Başarının yedi spiritüel yasası: Altıncı yasa “zihinsel bağımsızlık”
“Zihinsel bağımsızlık yasası: Zihinsel bağımsızlıkta belirsizliğin bilgeliği yatar. Belirsizliğin bilgeliğindeyse özgürleşme yatar: Geçmişimizden, bilinenden ve geçmiş koşullanmaların hepsinden… Bilinmeyene, sonsuz olanaklar alanına adım atmaya istekli olduğumuzda kendimizi evrenin dansının müziğini yöneten yaratıcı zihne teslim ederiz.”
Deepak Chopra
Takılı kalmış bir saati düşünelim. Aynı noktada saymaya devam eder. Oysa zaman akmaktadır, zaman değişmektedir, zaman ilerlemektedir. Fakat o saat, o anda, o zamanda takılıp kalmıştır… İşte bizler de böyleyiz, isteklerimizle, hayattan beklentilerimizle kendimizi tanımlarız; onlara takılıp kalırız. Bir markanın ayakkabısıdır takılı kaldığımız kimilerimiz için, bir diğerimiz çalıştığımız firmada yönetici olmaya takılı kalmıştır, elde edemediğimizde yanarız. Hayatı kendimize zindan ederiz. Başka biri, bir ev almaya takılı kalmıştır, o ev ile kendini tanımlamıştır. Evin sahibi olmak yerine, ev onun sahibi oluvermiştir çoktan. Bazılarımız hayatta kaybettiklerimize takılı kalmışızdır. Giden bir eşe, terk eden bir sevgiliye, kaybedilen bir anneye veya babaya… Bunun üzüntüsünü yükleniriz hayat boyu. Hayat boyu o üzüntüler kıyılarımıza vurdukça vurur, bizler içerledikçe içerleriz. Takıldıkça daha da derinlere batarız…
Peki hayatımızda “olmayana”, yani halen içimizde dilediklerimize, belki yitirdiklerimize bağımlı olmak, zihnen, kalben olmayanlara odaklanmak ve olmak anında değişene, hayata izin vermemek ne kadar doğrudur? Hayatımızın ve zihnimizin yöneticisi bizlerken, o diğerleri, dışarıda olup bitenler, nasıl olur da hayatımızda bu kadar derin bir güç elde edebilir? Nasıl olur da hayatta binlerce olasılık varken biz “kabul edilmediğimiz” bir pozisyona, elde edemediğimiz bir sevgiliye veya satmak durumuda kaldığımız bir mal varlığına bu kadar bağımlı, takılı veya kilitli kalırız?
Hayatımın bir döneminde yaşadıklarıma zihnen o derece bağımlı hale gelmiştim ki, dışarıda apayrı bir dünya varken, insanlar yazın denize giriyor, hayatlarına devam ediyor ve muhteşem yeşillikler tüm güzellikleriyle yine orada duruyorken, ben adeta “karalar” bağlamıştım. Şimdi dönüp baktığımda bazen kendi kendime soruyorum, ne için, yani gerçekten kendimden verdiğim belki iki, belki üç yılım ne için? Sadece zihnimde dönüp duran düşünceler, sadece o yaşadıklarımı tekrar tekrar kendi kendime yaşatmam, belki kaybetmeyi öğrenmeye yeterince açık veya gönüllü olmamam… Fakat herhangi bir açıklama hayatımdan verdiğim o yılları geri getirebilir mi, o yaşları bana verebilir mi? Cevabım ne yazık ki hayır…
Peki ya geçmişte kaybettiklerim (veya kaybettiğimi sandıklarım!) bugün mutlu olmamaya neden midir? Bir kayıp veya sadece hayatın bir anı, tüm hayatımızın göstergesi olabilir mi? Bizler sadece bir an olanlara bakarak “kaybeden”, “lütfedilmeyen”, “layık olmayan” veya “şansız” olarak nitelendirilebilir miyiz? Bunun kararını zihnimizin o muhteşem bağımlılıkları, eskide yaşananlara olan saplantıları veya bize yeniden ve yeniden hatırlatmaları verebilir mi?
Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız bu yasayı çok derinden ve açıkça değerlendirmenizi dilerim. Ne ile ilgili olarak kendi kendinizi, zihninizi bağlamaktasınız? Neyin olması veya olmaması, neyin hayatınızda, şu anda, şimdide bulunmuyor olması sizi bu kadar derinden bağlıyor? Yapabileceklerinizi, hayatın size getirebileceklerini görünmez hale getiriyor? Gözünüzün önüne adeta perdeler indiriyor? Neyin varlığı veya yokluğu ile özdeşsiniz? Ve bu gerçekten ne kadar doğru?
İlginizi çekebilir: Başarının yedi spiritüel yasası: Beşinci yasa “niyet ve arzu”