Tuhaf bir haller oluyor bana bu ara… Sanki daha bir hissetmeye başladım insan ırkı dışındaki canlıları… Artık ağaçları kesenlere daha çok sinirleniyorum, yürüyüş yaparken karşıma çıkan çiçeklere “Sizi görüyorum. Çok güzelsiniz, iyi ki buradasınız” diyorum, avlanmaya çıkanları anlayamıyorum, hayvanları zevk uğruna nasıl öldürebilirler diye, hele o hayvanlara tecavüz edenler…
Şimdi de hayatımın dönüşüm noktalarından birindeyim sanırım. Bir anda vejetaryanlığın ne olduğu, tam olarak ne düşündükleri, hissettikleri konusunda içimde bir merak uyandı. Bir anda dediğimiz şeyler de bir süreç aslında… Biz fark etmeyebiliyoruz gelişim sürecini. “Bir anda” diye tanımladığımız durum sadece bilinç yüzeyine çıktığı zaman oluyor genelde.
Etle beslenen bir insanım. Bugüne kadarki hayatım böyle geçti en azından. Ve içimde uyanan merakla ise sadece vejetaryanların/veganların bakış açılarını görmek istedim. Vejetaryan bir arkadaşıma bu konuda sorular sorarken bana bir kitap tavsiye etti: Sharon Gannon’un Yoga ve Vejetaryanlık isimli kitabı. Okudum. Okurken epey bir rahatsız oldum, bazı kısımlarda perişan oldum. Derken kitap bittiğinden beri pek et de yiyemez oldum. “Vejetaryanım” demek fazla iddialı ama ben de “bana neler oluyor?” diyorum şu sıra.
Yoga ve meditasyon yapanlar genelde bu kavramlara çok yakındır. Ben de hiç öyle bir şey yoktu. Kalıplara da girmekten hiç hoşlanan bir insan değilim zaten. Esnek olmalı insan. Yoga da yapabilir, aynı anda et de yiyebilir. Ne olmuş yani? Bunu söylüyorum çünkü çok var direkt kalıplara sokmaya çalışan insanlar. “Yoga, meditasyon mu yapıyorsun, o zaman et de yemiyorsun, o zaman içki de içmiyorsun“… Ne alaka arkadaşım? Hepsini de gayet güzel yapıyorum! Neden genelliyoruz? Neden illa tek bir kalıba girmek zorundayız?
Fakat dediğim gibi son zamanlarda bende de bir haller olmaya başladı bu konuda… Bilgi edindikçe şu an istesem de yiyemiyorum. Mesela bugün dışarıdaydım, açlıktan ölüyordum ve sadece üç seçenek sunuldu bana: tavuk, balık, köfte. Köfte dedim. Hayatım boyu bayılarak yediğim, bildiğiniz köfte… Geldi önüme ve yiyemedim! Kendime şaşırdım. “Gamze saçmalama daha neler?” bile dedim kendime ama yiyemedim, içimden gelmedi.
Bu arada “illa bunu yapacağım, böyle olacağım” da demiyorum bunları anlatırken. İnsan içinden geleni yapmalı. Zorla mümkün değil, olmuyor zaten. Eğreti duruyor insanın üzerinde. Dedim ya esnek olmak lazım. Canım isterse yerim tabii ki yine ama ben şu an içimde bulunduğum durumu paylaşıyorum sizlerle. Nerelere evrilecek ben de merak ediyorum.
Şu anda Erzurum – Kars gezisindeyim. Meşhur Çıldır Gölü’ne gittik bugün. Her taraf bembeyaz, enfes! Olayı ise atlarla kızak yapıyorsunuz gölün üzerinde. Yemek yerken bir süre atları izledim. Üşüyorlar belli ki. Dışardan da insanların çekiştirerek buz üzerinde onları koşturmasını izlemek içimi acıtmadı değil.
İndik göle. Herkes turistik biniyor atlara. “Ben binmeyeceğim” dedim içimden. “Bu atlara verilen zarara ortak olamam“… Ama sonra bindim ben de biliyor musunuz? Neden bilmiyorum. Bana insanlar garip bakmasınlar diye belki de. Bu düşüncelerle olunca da keyif almadım bu aktiviteden doğal olarak. Zaten bir hayvanı buzda sürerek nasıl keyif alsın insan o ayrı. İndiğimde ise: “Neden yaptın Gamze, istemiyordun ki zaten bunu?” diye iç ses konuşmaya başladı.
Çevremdekilerden farklı olmaktan korktum o an sanırım. Ama kızmadım kendime, küçümsemedim kendimi. Aksine şefkatle dedim ki: “Tamam Gamze’ciğim bugün merkezinde kalamadın evet. ‘Başkaları ne düşünür’ ağır bastı ve böyle yaşamaktan hiç hoşlanmıyorsun doğru. Ama bugün olduysa belki de bu da yolunun bir parçasıdır. Merkezinde kalmanın başka bir açıdan ne kadar önemli olduğunu görmüş oldun bu deneyimle sen de kişi için. Kendin olmak, kendi doğrularının arkasında dimdik durmak; merkezinde sağlam durmak ne demek anladın değil mi?
Hem de kalbimin derinlerinde hissederek anladım! Ve ben kendin olmanın, merkezinde kalmanın önemini çok kuvvetli bir deneyim içerisinde gördüm. O yüzden iyiki yaşadım! Kendine kızarak, gürleyerek yaklaşmayınca nasıl hafif akıyor aslında hayat…
Düşünüyordum bu ara: “Nereden çıktı şimdi bu hassasiyet? Nereden çıktı şimdi bu vejetaryanlık merakı?” diye. Cevabı da buldum sanırım. Yoga ve meditasyon aracılığıyla hepimizin bir bütünün sadece parçaları olduğunu daha içten hissetmeye başladıkça, birlik bilinci daha insanın kalbine yerleşmeye başladıkça, daha doğrusu gerçeğini hatırladıkça, böyle oluyor sanırım.
Ağacı, atı, kuşu, çiçeği, denizi kendinizin bir parçası olarak görmeye, hissetmeye başlıyorsunuz. Sanki onlara atılan çöp benim üzerime atılıyor ya da onlara edilen eziyet bana ediliyor gibi bir his. Bu düşünerek olacak bir şey değil. Hiç o hislerde değilken zihinden: “Ben de böyle olacağım artık” gibi akılla verilen bir kararla olacak iş hiç değil. İçiniz bu şekilde hissetmeye başlıyor birlik bilincine yaklaştıkça, özümsedikçe. İşte bundan memnunum, hem de çok memnunum. Kendime doğru harika yol alıyorum her geçen gün. Sonsuzluğun keşfinden çok keyif alıyorum. Aferin Gamze, aferin sana. Devam! Kendine, bütününe doğru devam! Bugün benden böyle işte.
Hepimizin birbirinden ayrı gayrı olmadığını, gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz her canlının kendi parçamız olduğunu kalpten hissedeceğimiz nice hayatlara… Çok çok bol bol sevgiyle…
İlginizi çekebilir: İçimizdeki pusula: İçgüdü, kalp sesi, altıncı his