Bazılarımız için çatışmaya girmek neden bu kadar zor?
Bu soruyu bir süredir kendi içimde sorguluyorum, çünkü ben de genelde çatışmadan kaçmaya çalışan biriyim. Zorlu konuşmalar yapmanın düşüncesi bile karnımı ağrıtabilir. Kendimle çalıştıkça, bunun birden fazla kökeni olduğunu gözlemledim. Bu yazıda bunlardan ve kendi dönüşüm sürecimden bahsedeceğim.
Öncelikli olarak karakter yapım ve onunla bağlantılı olarak sinir sistemim; orta yolu bulmaya, uyum sağlamaya ve herkesle iyi geçinmeye yönelik programlanmış. Daha önce burada “fawn” (memnun edicilik) tepkisi hakkında bir yazı paylaşmıştım. Bu tepki, sinir sistemimizin savaş, kaç ve don tepkileri gibi hayatta kalma mekanizmalarından biri. Küçük yaşlarda, kendimizi tehdit altında hissettiğimizde çevremizdekilere uyum sağlamanın ve onları memnun etmenin işe yaradığını fark etmiş olabiliriz. Duygularımızı, özellikle de öfkemizi ifade etmek bize güvenli gelmemiş olabilir. Benzer davranışları ebeveynlerimizde de gözlemlemiş olabiliriz.
Ve bu öğrenim, yetişkinlikte dönemimizde de devam eder. Bu kalıbın dışına çıktığımızda, sadece zihnimiz değil bedenimiz de tepki gösterir. Çünkü sinir sistemimiz, bu durumu, hayatımızı gerçek anlamda tehdit eden bir olaymış gibi algılıyor. Bu yüzden rasyonel olarak ne yapılması gerektiğine ikna olmuş olsak da bedenimizdeki korku ve anksiyete halini hafifletmek zaman alabilir. Hayli duyarlı bir kişi olmak, bu hassasiyeti artırabilir.
Beni zorlayan şeylerden bir diğeri, kusurluluk şemam. Hani bazı insanlar suçu genelde başkalarına atmaya meyilli olup, kendilerinin pek farkında değildirler. Gözlerine adeta bir perde inmiş gibidir. İşte kusurluluk şeması, bende bunun tam tersi olarak çalışıyor. Ben de muhtemelen kendime fazla odaklıyım 🙂 İlk tepkim genelde suçu/hatayı kendi içimde aramak. Dolayısıyla, karşı tarafı uyarmaktan önce sorumluluğu kendi üstüme alıp, kendi davranışlarımı düzeltme eğilimindeyim. Biriyle bir sorun yaşadığımda “Bu insanı ben yönetemedim, ben daha akıllıca yaklaşabilirim, daha olgun ve anlayışlı olabilirim.” gibi cümleler zihnimde dolaşır. Bu bir noktaya kadar olumlu bir özellik olsa da her şeyde olduğu gibi fazlası zarar vermeye başlıyor. Kendime haksızlık yapmaya başlıyorum.
Bir de hazır cevap biri değilim. Bu da muhtemelen içe dönük olmanın getirdiği bir özellik. Çalışmalar gösteriyor ki içe dönük kişilerin prefrontal korteksi daha kalın olduğu için, tepki vermeden önce daha derin ve kompleks düşünme eğilimindeler. Daha ince bir korteks yapısına sahip dışa dönükler ise hızlı tepkiler vermeye daha yatkınlar. Tam da bu sebeple, derin sohbetler ve çıkarımlar yapmakta oldukça iyi olmakla birlikte bazen bir konuşma içindeki bir imayı ya da manipülasyon çabasını fark etmem zaman alıyor -özellikle de çok yakın olmadığım kişilerle olan diyaloglarımda-. Hatta genelde 2-3 gün sonra dank ediyor. Bu sebeple tepkimi, olayın gerçekleştiği anda ortaya koymakta zorlanıyorum.
Dolayısıyla, böyle bir baza sahip bir kişinin bir kitap okuyup ya da ilham verici bir konuşma dinleyip birden rahat bir şekilde çatışmaya girebilmesi pek mümkün olmayabilir. Küçük adımlarla başlayıp zamanla gelişen, sadece zihni değil bedeni de dönüştürmeyi içine alan bir süreç. Fakat oldukça gerekli.
Gestalt Psikolojisi kutuplardan bahseder. Kutbun bir ucu; uyumlanma ve başkalarını memnun etme davranışıysa, diğer ucu da fazla çatışmacı ve hoşgörüsüz olmak olabilir. İlk üç bütünleşme diğeri ise farklılaşma ihtiyacımızdır. Dönüşmek için en çok ihtiyacımız olan yer, en rahatsız hissettiğimiz, kutbun diğer yüzüdür. Bu sebeple, karşımıza çıkan sınavlar bizi bulunduğumuz o üç noktalardan, ortalara, daha dengeli bir yere getirmeye çalışır. Bizi bu konularda zorlayan/kızdıran/sorun yaşatan kişiler bize bunu öğretmeye gelmiştir. Benim de son yıllarda iş yerinde, yakın çevremde ya da aile ilişkilerimde yaşadığım bazı sorunlar beni çatışmaya girmeye, zor konuşmalar yapmaya ve net (hatta biraz da sert) ‘hayır’ cevapları vermeye itti. Başlarda çok zorlanmış olsam da kendime sahip çıkabilmek hep çok iyi hissettirdi.
Şunu kabul etmeliyiz ki içinde bulunduğumuz düzende kibar, yumuşak ve empatik biri olmak çok değerli bir meziyet olmakla birlikte pek kolay değil. İnsanlar, bilinçli olarak farkında olmasalar da bu tarz kişilere güçlerinin yeteceğini düşünüp, onları kullanma, manipüle etme veya ezme eğiliminde oluyor. Ve çoğu zaman bu kişilere net bir şekilde hadlerini bildirmek gerekiyor. Bunu, kutbun diğer ucuna kaymadan, nazik ve ölçülü bir şekilde yapmak mümkün. Tabiİ bir yerden başlamayı ve pratik gerektiriyor.
Üstelik ifade edemediğimiz duygular önce enerji bedenimize etki edip, akabinde fiziksel bedenimizde hastalık olarak tezahür edebiliyor. Sindirim sorunları yaşamamın en önemli sebeplerinin bastırılmış öfke ve sindirilememiş deneyimler olduğunu artık biliyorum. Farkındalığım arttıkça, geçmişte sesimi yeterince çıkaramamış olduğum şeyler beni üzse de o dönemki bilincimle elimden gelenin o olduğunu biliyorum.
Gerekli çatışmalara girip, hakkımı savunabilmek ve kendi değerimi korkusuzca ifade edebilmek yıllar boyunca fawn tepkisinde yaşamış biri olarak, benim için yeni bir varoluş biçimi. Sinir sistemimi zorlasa da oluşan bu yeni tepkilerle birlikte ateşlenen yeni nöronların, zamanla yeni bir denge oluşturacağını biliyorum.
Eğer siz de benim gibiyseniz, küçük adımlarla başlayın. Bedeninizin ve sinir sisteminizin bu yeni tepkilere alışmasına zaman tanıyın. Kendinize karşı şefkatli ve sabırlı olun.
Sizi zorlayan bir diyalog öncesinde hazırlık yapıp, kendi kendinize bol bol pratik edin. Bu tarz konuşmaları, kendinizi iyi ve enerjik hissettiğiniz bir zamanda yapmaya çalışın.
Eğer çok yoğun hissettiriyorsa kendi kendinize yazın, çizin, koşun, bağırın. Gerektiğinde bir uzman eşliğinde, öfke ve benzeri bastırılmış duygularıyla çalışarak, bedeninizdeki sıkışıklığı rahatlatmaya çalışın. Dönüşüm sürecinize sadece zihinsel değil, ruhsal ve bedensel pratikleri de katın.
Herkes tarafından sevilmenin mümkün olmadığını ve zaman içinde bazı insanları kaybedebileceğinizi kabul edin. Gabor Mate’nin dediği gibi; “Hayır demeye başladığınızda, gerçek arkadaşlarınızın kim olduğunu öğreneceksiniz.”
Ben, dünyanın düzeni bazen ne kadar karanlık hissettirirse hissetsin iyiliğin gücüne inanan biriyim. Gandhi’nin belirttiği gibi dünyayı nazik ve şefkatli bir şekilde değiştirebileceğimize inanıyorum. Fakat bu iyilik hali, kendimize kötülük yapmayı gerektirmemeli. Çatışmaya girebilmek, ‘hayır’ diyebilmek ve net sınırlar çizebilmek; özünde önemli birer öz sevgi ve öz saygı pratiği.
İlginizi çekebilir: Yaralarımız ve ortak yolculuklarımız: Yeme bozukluklarından iyileşmek