X

Badem sütü mü inek sütü mü: Hangisi daha çevre dostu?

Hayvansal gıda endüstrisinin, özellikle de sığır yetiştiriciliğinin çevresel etkileri son yıllarda sürdürülebilirlik ve iklim kriziyle ilgili tartışmaların gündeminde yer alıyor. Metan gazı salınımından doğal kaynakların kirletilmesine kadar üretim ve tedarik sürecinde çevreye şaşırtıcı derecede fazla zarar veren hayvansal süt ve süt ürünlerinin tüketimi, özellikle son 10 yılda önemli ölçüde azalmış durumda. Hem insan sağlığına olan olumsuz etkileri hem de çevreye verdiği zarar nedeniyle tüketim tercihlerinde daha sürdürülebilir ve sağlıklı seçimler yapmak isteyenler artık inek sütü yerine badem sütü, yulaf sütü, soya sütü gibi bitkisel bazlı süt ve süt ürünlerine yöneliyor. Öyle ki, Amerika Birleşik Devletleri Tarım Bakanlığı’ndan (USDA) elde edilen veriler, inek sütü tüketiminin 2013 ile 2017 yılları arasında %12 düştüğünü ve aynı dönemde bitki bazlı alternatiflerin tüketiminin %36 arttığını gösteriyor. Aralık 2021’de yayınlanan başka bir rapor, inek sütü satışlarının hızla azalmaya devam ettiğini, 2021 yılında bir önceki yıla kıyasla inek sütü tüketiminde %5,2 düşüş yaşandığını gösteriyor.

İnek sütü üretiminin bitkisel bazlı alternatiflere kıyasla çok daha karlı bir endüstri olduğu kaçınılmaz bir gerçek olsa da, bilinçli tüketicilerin tüketim alışkanlıklarının değişmesiyle birlikte bitkisel bazlı süt alternatiflerine, özellikle badem sütüne olan talep hızlı şekilde artıyor. 2018 yılında badem sütünün bitkisel bazlı süt endüstrisindeki payı %63’ken, 2019 yılında badem sütü satışlarında %10’luk bir büyüme olduğu kaydedildi.

Hem badem sütü hem de inek sütü endüstriyel üretim süreçleriyle sofralarımıza geldiği müddetçe öyle ya da böyle çevreye verdiği zararı tam olarak önleyebilmemiz mümkün değil. Ancak üretiminde kullanılan su miktarından ham madde tedariğine, pestisit kullanımından sera gazı emisyonlarına kadar çevreyle ilgili tüm parametreleri göz önünde bulundurduğumuzda hangisinin çevre için ‘kötünün iyisi’ olduğuna karar vermek çok da zor değil.

Badem sütünün çevreye olan etkileri

Badem sütü, bitkisel bazlı alternatifler arasında en çok tercih edilen sütlerden biri. Öyle ki, 2018 yılında küresel ekonomideki payı 5,2 milyar dolar değerindeydi ve 2025’e kadar bu rakamın 13,25 milyar dolara ulaşması bekleniyor. Badem sütü üretiminde, çevreye verdiği zarar açısından yapılan değerlendirmelerde en öne çıkan parametrelerse su tüketimi ve pestisit (böcek ilacı) kullanımı.

1. Su tüketimi

Badem sütünün inek sütüne göre en büyük dezavantajı, su tüketimi açısından verimli bir seçenek olmayışı. Dünya genelinde badem ağaçlarından alınan mahsülün üretilmesi için yaklaşık 250.000 ila 410.000 litre arasında bir miktarda su kullanılıyor. Dünyadaki badem arzının %80’ini karşılayan Kaliforniya Central Valley’nin yılda yalnızca 80.000 ila 320.000 litre yağmur aldığını göz önünde bulundurduğumuzda badem üretimi için kullanılan suyun büyük çoğunluğunun temiz su kaynaklarından geldiğini söyleyebiliriz.

Badem sütü üretiminde çok fazla temiz su kaynağı tüketilmesiyle birlikte, badem ağaçlarının en iyi sıcak ve kuru iklimlerde yetiştiği gerçeğiyle senaryo daha da kötüleşiyor. Zaten sıcak ve kurak olan badem üretim alanlarında kısıtlı olan temiz su kaynakları badem üretimi için bilinçsizce tüketildiğinde daha da kurak hale geliyor ve bu durum, artan orman yangınlarının en önemli sebepleri arasında yer alıyor.

2. Arazi kullanımı

TUİK’in Tarım Ürünleri Piyasa Raporu’na göre dünyada 2019-2020 üretim sezonunda bir önceki sezona göre %10 oranında artışla 1,5 milyon ton badem üretimi gerçekleştiği tahmin ediliyor. Dünya badem üretiminde 1,4 milyon ton ile ilk sırada yer alan ABD’nin Kaliforniya eyaletinde badem bahçeleri toplam tarım arazilerinin %13’ünü oluşturuyor ve bu, 1,5 milyon dönümlük bir araziye karşılık geliyor.

Bademler, hasattan sonra ömrünü tamamlayan yulaf ve soya gibi alternatiflerden farklı olarak belirli aralıklarla dikilen ve tüm yıl boyunca bakım gerektiren badem ağaçlarında yetiştiriliyor. Dolayısıyla badem yetiştirilen araziler ağaçlarla dolu olduğu için sezon dışında başka ürünlerin ekilmesi ya da toprağın nadasa bırakılması mümkün olamıyor. Badem ağaçları ortalama 25 yıl yaşıyor. Bu da, çiftçilerin su kıtlığı yaşandığı dönemlerde üretimi azaltmak gibi bir seçeneklerinin olmadığı anlamına geliyor.

3. Sera gazı emisyonları

Badem yetiştiriciliğinin en önemli faydalarından biri, badem ağaçlarının havadaki karbondioksiti emiyor olduğu gerçeği. 1 su bardağı kadar badem sütü başına sadece 1/6 litre kadar sera gazı salınıyor ve bu oran, herhangi bir süt türüne (bitkisel ya da hayvansal) kıyasla en düşük emisyon oranı.

Ancak bu tahminlemeye dağıtım ve lojistik sürecindeki karbon ayak izi dahil değil. Dünyadaki bademlerin %80’i Kaliforniya’dan geldiği için, örneğin, İngiltere’de satılan ancak ABD bademlerinden yapılan bir badem sütünün 8000 kilometreden fazla yol kat etmesi gerekiyor. Badem sütüne olan talebin hızla yükseldiğini göz önünde bulundurursak, badem sütü çevreye verdiği zarar açısından üretimde olmasa bile tedarik sürecinde atmosfere oldukça fazla karbon salınmasına neden oluyor.

4. Pestisitler

Pestisitler, yani mahsüller için zararlı olan böcekleri öldüren zehirli tarım ilaçları, 1800’lü yıllardan beri şeftali dal kurdu olarak bilinen ve badem ağaçlarının en büyük düşmanlarından biri olarak kabul edilen parazitlerle mücadelede yaygın olarak kullanılıyor. Dünya genelinde yalnızca badem üretiminde 450’den fazla pestisit kullanıldığı biliniyor.

Tarım ürünlerinden maksimum verimi elde etmek amacıyla kullanılan bu sert ve zehirli kimyasallar topraktan sızarak yeraltı suyu rezervuarlarında ve su yollarında toplanıyor. Suda yaşayan canlı türlerini tehdit eden ve ekolojik dengeye zarar veren pestisitler ayrıca içme suyu kaynaklarına da karışarak insan sağlığına da zarar verebiliyor.

5. Hayvan sömürüsü

Pek çok kişinin inek sütü yerine badem sütü (ya da bitkisel bazlı diğer sütleri) tercih etmesinin en önemli sebeplerinden biri de hiç şüphesiz üretiminde hayvanlara doğrudan bir zarar verilmiyor oluşu. Ancak badem ağaçlarının mahsül vermesinde en büyük rolü çiçeklerin tozlaşmasını sağlayan arılar üstleniyor ve her yıl Ocak’tan Mart’a kadar devam eden üretim sürecinde tahmini olarak 1,6 milyon bal arısı badem ağaçlarını tozlaştırmak için kamyonlarla Kaliforniya’ya taşınıyor. Bu yolculuk, arıların doğal sirkadiyen ritimlerini bozarak kış uykularından erken uyanmalarına, strese girmelerine, hastalık ve virüslere karşı daha savunmasız hale gelmelerine neden oluyor. Tüm bunlara ek olarak arılar, pestisit kullanımının en yaygın olduğu dönemde tozlaşmaya zorlanıyor ve 2016 yılında yayınlanan raporlara göre ticari arı kolonisi kaybının tahmini %9’u pestisit maruziyetine bağlı.

İnek sütünün çevreye olan etkileri

İnek sütünün süpermarketlerde tek seçenek olduğu günler geride kaldı. Artık soya sütü, pirinç sütü, badem sütü, Hindistan cevizi sütü gibi bitkisel bazlı süt ve süt ürünleri alternatiflerine geçmişe kıyasla çok daha kolay erişebiliyoruz. Bitkisel bazlı sütlere olan talepteki artışa rağmen, inek sütü ABD’de 16.12 milyar dolar ve dünya çapında 718.9 milyar dolar (badem sütünün değerinin 138 katı) değerinde gelişen bir pazara sahip. Peki, inek sütü tüketmenin çevreye olan bilançosu ne boyutta?

1. Su tüketimi

1 adet badem için yaklaşık 12 litre su harcandığını ve 1 çay bardağı badem sütü üretmek için yaklaşık 5 adet bademe ihtiyaç olduğunu göz önünde bulundurursak, 1 çay bardağı süt için tam 60 litre suya ihtiyaç olduğunu söyleyebiliriz. Buna karşın, 1 çay bardağı inek sütü üretilmesi için gerekli olan miktarsa tam 192 litre!

Ortalama bir ineğin 1 günde 50 ila 200 litre arasında su içtiği düşünüldüğünde, süt hayvancılığı inanılmaz derecede fazla su kaynağının tüketildiği bir sektör. Aşırı yağış alan bazı bölgelerde bu ihtiyacın büyük çoğunluğu yağmur suyundan karşılanabilse de, çok büyük tesislerde şebeke suyundan ya da yer altı kaynaklarından karşılanıyor.

2. Arazi kullanımı

Ormansızlaşma, sığır yetiştiriciliğinin çevreye verdiği zararla ile ilgili en büyük tartışmaların başında geliyor. Dünyanın en büyük ve biyolojik çeşitliliği en fazla olan yağmur ormanlarındaki ormansızlaşmanın ana suçlusu genellikle sığır yetiştiriciliği olarak biliniyor. Bunun en önemli sebebi, özelikle ABD’de süt hayvanlarının beslenmesinin soyadan karşılanması ve soya bitkisinin yoğun olarak Amazon’da yetiştirilmesi.

Sığır çiftlikleri günümüzde, Amazon yağmur ormanlarındaki ormansızlaşmanın %70 ila %80’inden (soya ürünlerine ve meralara yer açmak için) ve 340 milyon ton karbondioksit emisyonundan sorumlu. Ormanların giderek daha fazla yok olması nedeniyle, Amazon Ormanları’nın atmosferdeki karbondioksit gazını emme oranı da bağlantılı olarak hızlı bir düşüş yaşıyor.

3. Sera gazı emisyonları

İnek sütünün en önemli çevresel eleştirisi, sera gazı hepimizin bildiği üzere sera gazı emisyonları. “Cowspiracy” belgeselini izleyenlerin, ineklerin sadece geğirmeleri ve gaz çıkarmalarıyla bile atmosfere önemli miktarda metan gazı bıraktıklarını artık çok iyi bildiğini düşünüyoruz. İneklerin metabolizma faaliyetlerinin bir ürünü olan metan gazı, karbondioksitten tam 80 kat daha güçlü bir sera gazı ve daha uzun süreli bir etkiye sahip. 2020 itibariyle gezegende yaklaşık bir milyar adet inek olduğu tahmin ediliyor. Oxford Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, bir çay bardağı inek sütü başına metan emisyonun 0,6 kilogram olduğunu söylüyor. Bu, herhangi bir bitki bazlı sütün sera gazı emisyonunun tam üç katı.

4. Pestisitler

Organik üretim yapmayan sığır çiftlikleri, ineklerin tükettiği samanların, soyaların ve otların üretiminde sentetik gübreleri ve böcek ilaçlarını yoğun olarak kullanıyor. Ayrıca suni yem olarak bilinen hayvan besinlerinde çevreye ve insan sağlığına zarar verdiği bilinen çeşitli kimyasallar ve koruyucular kullanılıyor. Hayvan besinlerinin yanı sıra, çiftçiler enfeksiyonları önlemek için sütten kesme aşamasında buzağılara antibiyotik veriyorlar. Süt endüstrisi her ne kadar raflarda satılan sütlerin antibiyotik içermediğinin garantisini verse de, antibiyotiklerin yaygın kullanımı, ineklerin, inek sütüyle birlikte insanlara geçebilecek ‘antibiyotiğe dirençli bakteriler’ geliştirmelerine neden olabiliyor.

5. Hayvan Sömürüsü

İnek sütü tüketmeyi tercih etmeyen ve vegan alternatiflere yönelen tüketicilerin bu konudaki kararlarını en çok etkileyen şeylerden biri elbette hayvan sömürüsü. Sadece sütü için üretilen milyonlarca inek, oldukça kötü koşullarda ve sadece süt verimini artırma amacıyla son derece acımasız muamelelere maruz kalıyor.

İneğin süt verebilmesi için hamile kalması ve yeni doğum yapmış olması gerekiyor. Bu nedenle hayvanlar suni dölleme yoluyla sürekli olarak hamile bırakılıyor, erken doğum yapmaya zorlanıyor ve çok dar alanlarda hareket etmeden bakılıyor. Yetersiz beslenme, salgın hastalıklar, fiziksel bozukluklar ve daha pek çok çevresel faktör nedeniyle her yıl binlerce hayvan süt üretimi için telef ediliyor.

2005 yılında yapılan bir araştırma, süt ineklerinin yaşamları boyunca ortalama 729 gün süt ürettiğini, üretimleri bittiğindeyse 20 yıldan fazla yaşayabilmelerine rağmen, çoğunlukla itlaf edildiklerini gösteriyor.

Hangisi daha çevreci: Badem sütü mü inek sütü mü?

Tüm bu kriterleri değerlendirdiğimizde badem sütü, su ve pestisit kullanımı dışında, hemen hemen her parametrede inek sütünden daha ‘çevreci’ görünüyor. 1 su bardağı inek sütünün üretilmesi için 1 bardak badem sütünün üretilmesine kıyasla 3 kat daha fazla suya ihtiyaç duyulsa da, badem ağaçları su ihtiyaçlarının büyük bir kısmını sulama gerekmeksizin, insanların kullanamadığı yer altı sularından kendi kendine karşılayabiliyor.

Sera gazlarının küresel ısınmanın en önemli sebeplerinden biri olduğunu ve ineklerin karbondioksitten 80 kat daha fazla ısınma gücüne sahip metan gazı saldığını düşünürsek, sadece bitkisel bazlı süt tüketiminin değil, daha makro bir düzeyde vegan beslenmenin sera gazı azaltma potansiyelinin daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Sonuç olarak, badem sütü tüketimi inek sütü tüketimine göre çevre için çok daha dost bir seçenek.

İlginizi çekebilir:

Süt kaç kalori?Hayvansal gıdalar, bitkisel beslenme ve sağlık

Kaynaklar: Tree Hugger, TUIK

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale