Bana Narsist diyorlar, oysa ki ben yalnızca kendimi seviyorum. Ve hatta bazen şımarık da diyorlar, oysa ki öyle zamanlarda yaptığım tek şeyin basitçe ne istediğimi tam olarak bilmek ve bunu ifade etmek…
Ve bu beni şöyle bir noktaya getiriyor, bazı insanlar gerçekten kendilerini sevmek hakkında en ufak bir fikre sahip değiller, karşılarında böyle bir şey gördüklerinde de anlamlandıramıyorlar. Bilmediğimiz şeyi algılayamayız, bu “What the bleep! do we know” belgeselinde çok güzel anlatılmıştı. Bir şey hafızamızda yoksa onu göremeyiz… Yerlilerin uçsuz bucaksız denize bakıp daha önce hiç görmedikleri, sadece onlar değil, onların ataları da hiç görmedikleri için hala da görememeye devam ettikleri o uzaktaki gemi gibi… Oysa ki diğer kadın gemiyi görebiliyordu. Çünkü o gemiyi daha önce de görmüştü…
Bu da böyle; kişi daha önce hissetmediği bir hali başkasında gördüğünde bunu asla anlayamıyor. Veya biri onu övdüğünde veya gerçekten sevdiğinde bunu anlayamadığı için kabul etmiyor. Ancak kendinde mevcut eski verileri ile değerlendirip bir yargıda bulunuyor. Ve o yargı da ne yazık ki doğru olmuyor. Bu yazıyı o aradaki boşluğu biraz kapatabilmek için yazmak istedim.
Hakikaten kendini sevmek nasıldır biliyor musunuz? “Ay canım, bebeğim, ne kadar da tatlıyım” demek değildir. Gerçekten kendini sevmek kendinin tamamıyla farkında olmaktır! Zordur buraya varmak. O yüzden kitaplar kendini sev, kendini sev der de birçokları bunu başaramaz. İnsan ancak içindeki şeytanı ile barıştığında, onu olduğu gibi kabul ettiğinde kendini sevmeye başlayabilir. Zordur… Önce kendinde bir şeytan olduğunu kabul edeceksin. Sonra onunla yüz yüze gelecek, onu göreceksin, ve daha sonra onu kabul edeceksin. Onu öyle kabul edeceksin ki boynun bükülecek, melek değil bir insan olduğunu anladığın an, bu an olacak. Ve bir insan olduğunu anladığında hatalarına, eksikliklerine, başaramadıklarına şefkat uyanacak içinde.
Sen kendine şefkat göstermeye başladığında, kendin sana daha da açılacak, ve neyi yapıp neyi yapamadığını, hangi konularda hakikaten mükemmel olduğunu, hangi konularda tam bir yeteneksiz olduğunu anlayacaksın… Mükemmel olduğunda böbürlenmek de yoktur bu saatten sonra, çünkü insan olduğunun farkındasın, herkes gibisin ve başaramadığında da kendine kızmak ya da üzülmek de yok çünkü kendine şefkat var artık içinde…
Kendimi seviyorum, kendimi o kadar çok seviyorum ki… Anlatamamm.. O kadar iyi kalpli, o kadar cana yakın, o kadar samimiyim ki… Yaratıcıyım, zekiyim, araştırmacıyım ve spiritüelim, sezgilerim kuvvetli ve zaman zaman tanrısal bilinç hallerine yaklaşıyorum… Kalbimin sesini duyduğumda onun peşinden gidebilecek cesarete sahibim, teslimiyete birçok insandan daha yakın olduğumu görüyorum. Bütün iyi yanlarımı kristal parlaklığında görüyorum ve onları kabul edip daha da parlatıyorum…
Şimdi ben kendimi mi övüyorum dersiniz? Bunun yerine “Aman efendim estafurullah!” “Ne haddimize o kadar iyi olmak!” demek alçakgönüllülük müdür? Yoksa bu kendi değerini düşürmek, Allah’ın sana doğuştan verdiği hediyeleri, “yok efendim ben almayayım” diyerek elinin tersiyle itmek midir? Evet, “ve kimse kusura bakmasın” ama ben bana doğuştan verilen bütün hediyeleri alıyorum ve zevkle, neşeyle sunuyorum hayata… Bu benim doğuştan hakkım. Bu hepinizin doğuştan hakkı…
Kırılganım, alınganım, hakiki ilgi (caring) ve sevgiye hasret çekiyorum, farkındayım… Politik değilim, diplomatik değilim, kendimi pazarlayamıyorum, politik insanları da anlamıyorum, yani fark edemiyorum, yanılıyorum hep onlara karşı… Disiplinli değilim, çalışkanım ama harekete başlamakta zorlanıyorum, dakik değilim, hep her yere geç kalıyorum, bence bu beni hayata da geç bırakıyor. Ne yazık ki bazen çok çabuk öfkeleniyorum, bir anda parlıyorum sonra hızla sönüyorum ama o parlama anında hissettiklerim için çok üzülüyorum… Ve tüm bunları görüp, kabul ediyorum.. “İşte!” diyorum bunlar da siyahlar… Çünkü ben bir insanım… Ne bir peygamber, ne de bir meleğim… Ve o nedenle bu çok normal! “İşte!” diyorum bunlar geliştirilecek özelliklerim… Tıpkı bir hastalığı tedavi eder gibi. Önce teşhisi koyup sonra tedaviye geçiyorum.
Ruhsal olarak tamamen sağlıklı olsaydık bu dünyada yaşıyor olmazdık. Hatırlayın, melek değiliz, içimizde daima bir iyi kurt bir de kötü kurt var ve hangisini beslersek o kazanıyor. Amaç, evet saflaşmaya, tamamen iyileşmeye, ruhumuzda hiçbir siyah nokta kalmayıncaya kadar ışıkla dolmaya doğru… Bu bir yol…
Diğer yandan insan kendisinin ne kadar farkında olursa, yaşamda eleştirilere veya beğenilere karşı da o kadar tepkisizleşiyor… Çünkü “kim ne derse desin ben kendimi biliyorum,” diyor. Bu, gelen hiçbir eleştiriye önem vermiyorum demek değildir. Hangi övgüyü almam gerektiğini, hangi övgünün abartı olduğunu görebiliyorum. Hangi yerginin haklı, hangi yerginin anlamsız olduğunu görebiliyorum ve evet, anlamsız olanları takmıyorum. Bu beni insanların yargılarından özgürleştiriyor. Ben kendimi biliyorum. Övgüyle övülecek yanlarıma sahip çıkıyor, eğik başımla negatif yanlarım üzerinde de emek veriyorum. Bu beni hayatta hangi adımları atmam konusunda daha da netleştiriyor. Bu beni şımarık değil, ne istediğini bilen, haline getiriyor. Bu beni narsist değil, kendini bilen haline getiriyor.
Ve biliyor musunuz, bu aslında kişiye karizma ve çekicilik de getiriyor… Kendini bilen insanlar hani şu “cool” dediğimiz havayı yayarlar. Kendini seven insanlar ise bizi daima kendilerine çekerler. Hayvanlar ve 0-3 yaş çocuklara bu yüzden hepimiz çekiliriz, belki bilinçli şekilde değil ama onların kendileriyle ilgili hiçbir yargıları, negatif düşünceleri yoktur ve oldukları gibidirler, özgürdürler… Sahi ne zaman kendimizi eleştirmeye, kendimizi sevmemeye başladık ki? Neyse boş verelim bu soruyu, bir zaman başlamış işte ve şimdi her birimiz bunu fark edip değiştirmeye muktediriz!
Sizlere bu konuyla ilgili en önemli önerim kendinizi övün, iyi yanlarınıza bakın ve alın, kabul edin onları, o konularda gelen övgüleri alın… Parlayacaksınız… Negatif yanlarınızı da herkesten önce siz görün ki o taraftan eleştiri aldığınızda “evet böyleyim ama üzerinde çalışıyorum, elimden geleni yaptığıma emin olabilirsin” diyebilesiniz. Ve onlara bir insan olduğunuzu hatırlatabilirsiniz. Ya da, “A evet bu konuda iyi değilim ancak iyi olduğum başka bir sürü konu da var, bak!” deyip onları gösterebilirsiniz.
Dilerim bu yazı kendinizi sevmenizde kolaylaştırıcı olur… Öz-değer, öz-sevgi, öz-şefkat ne çok kapıyı açar göreceksiniz. Son olarak bir Theta Healer olarak bu yazıyı okuyan ve kendini sevmenin, Yaradan’ın tanımıyla ve perspektifiyle, nasıl bir his olduğunu bilmek isteyenlere bu hissi yüklüyor olacağım. Sadece “Evet, bu hissi kabul ediyorum”, veya “Evet, bu hissi deneyimlemeye kendimi açıyorum” demeniz yeterlidir. Yazı yayınlandığında Yaradan’dan bununla ilgili bir Theta Çalışması yapmış olacağım bile, ve evet diyenlere anında yüklenecek. Frekansımızda daima kendini sevme frekansı da olsun! Belki bu frekans içimizdeki diğer düşük frekansları da yükseltir… Kim bilir…
Herkese öz-değerli günler…
İlginizi çekebilir: Aborjinlerin biz “Mutantlara” mesajı var: Avustralya’dan bize ulaşan 11 değerli mesaj