Bağlantısal bütünsellik ve Gestalt psikolojisi: Bütün, parçaların toplamından fazladır
“İnsanoğlu evren dediğimiz bütünün zaman ve uzay ile sınırlanmış bir parçasıdır. Kendi düşünce ve duygularını sanki bütünün geri kalanından ayrışmış gibi yaşar. Bu bilincinin ona oynadığı bir çeşit optik illüzyondur.”
Albert Einstein
Psikoloji eğitimime başladığım sene olan 2002 yılında, beni heyecanlandıran bir psikoloji ekolüyle tanışmıştım: Gestalt psikolojisi. Gerçi bu ismi daha önce lisedeki psikoloji dersinde de duymuş, ancak ne anlama geldiğini tam olarak anlayamamıştım. Gestalt kelimesi Almanca “alan, bütün” demek. Bir psikoloji ekolü olarak kastettiği şey ise, “Bütün, parçaların toplamından farklı bir anlam ifade eder ve birey bütünü parçalarına ayırarak değil, bütünlük içinde algılar” görüşüdür. Örneğin ağaç kelimesini a-ğ-a-ç şeklinde harflerine böldüğümüz zaman anlamı kalmaz. Bir nehirden akan su zerreleri değişse bile o nehir bir nehir olmaya devam eder.
Peki nasıl oluyor da bütün, parçaların toplamından fazla oluyor? Bu sorunun cevabını sezgisel olarak bulmaya çalışabiliriz, ancak bilimin deneyci eğilimi bunu tam olarak yanıtlayamıyor. Geçmişte Spinoza ve Mevlana gibi düşünürlerin fikirleri de bu doğrultuda olmuş ama bilimsel yaklaşım hala tümevarımcı bir yapıda olduğu için bu soruyu cevaplamada yeterli değil.
İşte tam da “Bütün parçaların toplamından neden fazladır?” sorusunu cevaplamaya yardımcı olacak bir kaynak ararken, Türker Kılıç’ın Yeni Bilim: Bağlantısallık – Yeni Kültür: Yaşamdaşlık isimli kitabı elime geçti. Prof. Dr. Türker Kılıç bir beyin cerrahisi profesörü. Kendisini ilk defa 2017 yılında Marmara Üniversitesi’nde verdiği bir konferansta tanımış ve epigenetik kavramını ondan işitmiştim. Konferansta bahsettiği epigenetik kavramı psikolojinin de en eski tartışması olan “Çevre mi kişiliği belirler, yoksa genetik mi?” sorusuna artık bilimsel bir ışık tutuyordu: Genetik kader değildir, çevresel etmenler önemlidir.
Türker hoca da kitabına yazımızın başlığıyla da ilgisi olan, yine çok önemli bir soruyla başlıyor: Beyin nasıl düşünce ve zihin üretir? Bu soruyu yanıtlamak için de 2015 yılında Zürih’te, bilim insanı Markram’ın laboratuarında, Blue Brain Project kapsamında yapılan çalışmaları gösteriyor. Bu çalışmalarda düşünce ve karar verme sürecinin videosunun çekildiğini ve hatta matematik modellemesinin yapıldığını belirtiyor (Markram ve ark.). Aslında 2015 yılı itibarıyla tüm bilim dallarını, hatta yaşamı belirleyecek yeni bir bilimsel anlayışa geçiş yapmaya başladığımızı vurguluyor. Bu yeni bilimsel anlayışın adı bağlantısal bütünsellik. Son 5-6 senedir ivmelenen nörobilim çalışmalarının etkisiyle keşfedilen bağlantısal bütünsellik kavramı ile zihin dediğimiz şeyin beynin yapı taşı olan nöronlardan (beyin hücreleri) değil, nöronlar arasında kurulan bilgi ağından oluştuğu anlaşılmış. Yani bağlantısal bütünsellik ile esas olanın nöronların kendisi olmadığına, nöronlar arasındaki bağlantısallığı anlamak olduğuna dikkat çekilmiş.
Türker hoca bağlantısal bütünselliği “Yaşamın onu oluşturan ağ yapılarının (network) iç içe kendini var etmiş, her bütünün bir üst-bütünün parçası olduğu enformasyon (bilgi) ilişkilerinin bütünlüğü” olarak tanımlıyor. Mesela sinir sisteminin içinde bulunduğu bilgi ağı ile ilişkisinin organizasyonu, bunun en güzel örneği. Beynin bağlantısal bütünlüğünü anlamak için gereken şeyin de daha yüksek gelişmiş bilgisayarlar olmadığını, esas olarak yeni bir matematik gerektiğini belirtiyor. Bu yeni matematiğin “Bayesian matematiği” olduğunu ve bu kavramı ilk kez 2019’da The Science of Consciousness konferansında Christopher Fuchs ve Robert Penrose’dan duyduğunu söylüyor.
Bir olasılık ve öngörü matematiği olan Bayesian matematiğinin ismi aslında 18. yüzyıl matematikçisi Thomas Bayes’ten geliyor. Bu yeni matematik türü 2015 yılından beri de bilgi işleyen sistemleri araştıran tüm yeni alanların kullandığı bir matematik. Bayesian matematiği, “Beyin nasıl düşünce ve zihin üretiyor?” sorusuna düşünce tarihinde ilk kez ilkel de olsa bir yanıt verebilme imkanı tanımış.
Bağlantısal bütünsellik anlaşılmaya çalışılan şeyi parçalara ayırıp, yapı taşlarını tanımlayıp, o yapı taşları üzerinde deneyler yapıp bütün hakkında veri elde etmeye çalışmıyor. Bu yeni yöntemde parçalar değil, parçaların birbirleriyle ve bütünle ilişkileri esas. Buna göre varlığın oluşunu ve istikrarını sağlayan esas unsur parçalar değil, o parçaların bütünü oluşturan ilişikiler ağı, bu bağlantısallığın zaman içinde sabit kalan enformasyon (bilgi) işleme sistemleri. İşte bu iç içe geçmiş parça-bütün ilişkilerinin bir aradaki bütünlüğü, varlığı, yani en geniş kümede yaşam ağını oluşturuyor.
Nörobilim ve psikoloji açısından ele alacak olursak, bilimde yakın zamana kadar kabul gören yöntem olan Descartes-Bacon-Newton bilimine göre beynin yapı taşı nöron. 1600’lerden günümüze kadar genel geçer olan bu yöntem, düşüncenin sebep-sonuç ilişkisine dayandırıldığı, klasik fizik ve deneysellik ile açıklanabilen tümevarım yöntemi. Ancak daha sonra olasılık ve çift yarık deneyleri ile “varlığın biçimlenmesindeki olasılığın gözlemleyen tarafından belirleniyor olması” bulgusuna ulaşılması, yaşamın yapı taşının enformasyon (bilgi) olması ve bilginin enerjiye dönüşebilirliği gibi önemli bulgular ile bir bütünü “bağlantısal bütünsellik” yöntemine göre ele alma gerekliliği iyice anlaşıldı. Bağlantısal bütünsellik, “Beyin nasıl zihin oluşturuyor?” sorusuna yanıt için öncelikle esas olanın nöronlar değil, nöronlar arasındaki bağlantısallığı anlamak olduğunu gösterdiği gibi, herhangi bir varoluş ağının parçaları arasındaki ilişki ağını anlamak için de bambaşka bir matematik kullanılması gerektiğini gösteriyor.
Gestalt psikolojisine dönecek olursak, Gestalt psikologlarının en çok üstünde durduğu konulardan biri algı konusu. Algı, en temel zihinsel süreçlerden biri. Bu süreç gerçekleşirken, yani bir şeyi algılarken beyninizdeki nöronlar aralarında bilgi alışverişi yaparak “zihin” üretiyorlar. Hem Gestalt psikolojisi hem de bağlantısal bütünsellik “Bütün, parçaların toplamından fazladır” derken, bu enformasyon (bilgi) işleme sürecine ışık tutuyor. Bu durum aritmetik toplam ile asla anlayamayacağımız bir şey. Çünkü esas olan ve bütünü bütün yapan şey, bir gün o nöronlar ölüp yerine yenileri geldiğinde bile geriye kalan bilgi ağı, zihin.
Son sözü yine Türker hocaya bırakmak istiyorum:
“Yeni bilim paradigmasının yeni bir kültür yaratması on yıllar alabilir ve bu dönüşüm de (dünyanın yaşadıklarından anlaşılabileceği gibi) her metamorfoz gibi sancılı olabilir. Tırtılın (kendisiyle aynı gen yapısına sahip) kelebek olma değişimini yaşaması için önce kendini sindirmesi gerekir. Evrensel dönüşüm sürecinin öncülüğünü yapmak, bu yeni bilim ve kültürü tanıyıp yaratmakla mümkündür. Ülkemizin, kaçınılmaz dönüşümün sonucu gerçekleşecek, “gerçeklik sonrası dönem” sonrasındaki bilim ve kültürün yaratıcılarından biri olabilmesi için iki önemli özelliği edinmemiz gerekli: İyilik ve yaratıcılık.”
Türker Kılıç
İletişim: [email protected]
Kaynaklar
Fuchs, C. (2019). The Science of Consciousness Conference (Video), Interlaken, Switzerland. Youtube: https://www.youtube.com/watch?v=5pYmTMCvHM4.
Kılıç, T. (2021). Yeni Bilim: Bağlantısallık – Yeni Kültür: Yaşamdaşlık. Ayrıntı yayınları.
Kılıç, T. “Nörozihin-Epigenetik-Laniakea” Yeni Bilimine Geçiş ve Yaşam Anlayışımıza Etkileri. Söyleşi: Osman Bursalı.
Markram, H. ve ark. (2015). Reconstruction and simulation of neocortical microcircuitry. Cell, 163(2).
İlginizi çekebilir: Ruh biliminin kısa tarihi: Psikolojinin kökenlerine bir yolculuk yapmak ister misiniz?