Serinin ikinci yazısında yaşamın ilk yıllarında oluşmaya başlayan güvenli bağlanma için yeterince iyi olması beklenen koşullardan bahsetmiştim. Serinin bu yazısında ise güvensiz bağlanmadan ve güvensiz bağlanmanın gerçek kendiliğin ortaya konmasına nasıl engel oluşturabileceğinden bahsediyorum.
Yaşamın ilk yıllarında çocuk bakım verenden benliğine, başkalarına ve ilişkilere dair birçok şey öğrenir. Kendinin ve başkalarının kim olduğunu, bir ilişkinin nasıl kurulduğunu, nasıl devam ettirildiğini, nasıl şefkat gösterileceğini, işler kötü gittiğinde nasıl onarılacağını örtük olarak öğrenir. Bakım verenin davranışları, mimikleri, duyguları yansıtması, ilgisi, arzusu, hatta yaptığı espriler bu ilişkisel öğrenmenin oluşmasına tümüyle hizmet eder.
Bu öğrenme örtük ilişkisel bellekte depolandığında çocuk için içsel bir ilişki şeması oluşmuş olur. Güvenli ilişki şemasında, bakım veren anne çocuğun kendiliğini kabul eder, onaylar ve ona uyum sağlar. Böylelikle çocuk kendini değerli görür ve sevildiğini hisseder.
Güvensiz bağlanma
Bazen bakım verenin ihtiyaçları bir sebepten ötürü (depresyon, madde bağımlılığı, ağır ekonomik sıkıntılar vb.) çocuğun ihtiyaçlarından daha öncelikli olur. Annenin çocuğa yeterince iyi bakamaması, duygusal ve dokunsal ihtiyaçlarını karşılayamaması, çocuğu sağlıklı aynalayamaması, çocuğun yalnızlık ihtiyacına uyumlanamaması, işler kötü gittiğinde çocuğu yeterince iyi teselli edememesi ve şefkat gösterememesi güvensiz bir içsel ilişki şeması oluşturur.
İşler kötü gittiğinde annesinden teselli göremeyen çocuk, kendi kendini teselli etmekte zorlanır çünkü yaşamın bu ilk yıllarında bakım veren ile kurulan bağ çocuk için yaşamsaldır. Dolayısıyla güvenli bağlanamayan çocuk artık bakım verenden güvenli de ayrılamaz. Ayrılık çocuk için kaygı ve stres doğurur çünkü güvensiz bağlanmada bu ayrılık annenin gideceğinin ve geri gelmeyeceğinin bir temsili gibidir artık.
Anneyle arasındaki güvensiz olan bu bağı kaybetmemek için çocuk kendi gerçekliğini bastırarak annenin ilgisini çekmeye, tabiri caizse ona görünmeye, görünür olmaya çalışır çünkü çocuk hayatta kalmaya programlanmıştır, bakım verenin bağı birincil ihtiyacıdır. İşte psikanalist Masterson bu kendi gerçekliğinin onayını annesinden alamamış, anneyle uyumlanamamış, annesinin gittiğinde geri geleceğinden emin olamayan çocuğun kendiliğini aktive edemediğini, gerçek kendiliğini dışa vuramadığını ve deneyimleyemediğini söyler. Bloke olmuş gerçek kendilik artık yerini sahte kendiliklere bırakır. Bu sahte kendiliklerin boyutu kişiyi yaşamın gerçekliğinden alıkoyduğunda kişilik bozuklukları gelişir.
Terk edilme şeması
Psikanalist James Masterson bu güvensiz bağlanma şemasında, çocuğun bir de terk edilme depresyonu ile başa çıkmaya çalıştığını söyler. Güvenli bağın yoksunluğunda ne koşulda olursa olsun bakım verenle ilişkisini sürdürmeye çalışan çocuk kendini feda etme, boyun eğme ve kendini bastırma gibi savunmalar geliştirir.
Bu güvensiz, kaygılı bağlanma şeması fark edilmez, güvenli gerçek ilişkilerle desteklenmez ve onarılmazsa yetişkinliğe kadar uzanır. Kendi kendine kalmakta zorlanan, yalnız kalmaktan korkan, kendi isteklerini sürekli bastırarak başkalarına kendini feda eden, ilişkiyi kaybetmemek için her şeyi yapan, kendiyle uyumlu olmayarak birçok şeyi samimiyetsizce sürdürmeye çalışan yetişkin ilişki biçimlerinin derinliklerinde işte bu bakım verenden öğrendiğimiz kendilik kavramımız ve bağlanma şemalarımız yatar.
Fakat daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi hayat bize kontrolümüz dışında gelişen şeyleri değiştirebilme ve dönüştürebilme imkanı sunar. Güvenli bağlanmayı, kendiliğimizi otantik olarak ortaya koyabilmeyi, sonradan da gerçek ilişkiler kurarak edinebiliriz. Otantik olma, yaratıcı olma ihtiyacımızı bu güvenli, kabul veren, uyum sağlayan ilişki deneyimleri ile geliştirebiliriz.
İngiliz yazar ve şair T.S Eliot’ın dediği gibi: “Tecrübeye sahiptik, ama anlamı kaçırmıştık ve anlama yaklaşmak, tecrübeyi yeniden inşa eder. Farklı bir şekilde…”
Edinilen yeni tecrübelerle anlamı bulmak dileğiyle. Güvenli, otantik ve yaratıcı…
Sevgilerimle…
İlginizi çekebilir: Bağlanma teorisi nedir 2: Örtük ilişkisel belleğin rolü