X

Batman aslında kimin hikayesi: Jung arketipleri açısından bir inceleme

“Batman’in zayıflığı ne kriptonit, ne gümüş, ne de başka bir şey. Onun zayıflığı kendisi, insani doğası. Ve bu onu bu kadar çekici yapan şeyin ta kendisi. Batman elbette bazen kurtarıcı bir rol oynuyor. Ama o bir mesih değil. O, biziz.” (Paul Asay, Gotham Sokaklarının Tanrısı: Sinemadaki Batman’in Bize Tanrı ve Kendimiz Hakkında Öğretebilecekleri)

Batman doğa üstü güçleri olmayan en gerçekçi süper kahraman olsa gerek. Birinci Dünya Savaşı sonrası büyük depresyonun yaşandığı 1939 yılında bir çizgi roman karakteri olarak doğan Batman’i bugüne kadar birçok yönetmenin gözünden izledik. Çocukluk veya ilk gençlik yıllarını 90’lı yıllarda yaşayan birçok kişi onu “Parliament Sinema Klübü Pazar Gecesi Sineması” ile tanıdı. Batman karakterinin bir kuşağın üzerinde etki etmesinin en önemli sebebi, onun gerçek dışı süper güçlere değil, gayet insani zayıflıklara, travma ve korkulara, yani bir “gölgeye” sahip olmasıydı.

Gölge daha önce birçok yazımda da bahsettiğim gibi, Analitik Psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung’un insan doğasının karanlık yönünü tanımlamak için kullandığı bir arketip. Psikoloji literatüründe arketip, algılamamızı örgütleyen, bilinç içeriklerini düzenleyen, değiştiren ve geliştiren yapılar olarak tanımlanır. Arketipler herkeste görülür ve Jung’a göre “tüm insanlığa has ortak davranış özelliklerini ve tipik deneyimleri başlatma, kontrol etme ve yönlendirme kapasitesine sahip doğal nöropsişik merkezler”dir. Gölge, kişinin kendinde göremediği, bastırdığı ve bilinçli olarak yüzleşemediği her şeydir. Örneğin, bir kişi gölgesindeki düşmanca duyguları inkar edip, herkesin kendisine düşmanlık beslediği yargısına varabilir. Korkuyu, reddedilmeyi, utancı, suçluluğu, yetersizliği ve değersizliği barındırdığı için gölgenin açığa çıkarılması oldukça zordur. Gölgenin varlığını kabullenmek sorumluluk getirir. Gölge, kendini tanıma yolunda olan herkesin karşılaşması gereken yönüdür. Kişinin kendini tanıma gibi bir gayesi olmasa bile bazı yaşam olayları gölgeye bakmaya zorlar. Jung’un kuramına göre kişinin kendini gerçekleştirebilmesi için gölgesiyle bütünleşmesi gerekir.

Eğer Jung yaşasaydı favori süper kahramanı Batman olur muydu, bilemeyiz ama, Batman çizgi romanlarının Jung’a belli bir önem verdiği kesin. Bryan Talbot tarafından çizilen Batman: Legends of the Dark Knight çizgi roman dizisinin “Maske” adlı hikayesinde, akli dengesi yerinde olmayan suçlu bir terapist-doktor Batman’i kaçırır ve yarasa maskesine dikkat çekerek onunla Jung’un persona ve gölge arketipleri hakkında bir monolog gerçekleştirir:

“Persona kelimesinin aslında “maske” anlamına geldiğini biliyor muydun? Jung’a göre persona, bir kişinin dış dünyaya uyum sağlamak için gösterdiği kişiliğidir. İşte senin masken Bruce, sen bunu sadece yüzünü saklamak için seçmedin. Eskiden savaşlarda düşmanı korkutmak için maske kullanıldığını hiç duymuş muydun? Bazı maskeler dini inançların veya kişisel inanç sistemlerinin sembolleridir, sıradan bir insanı doğaüstü bir varlığa dönüştürebilirler. Afrika’daki kişiler bazı insanların bu maskeleri kullanarak ruhlara, iblislere, hayvanlara dönüştüğünü gördüler. Avustralya yerlilerinin “Bush Soul” maskeleri, kullanan kişiye temsil ettiği hayvan veya kuşun gücünü verirdi.

Maskeni taktığında farklı bir kişilik devreye giriyor değil mi Bruce? Peki, neden yarasa? Çocukluğunla ilgili bir şey olduğuna bahse girerim. Ama bu o kadar basit değil. Çünkü yarasa karanlığı temsil eder. Büyücülük, kara büyü, vampirizm ile ilişkilidir. Hristiyan mitolojisinde, karanlığın prensinin enkarnasyonu olan “şeytanın kuşu”dur. Şeytan genellikle yarasaların kanatlarıyla tasvir edilir. Nereye vardığımızı görüyor musun Bruce? İşte Batman senin karanlık yanın, olumsuz yanın.”

Doktorun söylediklerinden yarasanın birçok inanışın temelinde yer alan şeytana denk geldiğini anlıyoruz. Şeytan genellikle kötülük, karanlığa karışma, yoldan çıkma gibi anlamlarla ilişkilendirilir. Şeytan bilinç dışının gölge tarafını, geceyi, içgüdüselliği, takıntı ve bağımlılığı, kutupluluğu, yıkımı, korkuyu, karamsarlığı ve ümitsizliği temsil ettiği gibi, yeniden doğuşu ve insanın karanlığıyla bütünleşerek iç çatışmalarını çözmesini de temsil eder. İşte bütün bu temsiller tam olarak Jung’un gölge arketipine denk gelir.

The Batman’deki arketipler

Arketipler ancak bir hikaye içinde anlamlı olacağı için, filmdeki arketiplere geçmeden önce biraz filmin hikayesinden bahsetmek istiyorum. Öncelikle The Batman’de sinemada görmeye alışık olduğumuzdan farklı bir Batman ile karşılaşıyoruz: Batman’liğinin henüz ikinci yılındaki Bruce Wayne oldukça yalnız, sevgisiz ve depresif bir durumda. Öyle ki ebeveynlerinin mirası olan şirketlerini tamamen boşlamış bir halde ve maskesini çıkardığında bile hala Batman. Bruce Wayne çözemediği çatışmaları ve depresyonu sebebiyle Batman’i adeta bir bağımlılık olarak kullanıyor. Sakalları uzamış halde, sesini değiştirme ihtiyacı bile duymadan etrafta dolaşarak oldukça riskli davranışlarda bulunuyor -bunu kendisini hiç gizlememesinden, kurşunların ve bombaların üzerine yürümesinden anlıyoruz. Ağır ağır, adeta yavaş çekimdeymiş gibi hareket etmesi -karanlıktan çıkarken yürüdüğü, maskesini çıkardığı sahneler- depresyona işaret ediyor. Depresyonda hareketlerin ve zaman algısının yavaşlaması bilinen bir gerçek. Ama diğer yandan dövüş sahnelerinde oldukça hızlı ve sert hareketler sergiliyor. Bunun sebebi öfke ve intikam duygularının insanı canlandırması.

The Batman’de 90’lı yılların seri katilli dedektiflik filmlerinin, yine o yıllarda popüler olan Nirvana’nın solisti Kurt Cobain’in (zaten yönetmen Matt Reeves bu Batman’i Kurt Cobain dinleyerek yazdığını söylüyor) ve The Crow filminin (ki bu da bir intikam hikayesidir) oldukça etkisi var. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altındaki karanlık Gotham şehrindeki gotik izleri Bruce Wayne’in evindeki uzun ve sivri tasarımlı sandalyelerde, yüksek binalarda ve mezarlıktan geçiş sahnesinde görebiliyoruz. Birçok sinema filminde olduğu gibi bu filmde de kahraman arketipi üzerinden ilerleyen bir kahramanın yolculuğu şeması var. Filmde kahraman arketipini Bruce Wayne, gölge arketipini Batman, akıl hocası arketipini Alfred, anima arketipini (bir erkeğin bilinç dışı kadın tarafı, zıt kutbu, sağ beyin) Catwoman, mağara arketipini (insan ruhunun keşfedilmemiş tarafları, anne rahmi, yaşamın kaynağı) Batcave sembolize ediyor. Tüm bunlar Jungian psikolojide kolektif bilinçdışının en bilinen arketipleri.

Akıl hocası Alfred’in “Gotham’ın Bruce Wayne’e ihtiyacı var” sözleriyle yaptığı kahramanın yolculuğu çağrısına kulak asmaması ve Alfred’e davranış şekli, gölgesinin hakimiyetinden çıkamamış bir Batman’e işaret ediyor. Hikayenin önemli bir kısmı, içinde aslında başka bir klübü gizleyen Iceberg Lounge isimli bir gece klübünde geçiyor. Bilindiği gibi Jung’un hocası Sigmund Freud bilinçdışını bir iceberg’e (buz dağına) benzetirdi. Klübün ismini bilinçdışının sembolü olan iceberg (buz dağından) alması tabii ki tesadüf değil. Gotham şehrinin yozlaşmış adalet ve güvenlik sisteminin ve yeraltı dünyasının temsilcilerinin sürekli takıldığı asıl klüp buz dağının görünmeyen kısmında. Tamamen gölgesiyle hareket eden Batman’in, bilinçdışının temsili Iceberg Lounge’da çatışmaya girmesi, kim olduğu sorulduğunda “I’m vengeance” (Ben intikamım) şeklinde cevap vermesi aslında öfkesinin ve kederinin şiddet ve yıkıcılığa dönüştüğünü ve hiç arzu etmediği şekilde gölgeye hizmet etmeye başladığını gösteriyor. Gölgeye hizmet ettiğini fark etmek, Batman’i değiştiriyor. Filmin sonunda artık gölgesiyle tanışmış olan Batman, mezarlığı arkasında bırakarak aslında depresyonu arkasında bırakıyor ve böylece dönüşümü başlıyor.

Yazımı filmin atmosferini çok iyi yansıtan şu beste ile bitirmek istiyorum:

İletişim: ayselkeskin2004@yahoo.com

Kaynaklar:
Ozan Sarıgül. The Batman Film İncelemesi. https://www.youtube.com/c/BobinKafa/videos
Işık Sungurlar. Bir Arketip Olarak Gölge. Yüksek Lisans Tezi. Işık Üniversitesi.
John Sorensen. “I am Vengeance I am the Night”. Exploring the dark Psyche of Batman. numberonebatfan.wordpress.com
Daniella Mac. Batman: Archetypal. https://prezi.com/_a_hryavjcax/batman-archetypal/

İlginizi çekebilir: Daima umut vardır: Yüzüklerin Efendisi ve Jung’un arketipleri

Aysel Keskin: Merhaba ben Aysel Keskin. Psikolojik Danışman ve Psikoterapistim. 2006 yılında Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra, Türk Deniz Kuvvetlerinde yedi senelik bir kurumsal hayat deneyimim oldu. Kurumsal hayat deneyimimin ardından, çocukluk tutkum olan psikolojiye bir de seyahat tutkum eklendiği için okyanus ötesine giderek bir süre Amerika’nın Kalifornia ve Oregon eyaletlerinde yaşadım. Tüm psikoterapi yaklaşımlarını bilmekle beraber uzmanlaşmanın gerekliliğine inanarak, kanıta dayalı terapi yaklaşımlarından Süre Sınırlı Psikanalitik Psikoterapi (SSPP), Jungian Psikoterapi ve Rasyonel Psikoloji Enstitüsü Preferred Partner of The Albert Ellis Institute onaylı, APA (American Psychological Association) Kredili Rasyonel Duygucu & Bilişsel Davranışçı Terapi Eğitimlerini (süpervizyonlar dahil) tamamladım. Sorunların bütüncül ele alınması gerektiğine, beden ve zihnin dengesini kurduğumuzda hayatımızda olumlu değişimler olacağına inanıyorum. Beden ve zihin sağlığınız her şeyden önemli. Bana ayselkeskin2004@yahoo.com eposta adresinden ulaşabilirsiniz. Sağlık ve sevgi ile kalın. Instagram: ayselkeskin.psk.dan

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale