Başkalarının mutluluğundan siz sorumlu değilsiniz
Kendinizi rutin bir sohbetin içerisindeyken bile karşınızdaki kişinin problemlerini çözmek için çaba harcarken bulduğunuz oluyor mu? Ya da bir başkasının derdine, sıkıntısına ondan daha çok üzüldüğünüz, ortadaki sorunu halletmek için kendi vaktinizden, enerjinizden feragat ettiğiniz? Cevaplarınız evetse, küçük bir hatırlatmaya ihtiyacınız olabilir: Başkalarının mutluluğundan siz sorumlu değilsiniz.
Hepimiz, yalnızca kendi mutluluğumuzun, iyi oluşumuzun muhatabıyız. Zaten düşünsenize; bazen kendi dertlerimiz bile bize bir beden büyük gelirken, sorunlarımızı çözemez, kendi mutluluğumuzu inşa edemezken nasıl başkası için verimli bir şeyler yapabiliriz ki? Daha doğrusu neden yapalım ki? Evet, sevdiklerimiz bizler için çok değerli ve onların iyi hissetmesini önemsiyoruz, ancak bu, onların mutluluğundan ya da problemlerinden bizim sorumlu olduğumuz anlamına gelmiyor.
Destek olmak ile ‘düzeltmeye çalışmak’ arasında fark var
Çok güçlü bir empat olabilirsiniz, başkalarının duygularını, düşüncelerini anlıyor, destek vermek istiyor olabilirsiniz, karşınızdaki kişiyi çok çok çok fazla da seviyor olabilirsiniz ama durum ne olursa olsun onun nasıl hissettiğini siz düzeltemezsiniz, çünkü böyle bir göreviniz, sorumluluğunuz yok. Dünya böyle bir yer değil.
Başkalarının sorunlarını çözmeye çalışırsanız ya da onların mutluluğundan kendinizi sorumlu tutarsanız bir süre sonra kendinizi çok daha yorgun, mutsuz, bitkin hissedebilir ve karşınızdaki kişi ile aranızdaki ilişkinin bozulmasına neden olabilirsiniz. Evet, ‘yardımcı olmaya çalışıyor’ olsanız dahi birinin hayatına, fikirlerine, duygularına müdahale etmek –ne kadar iyi niyetli olursanız olun– bir süre sonra aranızdaki dinamiğin zarar görmesine zemin hazırlayacaktır. Siz ‘Ama ben seni mutlu etmek için uğraşıyordum…’ derken karşınızdaki kişi sizi hayatına karışmakla suçlayabilir.
Öte yandan, bir başka olası senaryoda da karşınızdaki kişi sizin her şeyi onun için ‘halletmenize’ o kadar alışabilir ki kendi hayatının başrol oyuncusu olmak yerine pasif bir izleyici olmayı seçebilir. Bu da bir yandan kendi hayatınızı bir yandan da onun hayatını idare etmek zorunda kalmanıza neden olabilir. Ve düşünün ki bazen kendi hayatlarımızı yaşamak bile zor, yorucu, tatsız gelirken iki hayat sürmek ne kadar yıpratıcı olur…
Dolayısıyla sevdiklerinizin yanında yer almak, onlara destek olmak isterken bir şeyleri düzeltmeye çalışma iç güdünüzden vazgeçmelisiniz. Karşımızdakini ‘düzeltmeye çalışmadan’ ona yardımcı olmak mümkün mü? şu yazımız size bu konuda ilham verebilir.
Empati yeteneğiniz ne kadar gelişmiş olursa olsun, ne kadar anlayışlı, şefkatli bir yapınız olursa olsun destek vermekle düzelmeye çalışmak arasındaki farkı anlamalısınız. Eğer bunu yapmakta zorlanıyorsanız, ilk adım olarak geri çekilmeyi deneyebilirsiniz. Olayları, durumları dışarıdan izlemek, dostunuzun, sevdiğiniz bir yakınızın anlattıklarına çözüm üretmek yerine iyi bir dinleyici olmak ve kendi sınırlarınızı korumak için en azından bir adım geride durmak, o bir şeyleri düzeltmeye çalışma iç güdünüzü bastırmaya yardımcı olabilir.
Evet; orada olun, sevdiğinize destek çıkın ama bunu dinleyerek, onu anladığınızı hissettirerek yapın, sorunları ortadan kaldırıp onu mutlu etmeye çalışarak değil.
Mutluluk; herkesin kendi seçimi, bir başkası adına yapılamaz
Mutluluğun bir duygudan daha çok bir tercih olduğunu anladığınızda sevdiklerinizin mutluluğundan sizin değil, onların sorumlu olduğunu fark etmeniz çok daha kolay olabilir. Bir başkasının mutluluk kaynağı siz olabilirsiniz; sevdikleriniz sizi gördüğünde, sizinle zaman geçirdiğinde bundan mutluluk duyabilir, ancak bu sizi onların mutluluğundan sorumlu yapmaz. Yalnızca, ortak bir mutluluğun paydaşları olabilirsiniz. Mutluluk, herkesin bireysel olarak yapabileceği bir tercihtir, tıpkı aldığımız başka başka kararlar gibi… O yüzden, siz bir başkasının ne problem çözücüsü ne de mutluluk yapıcısı olabilirsiniz.
Yine de ‘hayır, sevdiklerimin sorunlarını çözmeli ve onların mutlu olmalarını sağlamalıyım’ düşüncesine sıkı sıkıya tutunuyorsanız ve o düzeltmeye, tamir etmeye çalışan iç sesinizi susturamıyorsanız bir şeyi daha hatırlamak isteyebilirsiniz: Kimseyi, dibi görmekten mahrum etme hakkınız yok.
Böyle okuduğunuzda çok acı bir şey söylüyor gibi gelebilir bu cümle size; oysa ki oldukça mantıklı bir açıklaması var… Hepimizin hayatı, dönüm noktalarıyla dolu. Ve hayat inişli-çıkışlı uzun bir yol. Bazen hızlanmak için geri gitmek, daha yükseğe zıplayabilmek için daha derine inmek gerekiyor. Bu, sevdikleriniz için de geçerli.
Siz onların her sorununu çözdüğünüzde, mutsuzlukla karşılaşmasını ve mücadele etmesini önlediğinizde, aslında büyümelerine, gelişmelerine, daha iyi olmalarına da engel olmuş oluyorsunuz. Çünkü bıraksanız, belki yaşadıkları karşısında farklı yollardan gitmeyi seçecek ya da dibi gördüğünde zıplamak için kendini motive edecek, daha fazla aşağıya gidemiyorsa gidebileceği tek yönün yukarısı olduğunu fark edecek. Siz her şeyi ‘hallederseniz’ sevdikleriniz tüm bunları nasıl yapabilecek? Yapamayacaklar… O yüzden bırakın, insanlara kendi hayatlarını yaşama ve inşa etme alanı tanıyın.
Her duygu insanlar için. Hayat, sonsuz seçeneklerle dolu. Biri olmazsa, bir başkası olur. Sevdiklerinizi bu seçeneklerden mahrum etmeyin, onların kendi hayatının içinde aktif rol alma hakkını ellerinden almayın. Bu, hem kendiniz hem de sevdikleriniz için yapabileceğiniz en anlamlı, en faydalı, en iyi yaklaşım. Başkalarının mutluluğunu inşa etmeye çalışmayın, siz sadece ve sadece kendi mutluluğunuza odaklanın. Bırakın herkes kendi seçimini yapsın, herkes kendi yaşadıklarını doldursun heybesine, sorumluluğunu alsın yaptıklarının. Göreceksiniz, böylesi çok daha iyi olacak.
İlginizi çekebilir: Dünyanın en mutlu ülkelerinin mutluluk sırları