Eğitimimiz gereği ne kadar çok bilirsek o kadar çok anladığımıza, bilginin bizi biraz daha yukarıya taşıyacağına inandık, öyle programlandık. Ama bizim bilme şeklimiz idraktan değil, ezberden geldi daha çok. Anlamaktan çok, tekrar etmek üzerine eğittik zihnimizi.
E çok doğal olarak da, dış dünya ile olan iletişimimiz ilişkimizde öğrendiğimiz kalıpları tekrar etme üzerinden olmaya başladı.
Kısaca örnekleyelim hemen; bir kere aldatıldığımızda karşımıza çıkan her karşı cinsin bizi aldatacağını tekrar etmeye başladık.
Bir kere işten atılsak, her sıkıştığımızda işten atılacağımız korkusu ile kendimizi tetikte tuttuk.
Hatta öyle ki, bu durumları zihnimizde tekrar ederek başka bir gerçekliği göremeyecek kadar kendimizi doldurduk.
Dolayısıyla, objektif bakış açımızı, her şeye tarafsız gözlemci bakışımızı bozduk. Rot-balans ayarı gitmiş arabalar gibi doğal olarak bakışımız bir tarafa çekilmeye başladı. Daha olumluya veya olumsuza…
Bu durumda “anı” diye biriktirdiklerimizin, aklımızdan bir türlü silinmeyenlerin gerçekliğini savunabilir miyiz?
İzlediğimiz, sandığımız, kesinlikle doğru olabilir mi?
Kendimizden ne kadar emin olabiliriz?
Bakış açıları farklılıklar gösterir, öğrendiklerimiz, yüklendiklerimizle beraber. Oysa buradaki bakış açısı, öz bakışımız değildir. Manipülasyona uğramış, edinilmiş bakışımızdır.
Öğrendiklerimiz, bir şekilde bakmaya eğitilmiş gözümüz, eğitildiğini yapmaktadır ve bu çok da doğaldır.
Oysa varlık vahşiliğini korumalı, saklı tutmalıdır. Yani o tahmin edilemez, hesaplanamaz yönünü.. Kendi doğal hareketini, doğal dansını.
İdrak yolu ile gelen bilgi, ezberlediğimizden çok daha farklıdır. İdrak çaba ile gelmez. Gelişini hesaplayamazsınız. Sadece niyet ve niyete dair hareket, eylem ile çalışır ve olgunlaştığında, yani bilgiyi talep eden bilgi ile aynı frekansa geldiğinde aktarım gerçekleşir. Dolayısıyla hacim olarak biraz daha genişlemiş ve tüm hücreleriniz geçmişte, gelecekte ve şimdide idrak ettiğiniz bilgiye sahip hale gelmiş olur.
Burada tecrübeye dair korku, genelleme, tekrar eylemi bulunmaz. Çünkü idrak ile gelen, tüm hücreye geçmiş, gelecek ve şimdi de işlediğinden, aynı olayı yaşayacak olsanız bile etki, yoğunluk ve bakış açısı olarak farklı olduğunuzdan, asla aynı hislere sahip olamazsınız.
Kısaca tecrübenin vitamini bedene salınır ve emilir.
Böylelikle idrak eden, ezber yapandan veya bilgi stokçusundan daha yüksüz ve boştur. Taşıyacak, aklında tutacak bir şeyi yoktur. Dolayısıyla bakışı her idrakta biraz daha genişlerken, ezber zihin alışkanlıkları ile hareket edenin yükü ağırlaşır, bakışı bildiklerinin çizgisinden çıkamayarak daha sabit şekiller çizilebilir.
Maalesef ki, hayattaki tecrübelerimize de, yaptığımız mesleklere yaklaşımımızada, kendimizi çözümleme halimize de bu ezberleme kanalından yaklaşıyoruz. Sabırsız ve özden uzağız.
Sevdiğimize, otorite figürüne, korktuğumuza, kendimizin belirli ruh hallerine hep ezber ettiğimiz davranışlar ile yaklaşıyoruz. Doğal olarak da genellikle aynı sonuçları alıp hüsrana uğruyoruz. Yaratıcılıktan, kendi doğal halimizden uzaklaşıyoruz.
En başından başlayarak, kahvaltı alışkanlığımızdan, yemek yeme rutinimizden, korkularımızdan, olmazsa olmaz dediğimiz günlük alışkanlıklarımızdan başlayarak her davranışımıza nasıl karşılık verdiğimize bir bakmakta fayda var. Gerçekten seçtiğiniz mi, yoksa ezberlediğiniz bilgilerin hareketi mi? Size mi ait, edindiniz mi?
Böylelikle aslında, soyuna soyuna kendinizin tahmin edilemez, vahşi doğasına yaklaşabilir kim bilir belki bir anda ulaşabilirsiniz.
Çok basit, “bu bana mı ait”, “neden bunu yapıyorum” diye sorduğunuzda karşılığında gerçek cevaplar bulamadığınız her şey edinilmiştir.
Hepimiz eşsiz hallerimizi yaşamaya geldik ve eşsizliğin içinde kopyalamak yoktur. Her şey tek ve biriciktir. Bilgi bile!
İlginizi çekebilir: Tanrıyla karşılaşmalar: Korkudan özgürlüğe giden bir yol