Bazen ağzımızın tadının kaçması iyidir: Fikirlerimizi her şeye rağmen neden savunmalıyız?
Kadın-erkek eşitliği üzerine konuşulacak, söylenecek ne çok şey var… 8 Mart Dünya Kadınlar Günü diye bir gün olması bile bu eşitliğin aslında olmadığının bir göstergesi. Hala rakamlara baktığımızda terfiler, istihdamlar ya da üst yönetimdeki kadın sayıları yüzümüzü güldürmüyor. Hala iş görüşmelerinde “Evlenecek misin? Çocuk yapacak mısın?” sorularına maruz kalıyoruz. Kadına yönelik şiddetin önünün alınmadığından bahsetmiyorum bile.
Ülke yönetimlerine baktığımızda dünyadaki 195 bağımsız ülkenin sadece 21’inin kadınlar tarafından yönetildiğini görüyoruz. Elbette ülkeler, şirketler ve sivil toplum kuruluşları çabalıyor, birçok uygulama devreye alınıyor. Ama ben bugün biraz dönüp kendimize bakalım istiyorum. Bir şeyler yolunda gitmeyince dış etkenleri suçlamak çok kolay oluyor. Bunu yapmaya meyilliyiz insan olarak. Lakin bu bizim ne kadar işimize yarıyor, emin değilim.
Haydi gelin, biraz derin kazalım bugün. Mesela kendimizi sevmekten bahsedelim. Sosyal medyada da çok pompalanan bir konu. Self love. Yani kendimizi sevmek. Kendimizi sevmek ne demek? İçi boş geliyor ilk bakıldığında. Aynaya baktığımızda gördüğümüzden memnun olmak mı? Birazcık kilolu olsak bile bedenimizi sevmek mi acaba? Yoksa kendimizi şımartmak mı demek? Bir spa günüyle ya da sevdiğimiz kıyafeti alarak… Dostlarımızla şu pahalı restoranda güzel bir ziyafet çekerek… Ya da hep istediğimiz o İtalya tatiline giderek…
Bunların hepsi mümkün ama biliyoruz ki bunlardan alacağımız haz çok geçici. Ben kendini sevmek meselesine biraz farklı bir açıdan bakmak istiyorum. Kendi özümüze sadık ve dürüst olma konusunu konuşalım. Mesela kaç kere toplantı odasında alınan kararla hemfikir olmadık ama yine de sesimizi çıkartmadık? Kendimize yapılmasından hoşnut olmayacağımız bir şeyin hemcinsimize yapıldığını görüp başımızı kaç kere öte yana çevirdik? Bunu yaptığımızda aynada gördüğümüz kişiden memnun oluyor muyuz?
Mesela uyum sağlamak, ortamı huzurlu tutmak, barışı sağlamak adına istemediğimiz davranışları ya da tutumları ne sıklıkta kabul ediyoruz? Bir zamanlar “Yaprak Dökümü” diye bir dizi vardı. Orada evin annesinin kullandığı bir cümle vardı. “Aman ağzımızın tadı bozulmasın.” Anne sıklıkla çatışmalardan kaçar, bazı acıtıcı gerçekleri görmezden gelirdi. Adeta başını kuma gömen deve kuşu gibi davranırdı. Ne zaman kendi gibi davranmayan birini görsem aklıma bu cümle gelir. Ne zaman başkalarını idare etmek için çaba harcayan insanlar görsem, bu cümle yankılanır zihnimde.
Düşünüyorum da, belki de bazen ağzımızın tadı kaçmalı. O toplantı odasında alınan karara itiraz ederek belki tartışmayı büyüteceğiz, belki uzatacağız, ama kendi doğru bildiğimize ihanet etmediğimiz için akşam rahat uyuyacağız. Bulunduğumuz ortamda birisine haksızlık yapıldığında sesimizi çıkararak birilerinin öfkesini üzerimize çekeceğiz, ama en azından kendi tarafımızı tutmuş olacağız. Aldığımız kararlar başka birilerini mutlu eden kararlar yerine kendi tercihlerimiz olduğunda, bir başkasının tasarladığı yaşam yerine kendi seçimlerimizi yaşadığımızda, işte o zaman kendini sevmenin ne olduğunu daha iyi anlayacağız. Aynada gördüğümüz kişi birazcık kilolu olsa dahi onu çok seveceğiz.
Bu noktada ne istediğimiz, neden istediğimiz ve ne zaman istediğimiz de büyük önem taşıyor. Ne istiyoruz? Bulunduğumuz şirkette üst düzey mi olmak istiyoruz? Bu ülkenin yönetiminde söz sahibi mi olmak istiyoruz? Yurtdışına mı gitmek istiyoruz? O zaman o toplantı odasında gerçekten de inandığımız fikri savunmayıp sessiz kalmak, sizce bizi o şirketin üst yönetimine getirebilir mi? Çalıştığı şirkete dair alınan bir kararda gerçek fikirlerini paylaşmayan, inandığı fikri sonuna kadar savunmayan birisi, sizce üst yönetim rolünü hak ediyor olabilir mi?
Bir başka sormamız gereken soru ise “Neden?” Bunu gerçekten neden istiyoruz? Neden üst yönetimde olmak istiyoruz? Biz gerçekten de haftada 60 saat çalışmayı, kağıt kürek işlerini, o rolün getirdiği ilişki yönetimini, hiyerarşik düzeni gerçekten de istiyor muyuz? Meghan Markle hayatının prensiyle evlenmek istiyordu, ama kraliyet ailesinin samimiyetsiz yüzünü ve onun getirdiklerini hesaba katmamıştı. Ve yapamayacağına karar verdi. Oysa ki prensin abisiyle evlenen Kate gayet mutlu görünüyor. Gerçekte öyle olmasa bile kraliyet oyunlarıyla başa çıkabiliyor ve belki de seviyor bile o dünyayı.
Neyi neden yaptığımızı bilmemiz, istediklerimizle gelecek olan paketi bilmemiz ve bu konuda kendimize dürüst olmamız çok önemli. Birçok şey isteyebiliyoruz ama bazen hayat planladığımız gibi gitmeyebiliyor. İstediğimiz işe giremeyebiliriz, istediğimiz terfiyi alamayabiliriz. O noktada kendimizce bahaneler uydurarak vites küçülttüğümüzü de sıkça görüyorum. Bunu yapmayalım. Çevremizde birçok kişi düştüğümüzde bizi kaldırmayabilir, bizi hedefimizden vazgeçirmek isteyebilir, hayallerimizi öldürmeye çalışabilir. Tam da o zaman yola çıkış nedenimizi bilmemiz çok önemli olacak. Nedenimiz bizi yolda tutacak. Bize pusula olacak. Nedenimiz samimiyse ve gerçekçiyse… Neden bu yola çıktığımızı hatırlamak, bizi vites küçültmekten alıkoyacak.
Bu yıl 8 Mart haftasında yine herkes erkekleri, şirketleri, ülke yönetimlerini suçlayıp dururken, ben biraz içimize dönelim ve kendimizle yüzleşelim istedim. Çünkü dışarıyı suçlamak çok kolay. Peki biz gerçekten de ne istediğimiz ve istediğimizin kapsamı konusunda samimi miyiz? Biz gerekirse acı ilacı içip ağzımızın tadının kaçmasına razı mıyız? Ne dersiniz? Düşünmeye değer bence. Sevdiğim bir kitap var: Sürüden Ayrılanı Kurt Kapmaz. Kitabın yazarı Ekin Duman şöyle demiş: “Kaybetmekten korkacağınız ve ilişkinizi bozmak istemeyeceğiniz tek kişi kendiniz olsun.”
Sevgiyle kalın…
İlginizi çekebilir: Yaşam amacınızı bulmak için kendinize sorabileceğiniz sorular