Evet ayrılık başlı başına bir illüzyon ve her geçen gün ondan daha fazla özgürleştiğimi gözlemliyorum.
Ölüm, terk etme, terk edilme… Hepsi ayrılığın değişik isimleri. Hepsini de yaşadım.
Bazıları canımı çok acıttı hayatım başıma yıkıldı sandım, bazıları ise çok kolay oldu ellerimden yumuşacık kayıp gittiler…
O çok canımı acıtan ayrılıkların bazıları bugün aklıma gelir gülerim, o andaki hiçbir duygudan eser kalmadığını görür ve yıkılan binaların yerini dolduran tatlı rüzgara bırakıveririm saçlarımı. Bu benim acıyı aşmış, aşarak özgürleşmiş, uçuş uçuş halimdir. Bu kendimle bir zafer kutlamasıdır. O anı aklıma getiren, beni o rüzgarın içine götüren ise ya bugüne yansıyan bir kelime, ya bir ses ya da o ana ait bir koku olur. Ya da eskilerden ziyarete gelen bir arkadaş.
O ayrılıkların bazıları ise hala rüyalarıma girer. Kalbim ezik uyanırım, biri bütün gece üstümde tepinmiş gibi… Ya da beni o acıya götüren bir an olur bugünde -bazen bir kelime bazen bir ses veya koku- ah derim, keşke kelimesi ile devam etmeden oracıkta bırakıveririm o cümleyi ve o alana girmek istemediğimden hemen bir şey okumaya, izlemeye veya hareket etmeye başlarım. O alana girmek istemem çoğunlukla çünkü orada saçlarımla dans etmeyi bekleyen bir rüzgar yoktur. Orada, depremler vardır hala ayakta kalmayı başarabilen inatçı binaları yıkmaya çalışan. Orada, çok sert rüzgarlar vardır yüzümü dağıtan. Orada, kan, ter, gözyaşı, karanlık ve tutsaklık vardır. O alana her girmeyişim benim “şu an sana göğüs gerecek gücüm yok” deme şeklimdir yaşadığım acılara. Ancak, içten içe bilirim ki ben orada oturmadıkça o binalar üstüme yıkılmadıkça ve rüzgar suratımı dağıtmadıkça, o rüzgar asla saçlarımı okşamayacak. Yine de çoğunlukla insan olma zafiyetime sığınır, kaçarım. Çoğunlukla dediysem kaçtığım anlar hep çoğunluk gibi görünür bana ama bir o kadar çok zaman da oralarda korka korka oturuşlarım olmuştur elbet. Olmasaydı onlara başkalarının anıları gibi bakabilen bir ben de olmazdı bugün.
Beni o ayrılık acısına yeniden yeniden çeken, kalbimi ezen o ayakların sahibi çoğunlukla dört yıl önce hayatıma girmiş olan o eski sevgilim olur.
Dört sene önce tanışmıştım onunla ve o zamandır hala bitmeyen bir sınav onunla yaşadığım.
Bu yıllar içinde onun sayesinde birçok kriz yaşadım ve her kriz bir hediye bıraktı ardında. Bu krizlerden biri de onunla fiziksel olarak iletişim kurma ihtiyacıma yanıt bulamıyor oluşumdu.
(Telefon, yüz yüze görüşme, mesajlaşma, sosyal medya hesaplarını stalklamak hepsi fiziksel iletişime girer)
Ayrılık sonrasında onunla ne zaman fiziksel olarak iletişim kurmak istesem ya saçma sapan bir şey söyler, ya sosyal medya hesaplarında beni çileden çıkartan bir şey görürüm, ya da bana cevap bile vermez. Cevap vermediği çok azdır ama öyle anlarım da oldu.
Böyle olunca, zamanla neredeyse hiç fiziksel iletişimimiz kalmadı. Sadece benim birkaç ayda bire düşen onun sosyal medya hesaplarında kısa gezintilerim var ve bazen de duygularımı depreştiren eski bir anıya yelken açışlarım. Evet bir de ne zaman geleceğini bilmediğim rüyalar. Hepsi bu.
Başkası olmadı mı? Oldu tabi. Ondan sonra birkaç kez aşık bile oldum ama bu aşkların ölçüsünde bile o vardı. Onu unutturabilecek kadar aşık olmak ya da olmamak… Kilo ile elma alıyoruz sanki.
“Yahu üstünden o kadar zaman geçmiş, seni arayıp sormuyor, aradığında doğru düzgün bir cevap vermiyor neden hala onu stalklıyorsun canım?” demez mi insan. Der tabi. Ben de akıllı mantıklı biri olarak kendime sordum bunu ve cevabımı aldım.
Ben onu hala stalklıyorum çünkü onunla ilgili herhangi bir şey bende hala güçlü duygular uyandırıyor. Bu demek oluyor ki orada henüz bitmemiş bir sınavım var. Bu yüzden ara ara ona gizli ziyaretler yapmaya devam ediyorum, kendimi görmek için. Her seferinde de güçlü bir duygu ile geri dönüyorum. Bu duygu bazen aşk, bazen yoğun bir özlem, bazen merhamet, bazen nefret, bazen kıskançlık, bazen de değersizlik duygusu oluyor… Hepsi de bana ait.
Ha hayatımdan çıksın diye onun anılarını büyük büyük çuvallara koyup sokağın önüne attığım da çok oldu ama artık bunun zaman kaybı ve boşa giden bir çaba olduğunu biliyorum. Neden biliyor musun? Çünkü onu ve anılarını kapıdan her atışımda başka bir insan formunda bacadan geri girdiğini gördüm.
Ben onu silmeye çalıştıkça o her yeni ilişkimde benden önce masaya oturdu edepsizce.
İnsanın kendini silmeye çalışması çok edepliymiş gibi… Ya da nereye gidiyorsam geliyor olmasının her seferinde bana benden ayrı olmadığını açıkça gösterdiği gibi… Ama görmek isteyen gözler anlar ancak.
Ha bahsettiğim eş ruh falan filanlar değil. Sanırım ben onlara pek inanmıyorum. Öyle biri varsa da benimki Casper olsun isterim, inşallah öyledir.
Benim bahsettiğim, çöpe atmaya çalıştığım ama nereye gitsem beni takip ettiğini söylediğim her şeyin benim onda gördüğüm kendi veçhelerim olmasıdır. Benim bütünüme ait ama henüz hayatıma katmadığım onda görüp beğendiğim eksik parçalarım.
Bunu görüyorum, devam ettiğini de gözlemliyorum ama ben artık eksikleri tamamlamak için acele etmiyorum. Yaşam bu, her gün süren bir yolculuk ve ben olabildiğince farklı sokaklara girip yeni neler varsa bulup çıkartmak istiyorum. Benim olan tüm eksik parçalar bana zamanla gelecek nasılsa. Bundan zerre şüphem yok. Hangi formda gelir bilmem ama gelecek onu biliyorum.
Hadi size artık hediyemi göstermek istiyorum. Bu, onunla fiziksel iletişim kuramama krizinin bir hediyesiydi. Ben paketi açar açmaz bayıldım ve her gün onunla oynuyorum. Oynadıkça gelişiyor ve güzelleşiyor. Adı: Telepati.
Müthiş bir teknoloji telepati ve bence insanın tek gerçek iletişim aracı.
Bir sonraki yazımda size telepatinin gücünden ve onunla ayrılık illüzyonundan nasıl çıkabildiğimle ilgili gözlemlerimi paylaşıyorum.
Bu arada, ben yazılarımda mümkün olduğunca yaşadıklarımı deneysel şekilde paylaşmaya gayret gösteriyorum. Herkes için genelgeçer bir doğru olduğunu sanmıyorum çünkü bu yüzden siz de okuduktan sonra benimle kendi deneyimlerinizi paylaşırsanız okumaktan çok büyük keyif alırım.
İlginizi çekebilir: Neden eski ilişkileri bırakamıyoruz? Bağımlı ilişkilerden kurtulup hayatımıza nasıl nasıl devam edebiliriz?