İnsan doğası nasıldır? ‘İyi’ mi ‘kötü’ mü? İnsan doğasını açıklarken sosyal bilimciler ve din otoriteleri bazen doğamızı bu şekilde etiketleme yoluna gidebiliyor. Doğuştan veya sonradan oluşmuş ‘kötülük’ten, ’bencillik’ten veya ‘agresiflik’ten bahsediliyor. Bilim dünyası ise konuya ‘hayatta kalma’ perspektifinden bakıp, sadece yaşamda kalma dürtülerimizin insan doğasını açıklayabileceğini savunuyor.
Ama yazar Dr. Athena Staik’a göre insan doğasını açıklarken dürtülerimizi ön planda tutan bilim de, yargılar geliştirebilen din veya sosyal düşünce sistemleri de bir olguyu atlıyor: Sevgi.
Sevgi, insan doğasını şekillendiren güçlü bir motivasyon kaynağı ve sevgi için hepimiz davranışlarımızı baştan aşağı değiştirebiliyoruz. Kısacası davranışlarımızı sadece hayatta kalmak için değil, hayatımıza anlam katmak için de değiştirebiliyoruz. Aslında yaşamımızı sürdürebilmemiz için gerekli olan fiziksel dürtülerimizi karşıladıktan sonra aidiyet beklentisi, kabul edilme isteği gibi daha üst basamaklardaki ihtiyaçlarımıza yöneliyoruz. Alfred Adler ve Abraham Maslow gibi önemli psikoloji teorisyenleri bu düşünceyi savunan isimlerden birkaçı.
Bu teorisyenlere göre, insanın bazı içgüdüleri sosyal doğasını ortaya çıkarıyor. Yakın zamanda nöropsikoloji alanında yapılan araştırmalarda da bu teoriyi destekleyen önemli bir bulgu elde edildi: Ayna Nöronlar.
Ayna nöronlar
UCLA’da nöroloji uzmanı ve nörobilimci olan Dr. Marco Iacoboni “ayna nöronlar” konusunda çalışmalar yapan, oldukça önemli bir isim. Dr. Iacoboni “İnsanları Aynalamak: İnsanlarla Bağlantıya Geçmenin Yeni Bilimi” isimli yeni kitabında, insan doğasını yeni bir bakış açısıyla inceliyor.
Beynimizdeki ayna nöron sistemi, diğer insanların davranışlarını yakından incelediğimiz zaman aktive oluyor. Iacoboni’nin araştırmaları da beynin diğer insanları kendimizin bir yansıması olarak gördüğünü gösteriyor. Yani diğer insanları bir nevi ayna olarak kullanıyoruz. Birileri gülümsediği zaman biz de gülmeye başlıyoruz. Ağladığında yanında biz de ağlıyoruz ya da üzülüyoruz. Bu durumun altında, beynin karşı taraftaki kişinin hareketleri ve duygularıyla eş zamanlı hareket etmemesi halinde daha fazla enerji harcaması yatıyor.
Duygusal bir filmde ağlamamızın sebebi de aslında buna dayanıyor. Ne zaman başka birisi kötü hissetse veya ağlasa, ayna nöronlar aktive oluyor ve sanki bu durumu biz yaşıyormuşuz gibi tepki göstermeye başlıyoruz. Yani nöronlarımız neyi görüyorsak onu yaşamaya programlanmış durumda.
Seküler ahlak olgusu
Dr. Iacoboni, bu nöronlara “seküler ahlak nöronları” ismini de veriyor. İnsan ırkının, doğasında agresif bir ırk olmadığını iddia ediyor. Bu tezini de kültürler arası araştırmalarla ve tarihi bulgularla destekliyor.
Her ne kadar korku ve nefret gibi duygular deneyimlesek de, bazı insanları düşman olarak görme eğiliminde olsak da; aslında empati yoluyla hissediyoruz ve düşünüyoruz. Bu sebepten ötürü de aslında iyilik yapmaya ve anlayışlı olmaya daha yatkın bir bilince sahibiz.
Araştırmacılara göre, nefret veya nefret benzeri kuvvetli negatif duyguları besledikçe, empati kurma edinimimiz körelebiliyor ve karşı tarafı bizim varoluşumuzu tehdit eden bir “obje” olarak görmeye başlayabiliyoruz.
Sosyal bilimler, insanın bireysel ve bencil olduğuna; dinler de insan doğasının güvenilmezliğine işaret eder: ‘İnsanlar doğuştan günahkârdır veya günah işlemeye eğilimlidir.’ veya ‘İyi bir insan olabilmek için de belirli kurallara uymak belirli dini ritüellere katılmak gerekir.’ gibi.
Fakat iki durumun da aksine bu araştırma, empatinin insanın doğasında var olduğunu ortaya koyuyor. Empatiyi sonradan öğrenmek gerektiğini savunmak veya insan doğasını ‘bencil ve yararcı’ olarak özetlemek doğru değil. Empatiden kaynaklı olarak insanlarla beraber yaşamamız, eşgüdüme yatkın olmamız, birbirimizin iyiliklerinden pozitif olarak etkileniyor olmamız, birlikteyken hayatı daha kolay ve huzurlu yaşamamız son derece doğal.
2014 seçimleri sırasında yapılan bir deneyde, katılımcılara demokrat veya cumhuriyetçi olarak tanınan insanların fotoğrafları gösterildi. Kendi düşüncelerine yakın olan partiye üye olan kişileri görünce katılımcılarda ayna nöronların aktive olduğu görüldü ve o kişiyle bir empati bağı kurulduğu sonucuna varıldı. Kısacası, katılımcılar o politikacının yerine kendilerini koydular.
Bu durumda aslında şaşılacak bir durum yok. Fakat karşı partiye üye bir politikacının yüzü gösterildiğinde bu nöronlar yeniden aktive oldu. Sonrasında ise o insanın diğer partiyle olan bağı beyinde aktive edildi ve ayna nöronlar iş görmez hale geldi. Yani iki partideki insanlar için de aslında başlangıç noktası empati oldu; fakat sonradan bu bağ ortadan kalktı. Öğrenilmişliklerle beraber empati bağı güçlenebiliyor veya zayıflayabiliyor.
Dr. Iacoboni’ye göre, aslında diğer insanlara sandığımızdan daha yakınız ve onlarla yakın temasa sahip olmak gibi bir yatkınlığa sahibiz. Etiketlerle konuşacak olursak: ‘İyi’ olmak aslında içimizde olan bir kişilik özelliği.
Eğer kitlesel medya ve eğlence kaynakları yanlış ve taraflı bir tutuma sahip olmasa, bizi yanlış yerlere sürükleyen etiketleyici bir üslupla kişileri suçlamasa, insan kendi doğasıyla kolaylıkla barışık olabilir; insanlar arası ilişkilerimiz çok daha huzurlu ve sağlıklı olabilir.
Kaynak: Psychcentral