Bahar ayları geldi, resmi olarak artık tohumlarımızı çatlatıyoruz, içimizde rengarenk çiçeklerimiz yapraklarını açacak. Yürekler kıpır kıpır, tazelenmiş topraklar gibi atacağımız tohumları bekler durumda, yeşertmeye dünden razı bir hal ile…
Aşk kokusu burnumuza salmaya başladı bile kokusunu.
Arayışlar başladı belli belirsiz bir kıpırtı ile.
Peki bu isteğin, bu arayışın altında yatan asıl sebep nedir? Yani ilişkilerden beklentimiz, buna duyduğumuz ihtiyacı körükleyen asıl mesele nedir?
Aşk arayışından ziyade, ilişki arayışından ve aynı zamanda bizim için ilişkinin ne ile özdeşleştiğinden bahsetmek istiyorum.
Ufak bir çalışma yapmalıyız kendimizle, bazı sorular eşliğinde.
İlişki girdiği zaman hayatımıza, kendi halimizi ne kadar değiştiriyoruz. Günlük rutinimiz ne kadar değişiyor?
Birini seçerken hayatımıza, gözlemci noktasından bakarsak eğer (etiketlemeden, kritize etmeden ve yargılamadan); kendiliğindenlik mi, yoksa kafamızda oluşturduğumuz kriterlerden mi yola çıkıyoruz?
Basit ama belirleyici sorular.
Genellikle kendiliğindenliğe fırsat tanımıyor insan, aşka düşmek hali, akıl çeperine takılıveriyor. Dolayısıyla gizli olarak aslında, ilişkiyi kurguladığımız ruh halinin komutlarına.
Kültürel olarak, ilişkinin süresi ile ilgili bile bazı etiketlerimiz ve buna göre değerlendirmelerimiz var. Belirli bir süre sonucunda evlilik ile sonuçlanmayan ilişkilerde şüphe tohumları beliriveriyor misal.
Burada net olarak sosyolojik bir paterne, öğrenilmiş bir yargıya takılıyoruz ve sınavımızı çift olarak veriyoruz.
Genellemeler üzerinden yürüyen yargılar, bizleri yaşadığımız şeyin saflığından oldukça uzak diyarlara fırlatıveriyor, ki kendi geçmişinize bakarsanız eminim örneklerine rastlayacaksınızdır.
Yeni oluşacak ilişkiler için ise, karşımızdakinin statüsü, kendimizi koyduğumuz makam her ne ise oraya uygunluğu (daha çok zihinsel) geçmemiz gereken başka yargılar oluyor. Tüm bunları düşünürken zihin, aslında karşımızdaki kişiye karşı ne hissettiğimizi pek algılayamaz bir noktada oluyoruz. Duygular yarattıkları yoğunluk ile bizleri asıl korkularımızdan dem vurarak yönlendiriyor.
Geçen inzivalardan birinde, ilişki beklentisindeki danışanımın niyeti aslında çok belirleyici bir örnek;
“Zengin, yakışıklı, beni çok seven, bonkör, ilgili, sorumluluk sahibi, şefkatli, anlayışlı, kültürlü, oturmasını kalkmasını bilen, güvenilir, beni bırakmayacak..!”
Liste uzar gider…
Burada ne görüyorsunuz?
Benim gördüğüm şey, sırtımızı güvenle dayayabileceğimiz ideal baba aranıyor.
Peki biraz daha acımasız olursam;
Hayattan kaçmak isteğini görüyorum bangır bangır.
Yaşamın, süregelen hayatın sorumluluğunu, hatta kendi sorumluluğunu tamamen verebileceği, dolayısı ile ayaklarını kapıdan dışarı çıkarmadan “çocuk olma” halini sürdürebileceği bir alan yaratma isteği. Ve bunun için ödenecek bedel ise net, alıştığın, yani konfor alanının içinden dışarı hiç çıkmadığın, dolayısı ile keşfetmediğin hayatın…
Hayatta kalma korkusu, devam etmek ile ilgili endişe hali, yalnızlık korkusu, güvensizlik halleri bizi gönlümüzün çağırdığına değil de, aklımızın karar verdiğine götürür.
Aslında “mantık” ilişkileri yaşarız.
Olurlarımız olmazlarımız, korkularımızın belirlediği kriterler listesine göre belli olur.
Oysa beraberlik, birliktelik ortak sorumlulukları getirir. Birlikte kurabilme, yapılandırabilme, inşa edebilme…
O yüzden yol arkadaşları deriz bu ilişkilerin bireylerine. Sürekli karşılıklı hareket eden miller gibidir aradaki alışveriş.
Kurtarılacak kimse olmadığı gibi, kurtarmaya gerek de yoktur.
Yaşama başlamaya dair güvensizliğimiz, ilişkilere bakış açımızı ve aslında ilişkiden anlamamız gerekenin anlamını değiştirmiştir bugüne kadar. Belki de bu yüzden, sistemin içine attığı tüm duygular ile enerjisi değişen “evlilik” kavramı da yürümez, yürütülemez olmuştur.
Evlilik denildiğinde bile katılaşan enerji, sürecin içindekileri, sahip olduğu enerjinin illüzyonuna sokuveriyor. Hiç konuşulmadan görevler dağıtılıyor. Ezelden beri biliyoruz kimin ne görevde olduğunu… Her ne kadar dahil olmadığımızı söylesek de, gizli suçluluklar ve öfkeleri yaşar hale geliyoruz, bilinçsizce…
Toparlayacak olursak, seçimlerimizi neye göre yaptığımızı iyi gözlemlemeliyiz. Bu gözlem bizleri aynı ilişki tipini yaşamaktan alıkoyacaktır.
Gerçekten aşk isteyen kişi, aşka düştüğünde düşmüş olur… Aşkı oldurmaya çalışmaz. Aklıyla, aşık olabileceği seçenekleri belirlemez. Kendiliğindenliğe izin verir.
Kendiliğindenlik o içten içe arzulanan ilahi aşkı size getirir. Çünkü artık, aşk olmuşsunuzdur. Yaşama teslim olan, onun akışıyla hemhal olan aşkın kendisidir. Sevgiyi her şeyden ve herkesten alır, yoksunluk duygusu hissetmeden.
Dolayısı ile bir ilişki başladığında aynı anda bir yapılanma başlar onun için, bir inşa ediş, bir yaratım, birlik hali…
Yoldaşlık düşe kalka, dört elin de taşın altına girdiği noktada olur.
Kendini göstermene gerek yok, anlatmana gerek yok, kabaca satmana gerek yok.. Sen nerede olursan ol, yolun, gerçek niyetin net ise, o seni bulur, sen de onu bulursun.
Bu bulma durumunda arama yoktur, sadece olur.
Olduğunda, o da olur…
Yolunuz aşk olsun, sevgiyle
İlginizi çekebilir: Mevlana’nın aşkı: Bilginin, dilin, aşkın, bedenin bir olduğu yer