Ayrılmaz parçanız sandıklarınız gittiğinde: Kendimle nasıl barıştım?
“Mütemmim cüz.” Bu kelime ile ilk kez üniversite yıllarımda hukuk derslerimde tanışmıştım. Mütemmim cüz; bir bütünü oluşturan tamamlayıcı parça. Ayrılmaz parça (TDK). Çok sevdim, hemen sözcük dağarcığıma kaydettim.
Pek çok yerde kullanabileceğimiz bu anlamı derin kelimenin, hayatımdaki karşılıklarına bakıyorum epeydir. Benim mütemmim cüz’lerim nelermiş? Nelerle devam etmişim yoluma sıkı sıkıya, ayrılmaz parçalarım olarak, neleri bırakmışım da yola onlarsız devam etmişim?
Bakıyorum da şöyle bir geçtiğim yollara, çokça kez ayrılmaz dediğim, parçam dediğim birçok kişi şu veya bu sebepten çıkmış hayatımdan. Artık bir başkaları için ayrılmaz parça olmuşlar ya da belki de her bir parça kendi bağımsızlığında devam etmiştir yoluna, kim bilir?
Elbette, bu ayrılmaz parçalarım sadece hayatıma giren insanlar için değildi. Çok sevdiğim eşyalarıma da aynı şekilde benim birer parçam oldukları görevini atfetmiş, onlara “sadece birer eşya” olmanın ötesinde çok fazla anlam yüklemiştim. “O olmadan nasıl devam ederim, benim vazgeçilmezim. Kullanamasam da evimde durmalı, anısı var” dediğim ne çok eşyamı, artık görevlerini tamamladıklarına inandığım için özgürleştirebildim son zamanlarda.
Hem onları bir başkasına teslim ederek, benim için taşıdığı anlamları unutturup, daha çok işine yarar hale getirmenin bambaşka hazzı ile tanıştım.
Hafifledim. Verdikçe hafifledim. Anlamlarını unuttum, sahi neden o kadar anlam yükledim ki? O sadece benim ihtiyacım için hayatıma aldığım ve görevi tamamlanınca hayatımdan çıkacak bir araç, hepsi buydu. Hem varoluş amacından daha fazla amaç yüklemek, ona da haksızlık değil miydi?
Epeydir, yazılarımda da kişilere, eşyalara “gereğinden fazla, değer ve anlam yüklemenin” beni ne kadar yorduğundan, dönüp dolaşıp o çıkmaz sokağa vardığımdan çokça kez bahsettim. Ancak oldukça uzun bir zamandır da bununla kendi gücümle savaşamadığıma karar verdim ve harika birkaç terapi desteğim oldu. Çok da iyi oldu! Bu zamana kadar neden yapmamıştım ki?
Kendi içimde tek başıma çıktığım yolculuklarda güzel dönemeçlerden geçmiş, güzel manzaraların tadına varmıştım elbette ama, yanımda bir yoldaş ile bunun tadı çok daha başka oldu. Sevdiğim ağaç altında, beraber durup soluklandık, manzarada neler gördüğümüzü konuştuk. Bazı “manzaraların” benim gördüğümden çok daha başka boyutları varmış mesela, onlara da “doğru perspektiften” bakmayı öğrendim.
Sonra mesela, başkalarına bu kadar yardımcı olma güdümün altındaki temel ihtiyacı görmemi sağladı bana bu seanslar. Ben kendi iç sesimi susturmak için kaçıyormuşum. Üstelik ve daha da önemlisi “başkaları” da benden sürekli almak derdinde değillerdi ki, bu ihtiyacı ben yaratıp, yine ben gideriyordum. Sonra da herkes, her şey benim birer mütemmim cüz’im oluyordu, onlar böyle bir sıfat istemeden.
Kendimi dinlemeye başlayıp, en yakın arkadaşım olmama izin verdikçe hayatın benim için daha da anlamlı olduğunu fark ettim.
İşe önce öz bakımla başladım, öz bakım yerini şefkate bıraktı. Her bir olumsuzlukta ilk yumruğu kendime atmamam gerektiğini fark ettim. Başkalarının hep en iyi özelliklerini arayan ben, kendiminkilerini hep en derine gömüyordum. Onları çıkardım listeledim. İki sayfalık liste oldu!
İnsanlara hayır demenin çok da korkunç bir şey olmadığını öğrendim sonra. Hedeflerim başkalarını mutlu etmekken; önce kendimi sonra da başkalarını mutlu etmek olarak yer değiştirdi. Ben mutlu oldukça etrafımdakilerin de ben ekstra çabalamadan mutlu olduklarını keşfettim.
Mutluluğun da tıpkı diğer duygular gibi sürekli olamayacağını, arada keyfimizi kaçıracak olaylar yaşasak da her şeyin bizlere dair olduğunu altını çizdim, pekiştirdim.
Ve kaygılarım…
Kendimi önceliklendirdikçe, kaygılarımın yerini keyfe, teslimiyete bıraktığını gördüm. Enerjim yerine geldi sonra, içine düştüğüm dipsiz kuyudan nasıl çıkarım derken, bir anda merdivenin her bir basamağını büyük bir hevesle kendim çakarak, yol yaptım kendime. Başımı göğe çevirdim, aydınlık günü gördüm, o dipsiz kuyudan.
Bunca zaman kendim için yapmış olduklarımın ilk sırasını aldı bile seanslarım. Sanırım biraz daha yolum var, ama geldiğim bu noktadan ötürü kocaman bir aferini kendime verdim bile. Ve tabii ki en büyük desteğim, canım Psikolog Filiz Sarı’ya…
Benim mütemmim cüz’ümün “yine ve sadece” kendim olduğunu bana ayna tutup gösterdiği için…
Sevgimle…
İlginizi çekebilir: Geçmiş, hayatımızın neresindedir: Şimdiyi kutlamak için ters yöne giden koltuğa oturmak ister misiniz?