Kendimizi kötü hissettiğimiz bazı anlar olur, anlam veremeyiz, nedenini anlayamayız. Bir sürü karışık düşünceler gelir aklımıza: Daha önce kötü hissettiğimiz anılar, geçmişten anlar, neden kötü hissettiğimize dair farklı açıklamalar… Biz kafa yordukça, o his de sanki bizimle inatlaşırcasına iyicene baskı yapmaya başlar. Kafamızı dağıtmaya ve günlük hayatın akışına kendimizi bırakmaya çalıştıkça daha iyi hissetmeye başlarız; ama kötü hissin kalıntılarını da üzerimizde taşırız.
Görünen hiçbir neden yokken, ne oluyor da kötü hissediyoruz?
Arkadaşlarımızla birlikteyken, aile arasında, yalnız kaldığımızda, iş yerinde, yemek yerken ve bunun gibi bir sürü farklı durumdayken hazırlıksız yakalanabiliyoruz. Mesela; arkadaşlarımızla gittiğimiz bir yemekte, en yakın arkadaşımız herkesle rahatça sohbet ederken, biz aynı ortamda çekingen davranabiliyoruz ya da işle alakalı bir toplantıda herkes fikrini açıkça söylerken biz susabiliyoruz. İşte bu noktada duygularımızla birlikte düşüncelerimiz de işin içine giriyor.
Duygu ve düşüncelerimiz arasındaki ilişkiyi anlamak kafa karıştırıcı olabiliyor; çünkü çoğu zaman aklımızdan geçenleri farkında olamayabiliyoruz. Sadece üzgün, sinirli, kaygılı, stresli olduğumuzu biliyoruz ya da yanımızdaki kişiler çok rahat veya keyifli gözükürken, kendimizin çok daha farklı duygular yaşadığını hissedebiliyoruz. Her insan kendini zaman zaman kötü hisseder; ama aynı durumla karşı karşıya kişiler aynı duyguları hissetmeyebilir. Aslında bu durumlarda insanları birbirinden farklı kılan ve duygularımızı şekillendiren bizim o anda aklımızdan geçenlerdir, yani düşüncelerimiz… Düşüncelerimiz bizim o durumu nasıl anlamlandırdığımızı, kısacası bakış açımızı yansıtır. Doğal olarak içinde bulunduğumuz durumu nasıl yorumluyorsak, öyle hissediyor ve o duyguya göre de bir davranış sergiliyoruz.
Uzun zamandır görüşmediğimiz arkadaşlarımızla yemeğe gittiğimizi hayal edelim. En yakın arkadaşımızla birlikte hazırlandık ve restorana girdik. İçeri adımımızı attığımız anda, karnımıza bir ağrı saplandı, kalbimiz hızla çarpmaya başladı. Yoğun bir kaygı yaşıyoruz. O kadar heyecanla gittiğimiz bu yemekte, rahatsızlık verici bu kaygı hissi nedeniyle kimse ile konuşmak istemiyor, hatta oradan hızlıca kaçmak istiyoruz. Arkadaşımıza bakıyoruz, o çoktan insanlarla sohbet etmeye, gülüp eğlenmeye başlamış bile. O anda birileri düşüncelerimizi okuyabilse, muhtemelen; “Ya konuşacak bir konu bulamazsam.”, “Ya benim sıkıcı olduğumu düşünürlerse”, “Ya yanlış bir şeyler söylersem”, “Ya rezil olursam” gibi düşüncelerle karşılaşacaklar. İşte bu düşünceler, bizim o anı nasıl yorumladığımızın göstergesidir. Rezil olmak, sıkıcı bulunmak şeklinde bir bakış açımız varsa, kaygılanmamız da kaçınılmazdır. Bu kaygı ile birlikte insanlarla konuşmaktan çekinebilir ve sessiz kalabiliriz.
Bakış açınızı değiştirmeye çalışın
Belli bir anda, bizi rahatsız eden duygularımızdan, bakış açımızı değiştirmeye çalışarak kurtulabiliriz. Bunun için de ilk adım düşüncelerimizi fark etmektir.
İlgili yazı: Olumsuz duygularınızı ruhunuzun gelişimi için kullanın
Farklı hissettiğimiz zamanlarda, kendimize ‘Aklımdan ne geçiyor?’ sorusunu sorup, düşüncelerimizi fark etmeye odaklanarak, bakış açımızı değiştirmeye başlayabiliriz.