“Aynalar türlü türlüdür. Yüzünü görmek isteyen cam’a bakar, özünü görmek isteyen can’a bakar.” Mevlana Celaleddin Rumi
Son dönemde yazılarımda özellikle sizlerden bana ulaşan konu başlıklarına ve sorulara yer vermeye çalışıyorum. Bu hafta beni hem çok etkileyen hem de çok düşündüren bir mesaj aldım. Bu mesaj yeme bozukluğu üzerineydi… Sevgili güzel okurum ciddi bir yeme bozukluğunun pençesinde çok hızlı kilo alma ve verme dönemlerini yaşamaktaydı. Adeta kendi hayatını sabote eder gibi öncelikle kilo veriyor ve hemen ertesinde çok fazla kilo alıyordu. Bana yazmasının sebebi ise bu durumun üstesinden gelebilmeyi nasıl başaracağı sorusuydu.
Bu yazımda sizlerle birlikte bazı önemli kavramları inceleyelim istiyorum. Bu sorunun tam cevabını verebilmem mümkün değil, bu konuda ne uzmanlığım ne de yeterince medikal bilgim bulunuyor. Fakat diğer yandan “genel hayat görüşümüz” açısından sizlerle birlikte biraz daha detaylı inceleyelim istiyorum. Bizler dış görünüşümüze nasıl etki ederiz? Hayatımızda dış görünüş dediğimizde, bedenimiz dediğimizde bu bizler için ne ifade ediyor? Bu edeni olduğu gibi kabul edebiliyor muyuz? Bedenimize yeterince özen gösterebiliyor muyuz? Ve en önemlisi bedenimiz “dış görünüşümüz” söz konusu olduğunda içimizi, yani ruhumuzu, yani gerçekliğimizi, yani aslında gerçekten özde kim olduğumuzu unutuyor muyuz?
Öncelikle birçoğumuz hayat yolumuzda beden kavramının öneminin farkında değiliz. İçerisinde yaşamakta olduğumuz şu anda evet sizler bu yazımı kelime kelime okumaktayken ve ben ise kelime kelime kağıda dökmekteyken hepimizin can-ım bedenlerimizde milyonlarca mucize meydana geliyor… Nefes alıyoruz, düşünüyoruz, algılıyoruz, duygulanıyoruz ve evet sonuçlara varıyoruz. Ve tüm bu muhteşem akış sadece saniyeler içerisinde gerçekleşiyor.
Peki, şu anda oturuyorsanız veya çalışıyorsanız bedeninizin kıymetinin ne kadar farkındasınız? Ortalama otuz veya kırklı yaşlarımızda olduğumuzu varsayalım, önümüzdeki otuz yılımızda asla bırakamayacağımız, sürekli bizimle birlikte olacak olan ve her ne kadar değişirsek değişelim yine de yanımızda olacak olan “tek şey” bedenimizdir… Bu o kadar çarpıcı bir gerçektir ki yeniden cümle içerisinde kullanmayı istiyorum. Evet, bugünden sonraki otuz yılımızı (bu bir yılı 365 gün hesapladığımızda toplam 10.950 gün eder) düşündüğümüzde her ne olursa olsun, nereye gidersek gidelim, ne kadar zengin olursak olalım, her ne sıfatta olursak olalım kendimizden ve varlığımızdan ayıramayacağımız dünya üzerindeki tek sahip olduğumuz şeydir…
Bizler bu gerçekliğin öylesine farkında değilizdir ki ve bedenimizi öyle büyük “suçlar” ile yargılarız, dış görünüşümüz nedeniyle kendimizi yeterince sevmez ve düşüncesizce gücümüzü harcarız ki bedenimiz aslında tüm bu izleri tek tek taşır çizgileriyle, kırışıklıklarıyla ve tabii ki yaralarıyla… İşte bu yüzden her şey öncelikle bedenimizin farkında olmak ve onu çok sevmekle başlamaktadır.
Şimdi bir adım daha yaklaşalım can-ım bedenlerimize… İçimize gömülmüş olanlardan konuşalım. Çokça şikayetini duyduğumuz “Şişmanladım kimse beni beğenmiyor, bedenimi kendimi sevmiyorum, bacaklarım kısa, dudaklarım şekilsiz, burnum yeterince düzgün değil” gibi yakınmalardır… Peki, sizce bu dünyaya “insan” yaradılışında gelmiş isek bugün kendimiz hakkında bu muhteşem bedenimiz ve özümüz hakkında görebileceğimiz, farkında olabileceğimiz tek gerçeklik “dudaklarım şekilsiz” kadar basit bir gerçeklik midir? Bu dünyaya verebileceğimiz sadece “bacaklarım kısa” sözcüğü arkasına gizlenmiş kendi kendimizi yargıladığımız kendimizi sevgisiz bıraktığımız ve dünyamızı kararttığımız bir yaşam akışı mıdır?
İşte bu yüzden içe bakmak gerekir. Bedenden öteye, gördüğümüz her bedeni sadece dış ile yorumladığımızda, yargıladığımızda aslında içerisinde gizlenmiş olan özü ve potansiyeli kaçırmaktayızdır… Bir insan kısa bacakları var diye, uzun bir boyu var diye veya kilolu diye “sevilmeye” layık olmayan, hayata bir anlam katamayacak olan veya hayata gelişi ile yoluna çoktan çıkmış olduğu o muhteşem potansiyelini asla ortaya koyamayacak olan değildir… İçimizde gizlenmiş binlerce hazine öncelikle kendimize bakmamızı öğütler… Öncelikle bedenimizden öte kendimizde neleri gördüğümüzü kendimizi özümüzü nasıl sevdiğimizi sorgulamamız gerekir… İçimizde büyüyen güzellik bedenimize yayılır… İçeride ne varsa dışarıya yansır…
Bugün bu yazımı okuyorsanız o muhteşem bedeninize daha dikkatli bakmanızı ve daha derinden düşünmenizi dilerim. Bugüne kadar onu ne kadar dinlediniz? Sizinle yıllarını geçirmiş bu “arkadaşa” evet bu yakın arkadaşa ne kadar kulak verdiniz? Ne kadar değer gösterdiniz? Bundan sonra sizinle olacağı otuz belki de kırk yıl için ona ne kadar teşekkür etmektesiniz? Ona ne kadar hakkınca özen gösterebilmektesiniz? En son ne zaman ayaklarınıza teşekkür ettiniz, en son ne zaman bacaklarınıza şükran ile baktınız ve siz en son ne zaman kendi kendinizi kocaman kucakladınız? Herkesten ve her şeyden bağımsız olarak tam ve sağlıklı bedeniniz için ona, yıllardır tek bir an bile durmadan size hizmet eden, sıkılmayan, yorulmayan ve yılmayan bu can-ım bedene en son ne zaman hakkınca teşekkür ettiniz?
Hayatımızda aradığımız cevapları dış güzellik ile bulmaya çalışmaktayız, dudaklarımızın daha güzel olması “içimizdeki boşlukları” doldurmadığı gibi içimizdeki “yangınların” dışımıza farklı bir şekilde yansımasına da engel olamayacaktır… Bu yüzden eğer dış güzelliği arıyorsak önce içten güzelleşmek; iç güzelliği arıyorsak da dış güzelliklerin ve görüntülerin esiri olmamak gerekir…
İşte bu yüzden gelin sizlerle birlikte sevgili Şivaram Swami ile hayatımız üzerine basit bir aritmetik formülü izleyelim:
İlginizi çekebilir: İlişkilerin ortak beklentisi: Huzurlu ilişkinin sırrı nedir?