislerle belki yeme bozukluklarına daha da sarılıyoruz, bazen yediklerimizi kısıtlayarak, bazen tıkanırcasına yeme epizotları yaşayıp sonrasında “telafi” çabalarına girerek bedenlerimize işkence yapmaya devam ediyor, kime ya da neye karşıysa aslında nefretimiz bunun acısını kendimizden çıkarıyoruz. Ama şunu anlamamız gerekiyor: Bu bir kısır döngü ve eninde sonunda geri tepiyor. Bedenimize ve ruhumuza işkence etmeye devam ettikçe ne daha iyi hissediyoruz, ne içsel meselelerimizi halledebiliyoruz, ne de daha güçlü oluyoruz. Aksine, kırılganlığımız, savunmasızlığımız artıyor; kaygılar, endişeler üşüşüyor ve sağlığımızı gittikçe kaybediyoruz.

Bu döngüyü kırıp çarkı tersine çevirebilmek için kendime de size de mucizevi bir reçete sunmak isterdim. Ama ne yazık ki bu mümkün değil. Yine de yeme bozuklukları gibi fiziksel ve zihinsel rahatsızlıklarla mücadele ettiğimiz süreçte en azından bize biraz olsun yardımcı olacak yöntemler var. Bunların bazılarını kendi deneyimlerimle keşfettim, bazılarıyla ise yeme bozuklukları yaşayan diğer insanların yolculuklarında karşılaştım. Aslında bunlar sadece yeme bozukluklarından kurtulmaya çalışırken uygulayabileceğimiz yöntemler olmanın çok ötesinde; hayatımızın her alanına ve her sürecine yayabilsek, dahası bunları içselleştirebilsek daha huzurlu ve sağlıklı olabileceğimize inanıyorum.

En azından deneyebiliriz, ne dersiniz?

Bedenimize iyi davranmakla başlayalım…

Kilo verip zayıfladığımızda bedenimizi daha çok seveceğimizi düşünüyor, bu yüzden çoğu zaman kendimizi açlığa mahkûm ediyoruz. Burada sağlıklı olmak için gerekli, ölçülü ve doktor kontrolündeki bir kilo kaybından bahsetmediğimizi vurgulamaya gerek yok sanıyorum. Özellikle yeme bozukluğu yaşayan insanların besinlerle maalesef sorunlu bir ilişkileri vardır ve bunu tersine çevirmenin yolu da bedenimizi ona iyi gelecek besinlerden mahrum bırakmamaktır. Yeterince yemeliyiz, doygunluk hissine ulaşıncaya kadar.

Kendimizi aç bırakmamalıyız ama aşırı yemek, tıkanırcasına yeme epizotlarına girmek de bedenimize ve ruhumuza bir o kadar zarar verir. Sağlıklı beslenme meselesine gelince; sağlıklı gıdaları tüketmekte elbette bir sorun yok ama her şeyin bir ölçüsü olmalı değil mi? Eğer canınız çikolata istiyor ama siz bundan “suçluluk” duyup isteğinizi meyveyle bastırmaya çalışıyorsanız, muhtemelen taktiğiniz işe yaramayacaktır.

Bedenimiz arkadaşımız gibi olsa…

Bedenimizi en iyi arkadaşınız olarak düşünelim. En iyi arkadaşımızla çoğunlukla nasıl konuşuruz? Bedenimize en iyi arkadaşlarımıza asla söyleyemeyeceğimiz şeyleri söylediğimiz, onunla son derece kırıcı ve incitici konuştuğumuz oluyor değil mi? Evet, bedenimiz çok sevdiğimiz, güvendiğimiz ve birlikte olmaktan keyif aldığımız en iyi arkadaşımız olabilir. Eğer biz ona karşı acımasız olmazsak…

Yaşıyorsak bedenlerimiz sayesinde…

Bedenlerimiz, “hayat” denilen koşuşturmacada tökezleyip düşmeyelim diye elinden gelenin en iyisini yapıyor. Ben buna inanıyorum. Biz ona iyi bakmadığımızda, fiziksel ve ruhsal açıdan yeterince beslemediğimizde bile elindeki gücü olabildiğince mantıklı bir şekilde kullanıp bizi ayakta tutmak için çabalıyor. Bedenlerimize neler neler için güveniyoruz, bir düşünsenize; işe gidip gelebiliyorsak, arkadaşlarımızla hoşbeş edebiliyorsak, sevgilimizle yeni ülkeler keşfedebiliyorsak, dans edebiliyorsak, gülüp ağlayabiliyorsak, spor yapabiliyorsak hepsi bedenlerimiz sayesinde. Ve tabii daha birçok şey…

Olumsuz düşünce ve duygularımızı değiştirmek için beden dilini kullanabiliriz

Kendime güvenmiyorum; bedenimle barışık değilim,” demeyi bıraksak ve “Kendime güvenmemem için hiçbir sebep yok; bedenimi seviyorum ve onun değerini biliyorum” desek, yani beden dilimizi değiştirsek, o kovalayıp durduğumuz güven ve emniyet duygusu gelmez mi dersiniz? Bu konuda sosyal psikolog Amy Cuddy’nin TEDTalks’ta yaptığı muhteşem bir konuşma var. Cuddy, beden dilinin beynimizdeki hormon seviyelerini etkileyerek kendimize duyduğumuz güveni artırabileceğini savunuyor. Haydi, hiç olmazsa, şimdi omuzlarımızı dikleştirelim, derin bir nefes alalım ve hafifçe gülümseyelim. Kendimizi daha iyi hissetmememiz için bir sebep yok.

“Manken gibi incecik…” Bu cümleyi kafamızdan silsek?

Kendimizi sık sık televizyon ve moda sektöründe gördüğümüz mankenlerle karşılaştırıyor ve ne yazık ki “ideal beden”in (böyle bir şey varsa tabii!) anlamını onlarda arıyoruz. Yeme bozuklukları konusunda danışmanlık yapan Melissa Preston, yazdığı bir makalede kadınların yalnızca %1 ila 2’sinin doğal olarak mankenler kadar zayıf ve ince olduğunu, geri kalanlarımızın ise bunu sağlıksız ve zorlama yöntemlerle elde etmeye çalıştığını ifade ediyor. Kaldı ki ekranlarda, dergilerde gördüğümüz “ideal” kadın görsellerinde de rötuşlar yapıldığı artık herkesçe bilinen bir gerçek.

Kısacası, kendimizi aslında var olmayan bir imgeyle karşılaştırıyor, var olmayan bir vücut tipine ulaşmaya çabalıyoruz. Araştırmalar, kadınların moda dergilerine baktıktan sonra kendilerini kötü hissettiğini, bedenlerinden uzaklaştıklarını ortaya koyuyor. O halde, bu dergilere bakmayı bırakmakla işe başlasak? İnternette karşımıza çıkan reklamlara, güvenilir olmayan içeriklere, insan sağlığını dikkate almaksızın kendine olabildiğince fazla “müşteri” kazanmaya bakan diyet sektörüne ve ticari zihniyete sahip “sağlık uzmanlarına” sırt çevirsek? Çevremize baksak; gerçek kadınların nasıl olduklarını ve bedenlerinde nasıl rahat ettiklerini görmeye başlayamaz mıyız?

Spor yapmak muhteşem hissettirebilir, yeter ki…

Yeter ki, sporu bedenlerimizi zorlayabileceğimiz, daha fazla kalori yakmak amacıyla ölçüsüzce başvuracağımız bir yöntem olarak görmeyelim. Fiziksel aktiviteler, mutluluk hormonlarımızı yükseltir, vücudumuzu güçlendirir, kısacası canlılık sağlar. Fakat ne zaman ki sporu bedenimize zarar verecek boyutlara taşıyoruz işte o zaman bilin ki ya yine yeme bozukluklarının aldatıcı sesine kulak vermişizdir ya da başka bir şeylerin hırsını bedenlerimizden çıkarmaya çalışıyoruzdur.

Yaptığımız sporun süresi, zorluğu ve ölçüsü kadar hangi tür aktivitelerde bulunduğumuz da önemli elbette. Koşmayı sevmiyorsak bunu yapmak zorunda değiliz! Eğlenerek yapabileceğimiz o kadar fazla fiziksel aktivite var ki! Hareket ederken öncelikli amacımız kendinizi iyi hissetmek olsun. Belki dans etmeyi seviyoruz? Tek ihtiyacımız olan müzik ve bize yeterince alan sağlayan bir oda. Yürüyüşe çıkmak hem bacaklarımıza hem de ruhumuza iyi geliyor olabilir. Bir durup düşüneli mi? Gerçekten mutlu hissedeceğimiz aktiviteleri keşfedebiliriz.

Yoga?

Kulağa klişe geliyor belki ama bedenini duyumsayamayan, onunla olan bağını kaybetmiş insanlar için yoga gerçekten işe yarıyor. Özellikle de yeme bozukluklarıyla mücadelemizde bedenlerimizi yeniden dengeye kavuşturmak, dahası allak bullak olan hayatımızı düze çıkarmak için yogadan destek alabiliriz. Anoreksiya, bulimiya, tıkanırcasına yeme gibi rahatsızlıklarımız varsa ya da yemeyle ilgili herhangi bir şekilde sorun yaşıyorsak, bedenimizdeki yedi enerji merkezini oluşturan çakraları harekete geçirmek için hazırlanan yoga çalışmalarıyla rahatlayabiliriz.

Yoga eğitmeni Nicola Jane Hobbs, yoganın, yeme bozuklukları yaşayan kişinin bedeniyle yeniden bağ kurması için, dahası bedenimizi açlıkla terbiye etmeye çalışan düşünce ve duygulardan kurtulabilmemiz için mükemmel bir yol olduğunu söylüyor. Hobbs, bahsettiğimiz yedi enerji merkezine odaklanan bir yoga videosunu da sayfasında paylaşmış. Emin olun, bu videoyu sadece izlerken bile bedeninizde bir uyanış ve umut verici kıpırtılar duyabiliyorsunuz.

İlginizi çekebilir: Çocuğunuza bedenini sevmesi için yardım edebilirsiniz: Dikkat etmeniz gereken 3 şey

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale