Konservatuvar müzik mezunu olmama rağmen , yıllardır kültür sanat mecralarında edebiyat ve tiyatro haberleri yazıyorum. Çocukluk ve ilk gençlik arkadaşlarım birbirinden kıymetli işlere imzalar atarken, torpilli yazı demesinler diye onlardan bahsetmeye çekiniyorum. Ama bazı işlerin de daha görünür olması gerektiğine inanıyorum. Bilkent’ten sınıf arkadaşım Başar Can Kıvrak’ın ilk ve özgün albümü “Schumann Director’s Cut” da bunlardan biri. Yıllar sonra Müzik Fakültesi koridorlarının dışında Zoom ekranında buluşuyor ve aradan geçen yıllarda neler yaptığını konuşuyoruz. Ada Müzik imzalı albüm tavsiyem bir yana, 9 Nisan’daki Süreyya Operası’ndaki konsere de yerimi ayırıyorum.
Siz de ayırın derim naçizane ve keyifli okumalar dilerim.
Sence ailede bir müzisyen olması, çocuğun müziğe yönlenmesinde etkili oluyor mu?
Etkisi pozitif de negatif de olabiliyor. Benim ailesinde hiç müzisyen olmayan çok iyi piyanist arkadaşlarım var. Ben ise ailemde müzisyen olmasına rağmen mesela çok geç başladım müziğe. Onların işin çok içinde olması ve zorluklarını biliyor olması da benim müziğe yönlenmeme haklı olarak çok sıcak bakmadılar, ben biraz kendim inisiyatif aldım diyebilirim. Ama genele bakıldığında konservatuvarda aileden görerek müziğe yönlenmiş çok insanla karşılaşabiliriz gerçekten de… Etkisi var ama belirleyici değil diyebiliriz.
İnisiyatif alıp, piyano eğitimine başlıyorsun. Upuzun bir yol… Bu yoldaki hocalarından bahsedebilir miyiz biraz?
On yaşında kendi bulduğum ilk hocam olan Ozan Bilen’in ardından, Güzel Sanatlar Lisesi’nde Emre Şen ile devam ettim. O zamanlar çok gençti, benim gözümde bir idoldü ve beni Bilkent’e yönlendiren de kendisi oldu. Bilkent’e başladığımda da Namık Sultanov ile başladım ama bir yıl sonra onlar ailecek Amerika’ya göçtüler. Ben de piyano hayatımın en uzun ve hala görüştüğüm hocam Gülnara Aziz ile çalışmaya başladım. Lisansı da onunla bitirip, 2008’de Moskova Çaykovski Devlet Konservatuarı’nı kazanarak orada da diğer idolüm olan Eliso Virsaladze sınıfından mezun oldum. Altı sene onunla çalıştım. Dünyada önde gelen Schumann yorumcularından biridir ve muhtemelen benim için onunla Schumann üstüne derinleşmek çok kıymetliydi.
Akademide, özellikle de klasik müzikte usta-çırak ilişkisini nasıl yorumluyorsun? Türkiye’de kurulan usta çırak ilişkilerinin ardından Rusya’da buna devam etmeyi de deneyimledin değil mi?
Evet. Benim için hocalar çok önemli ve hoca öğrenci ilişkisini usta çırak ilişkisiyle ilişkilendiriyorum ben de… Rus ekolü müzikal boyutta bana bütünüyle uzak değildi çünkü uzun yıllar çalıştığım Gülnara Aziz de Moskova Konservatuvarı’ndan mezundu ve ben üniversite yıllarımda da Rus bestecilerine, kültürüne ve ekolüne hayranlık duyuyordum, bu anlamda benim için sıra dışı bir deneyimdi. Ama zorlandım da… Rusya meşhur soğuğu ile bilinir ama soğuğuna gelene dek birçok başka zorluğu da olan bir ülke aslında. Sert bir sistem barındırıyor içinde, oldukça zor şartları vardı. Bizim kültürümüze göre insan iletişimi çok farklı, uyum sağlamak kolay olmadı.
“İçimde birçok farklı hoca var”
Farklı hocalarla çalışmak mı tek bir ekolden gelmek mi daha verimli peki?
Farklı hocalarla çalışmak yaklaşım farklarını göstermesi ve yorumculukta zengin bir yelpazeye ulaşmak açısından çok yararlıdır. Ama farklı hocalarla çalışmak yerine tek ekolle devam edip çok büyük kariyere ulaşan piyanistler de var tabii ki ama ben içimde birçok hoca barındırmayı, farklı ekol ve ülkeler öğrenmeyi seviyorum sanırım. Her ne kadar Gülnara Aziz ve Eliso Virsaladze aynı ekolden geliyor olsalar da… Her birinin yaklaşımı birbirine taban tabana zıttı ve dersi işleyiş biçimleri kendilerine özgüydü.
Mezuniyetinin ardından sen de bir eğitimci oldun? Nasıl bir hocasın sence?
Önce Bilkent’te çalıştım bir müddet, orada hem piyano öğrencilerim vardı, hem de oda müziği derslerine giriyor ve eşlik yapıyordum. Şimdi Yaşar Üniversitesi’nde çalışıyorum. Nasıl bir hoca olduğuma gelince bunu öğrencilere sormak gerek. (Gülüyor.)
Ama kendim cevaplayacaksam, detaycı derdim. Bazen bunu öz eleştiri olarak da söylüyorum bunu, fazla kaçabiliyor detaycılığım. Çünkü kendi çalışım gibi gösteriyorum öğrencilere ama bu onları bütünden de uzaklaştırabiliyor, bunu dengelemek gerekiyor.
Müfredatla ilgili bir gözlemin var mı?
Aslında var. Çalıştığım kurumlardaki müfredatla ilgili bir eleştirim var diyemem ama Moskova’da çok zor bir dersimiz vardı. Şancılara eşlik dersi… Piyanistlerin çok zorlandığı bir dersti bu. Bu dersin piyanistler açısından hayati olduğunu düşündüğüm için Türkiye’de de olmasını isterdim. Eksik demek belki katı olur ama insan sesi en doğal ses olduğu için ve piyanoda buna ulaşmanın önemli olduğunu düşündüğüm için, ikisinin birleşmesi, şancılarla beraber çalmak piyanistlerde de doğal olmayan bir enstrüman olmasına rağmen sesin yapabileceği cümle yapısını içselleştirmesine yardımcı olacaktır. Bu sebeple bizim ülkemizde de bu yaklaşım öncelikli olsun dilerdim.
Bir yandan aktif olarak konserlerin devam ediyor, sahneye nasıl hazırlanıyorsun?
Benim hiçbir ritüelim yok, tabii yıllar önce konserin kendisini bir ritüel gibi görüyordum. Bu da stresi çok arttıran bir şey aslında. O yüzden artık stresten uzak, fazla üstüne düşmeden, hayatın doğal akışına bırakarak, elimden geldiğince bu düşünceden koparmamaya çalışıyorum konserlerimi…
Hiç unutamadığın bir sahne anın var mı?
Var. Moskova’da ilk sınıf konserimi unutamam. Özel bir anıydı benim için ve o sınıfın bir parçası olmak da çok heyecan vericiydi.
“Schumann’ı tekrar yaşatmak”
Schumann albümü kaydetmeye nasıl karar verdin?
Az önce hocamdan bahsetmiştim. Schumann’ı ilk kez orada algılamadım ama çünkü ruhsal anlamda kendimi bildim bileli en sevdiğim besteci Schumann’dı. Bir klasik müzik dinleyicisi olarak en yakından anladığım ya da anladığımı sandığım besteci o olmuştu. O yüzden albüm teklifi geldiğinde ilk Schumann’ı düşünmem kaçınılmaz oldu.
Bir de bu albümün şöyle bir değeri de var benim için. Tesadüfi bir biçimde Schumann’ın öldüğü gün 29 Temmuz ‘da başladık kayıtlara. Onu yaşatmaya devam etmiş gibi hissettim.
Eserleri neye göre seçtin?
Doğruyu söylemek gerekirse repertuar seçimim biraz uzun sürdü. Albümün merkezinde 3 numaralı piyano sonatı mevcut ve bu sonatın Schumann yazdıktan sonra yayıncı tarafından çıkarılmış kısımları var, günümüze de bu şekilde eksik çalınarak gelmiş, ben onları buldum, orjinal haliyle çalarak kaydettim. Zamanında 5 bölüm olarak yazılmış, 3’e indirgenmiş, hatta 2 varyasyon konmamış, Schumann son kertede 4’e yükseltmiş, bu haliyle Schumann’ın ilk bestelediği zamanlardaki tüm eskizleri göstermek istedim.
“Director’s Cut’ta bestecinin bilinmeyen yanına ışık tuttum”
Albümün ismi de buradan geliyor olmalı?
Evet çünkü filmlerde yönetmenlerin kestiği yerler vardır, perde arkası olarak gösterilir, biz de bu albümde yayıncının sonradan kestiği yerleri görüyoruz.
Duyusal bir belgesel bir nevi.
Doğru. Schumann’ın eserlerindeki çalınmayan tarafları gün yüzüne çıkarmak istedim.
Albümün diğer eserlerine gelince, onları az bilindiği ya da nadir çalındığı için değil ama hem çok sevdiğim hem de Schumann denilince ilk akla gelen Karnaval, Senfonik Etüdler gibi çok bilinen eserlerinin arasında biraz gölgede kaldıklarını düşündüğüm için seçtim. Bunlar, Nachtstücke, Opus 111 Fantasiestücke ve Opus 8 Toccatta. Tocatta’yı piyanist olarak bir meydan okuma olarak seçtiğimi itiraf edebilirim.
Albüm kitapçığı da oldukça açıklayıcı… Schumann’ın his dünyasını da göstermek istemişsin sanki.
Klasik müzik albümlerinde pek yapılmayan bir şey denemek istedim. Ansiklopedik bilgiler yerine değerli yazar İlkay Yıldız ile birlikte, daha duygu odaklı ve kolay anlaşılır, dinleyicinin bağ kurmasına yardımcı olacak edebi metinler hazırladık.
Çünkü Schumann’da çok katmanlı bir yazı stili var. Ne kadar sade duyulursa duyulsun, maviden daha açık maviye giden ses paletinin genişliği mevcut. Bestecinin psikolojik geriliminden ötürü ani nüans değişimleri ve karakteristik iniş çıkışlar duyulabiliyor. Müziğinde 2 karakter var. Florestan ve Eusebius. Florestan tutkulu, Eusebius daha hülyalı. Bunlar Schumann’ın belki de kendinden yola çıkarak yarattığı 2 karakter. Tüm külliyatında bu karakterler hakim, bu iki uç karakteri dengeleyen daha akılcı karakter ise Meister Raro. Schumann’ın Robert’inden ve Clara’nın Ra’sından bir araya gelen bir karakter bu.
Bu albüm bana da Schumann’ı anmak için bir fırsat oldu sanırım.
“Yeni projemizde 150. doğum yılında Ravel’i anacağız”
Albüm mü konser mi?
Cevabı zor ve çok güzel bir soru. Galiba konser diyeceğim, anlık olduğu için ama uzun süre yaşıyor olması bakımından tabii ki albüm. Hatta Ada Müzik ile birkaç kez konuştuk diye hatırlıyorum ama yapmıyordu, belki gelecekte yapabilirsem sınırlı sayıda da olsa plak basmayı çok arzularım.
Son olarak da yakın gelecekteki albüm konserlerini öğrenebilir miyiz?
İlginç bir şekilde, albüm konserlerini albüm çıkmadan 4-5 ay önce Süreyya Operası’nda yaptım. Aslında lansmanların önce olması Schumann ‘ın garip hayat öyküsüne çok yakıştı sanki. (Gülüyor.) Şu an başka konserlere hazırlanıyoruz. Ravel yılı içerisindeyiz ve Emre Yavuz, Gökhan Aybulus ve ben Ankara, İzmir ve İstanbul’da Ravel’in tüm solo piyano eserlerini bir konserde seslendireceğiz. İlki de 9 Nisan’da Süreyya Operası’nda olacak. Akabinde tekrar Schumann albüm konserlerine de dönerim sanırım.
Albüm künyesi:
- Albüm Adı: Robert Schumann: Director’s Cut
- Besteci: Robert Schumann
- Recording: Özgür Özkan Mete July 2023
- Recording Supervisor: Özgür Ünaldı
- Mix-Mastering: Özgür Özkan Mete 2024
- Editing: Kıvılcım Konca
- Piano: Steinway & Sons
- Piano Tuner: Murat Caf
- Ada Classical Music Director: Mehmet Gökhan Bağcı
- Photographer: Arthur Diot
- Designer: Şadi Akbudak, Atilla Karabay
- Copywriter: İlkay Yıldız
İlginizi çekebilir: Solist Ne Diyor?