Ayrımcılık ve şiddet nerede başlar, nerede biter?
Birkaç yıl önce inisiyasyon aldığım şamanik bir eğitimde ülkenin siyasi durumundan şikayet ettiğimiz bir sohbet yapmıştık. Eğitmenimiz genelde “kötü” değerlendirdiğimiz yönetenlerin bizim içimizdeki “kötülük”lerin toplamını yansıttığını, başka bir deyişle yönetenlerin toplumun yansıması olduğunu anlatmıştı. Çok doğruydu, bugün hala bu düşüncenin ne kadar etkin olduğunu görüyorum.
Ayrımcılıkla ilgili özellikle son zamanlarda çok sayıda destek paylaşımı gördük; siyahilerin ABD’de yaşadığı haksızlıklar, kadınlara yönelik ülkemizde yaşadıklarımız, hayvanlarla ilgili düşüncesinin dahi içimizi acıttığı haberler… Tüm bunların önyargı ve ayrımcılıkla ateşlendiğini düşünüyorum. “Siyahiler tehlikelidir”, “Kadının toplumdaki yeri ikincildir”, “Hayvanların yaşam hakkı insanlarla eşit değildir…” gibi toplumların bilinçaltına işlemiş düşünceler hiç görmek istemediğimiz manzaralar doğuruyor.
Tıpkı şaman öğretmenimin söylediği gibi, içimizdeki “olumsuz” yargıların dışarıdaki yansımalarına şahit oluyorsak, günlük yaşantılarımızda biz nerelerde ayrımcılık yapıyor olabiliriz? Toplumsal bilinçaltımızı temizlemek için bireysel olarak nerelere bakmamız gerekir?
Örneğin “Nerelisin?” sorusu karşımızdaki kişiyle ilgili bir yargıya varmak için hala bir tanımlayıcı olabiliyor, insanları nereli olduğuna göre içimizde bir kategoriye sokuyoruz… “Kayserililer, Karadenizliler, Doğulular, köylüler, şehirliler…” “Suriyeliler” dendiğinde ne hissediyorsun örneğin? Ya da karşıt siyasi görüşünde olan kişilerle ilgili düşüncelerin neler? Peki Türkiye vatandaşı olduğunu söylediğinde sana karşı önyargılı olan yabancılar sana nasıl hissettiriyor?
Önyargı, ayrımcılığın ilk ve en sağlam adımı olarak tanımlanabilir. Bu da aslında kendimizi güvende hissetmek, hayatta kalmak iç güdümüzün bir parçası; kategorize edip önlem almak… Karşımızdaki kişi ya da olguyu bir kategori içine soktuğumuzda, ona göre önlem alıp kendimizi korumak çok iç güdüsel bir davranış. Bu, güvende olmak için haklı bir önlem alma güdüsü olabilir. Ancak sıkıntı “önyargı”nın otomatik bir düşünce olmasında, durumu ya da kişiyi anda değerlendirmeden, önceki bilgilere göre yaftalamasında… Bu yaftalama bazen o kadar tehlikeli olabiliyor ki, sırf ırkı, dili, dini ya da savunduğu siyasi görüşü yüzünden kişiler işlemedikleri “suç”ların bedellerini ödemek zorunda kalabiliyorlar.
Bir köpek, kulağının arkasından ağır bir darbe aldıktan sonra, oraya sevmek için dokunan herkesi tehdit olarak algılayıp ısırmaya kalkabilir. Öyle ki bu davranış kendini korumak için, tekrar aynı acıyı çekmemek için geliştirdiği bir refleks haline gelir. İşte insan da yara aldığı için ya da geçmişten getirdiği bilgiler yüzünden bu tarz refleksler geliştirebilir. Ancak tıpkı köpeğin onu sevmeye çalışanı durum değerlendirmesi yapmadan ısırması gibi, önyargılarına tutunarak olayları hakikatten farklı algılayıp, hem kendisi hem karşıdakiler için olumsuz durumlar yaratabilir. İşte önyargı bu nedenle tehlikelidir, çünkü ayrımcılığı beraberinde getirir.
Biz nerelerde ayrımcılık için ilk adımı atıyoruz? Dışarıdaki ayrımcılığı suçlarken oldukça iddialı olabiliyoruz, peki içimizde nerelerde ayrımcıyız? Bunları fark edip karşımızdakine nereli, hangi inanca bağlı ya da hangi siyasi görüşte olduğundan önce insan ya da yaşam hakkı olan bir canlı olduğunu düşünerek yaklaşmak nasıl olurdu? Bu davranışı alışkanlık haline getirmek hayatımızda neler değiştirirdi?
Dışardaki dünya içeridekinin yansımasıdır. İçeriyi “düzeltmeden” dışarıyı değiştirmek mümkün mü?
Pozitif psikoloji pratikleri ve hayat deneyimlerimi takip etmek isterseniz Instagram hesabıma, web siteme ve Youtube kanalıma ulaşabilirsin.
Sevgiler…
İlginizi çekebilir: Kutup değiştirme sanatı: Farkındalığınızı artırarak değişin