Bizim insanoğlu olarak yaptığımız genel hatalardan bir tanesi de ihtiyaçlarımızı dışarıdan beklemek.
Kendimizin güzel ya da yakışıklı olduğunu, akıllı, başarılı olduğunu, değerli, değersiz olduğunu, güçlü, güçsüz olduğunu hep dışarıdan gelen yorumlara dayanarak anlıyoruz ve söylenenlere inanıyoruz. Yaptığımız iyi şeylere aferin almaya bağımlıyız. Ancak bu şekilde gerçekliğine inanıyoruz. Ancak başkaları bizi onayladığında doğruları yaptığımıza inanıyoruz ve maalesef ancak bu şekilde hayata motive olup kendimize güvenimizi tazeliyoruz.
Peki burada bir yanlış yok mu? Tek bir doğru ya da tek bir yanlışın olduğuna inanmayanlardanım. Doğrular ve yanlışlar o günkü koşullara, bakış açılarına hatta kültürlere göre bile farklılık gösterirken başkalarından duymayı beklediğimiz şeyler de o insanların aynı şekilde bakış açılarına hatta modlarına göre farklılık göstermez mi?
O zaman bize başkaları tarafından verilen aferinler, methiyeler de bir sabun köpüğü kadar kaygan ve geçici olmaz mı?
Olur ve oluyor da. Mesela erkek arkadaşımız ya da kız arkadaşımız bize güzel ya da yakışıklı dediğinde onlara inanıp mutlu oluyoruz fakat eğer buna kendi kalbimizden inanmıyorsak, onlar gittiklerinde kendimizi sertçe yerecek hale geliyoruz. Ya da iş hayatımız için patronumuz bize harika işler çıkardığımızdan bahsederken ve bu şekilde kendimize güvenimiz tamken, yeni gelen bir patron tam aksini düşündüğünü söylediğinde moralimiz bozuluyor ve hemen kendimizi aşağıya çekebiliyoruz.
O zaman gerçeklik ne ve nerede?
Ben söyleyeyim: Gerçeklik sadece kendimizde ve kendimize söylediğimiz her kelimede gerçekliğimiz.
O başkalarından beklediğimiz öz güveni, değeri, aşkı, sevgiyi, iltifatları bize kendimiz dışında kimse veremeyecek. Evet veriyor olacaklar belki ‘bir süreliğine’. Ama yalnızca bir süreliğine. Sonra sabun köpüğü gibi uçmaya mahkum her şey.
O zaman ne yapabiliriz?
Geçenlerde bir şifa seansına gittim. Bir noktada dedi ki: “Her gün aynaya bak ve ne duymak istiyorsan, neleri duyduğunda çok mutlu ve hafif hissediyorsan aynada gözlerinin içine bak ve kendine onları söyle.”
Peki dedim: “İnanmıyorsam dediklerime? Nasıl olacak?”
“Fake it then make it diye bir söylem vardır. Yani kendini kandır, sonrasında o senin gerçekliğin olsun. Sen başlarda söylediğine inanmıyor olsan da söylemeye devam et. Her gün ve her gün. Bir noktadan sonra duya duya kendinden, inanmaya başlayacaksın. Ve bir gün bir bakacaksın senin kendine söylediklerini, çevrende insanlar sana söylemeye başlayacak.”
Bu bilgi bende vardı fakat yeniden hatırlamış oldum. O günden beri her gün istisnasız aynanın karşısına geçiyorum ve kendimi nasıl görmeyi arzuluyorsam, başkalarından ne duymayı istiyorsam, duyduğumda beni mutlu ve enerjik yapan her ne ise gözlerimin içine bakarak söylüyorum. Başlarda sadece söylüyordum. Bir şey de hissetmiyordum. Söylediklerime yürekten falan da inanmıyordum ama söylemeye devam ettim, ediyorum ve kalbimde sağlamlaşana kadar edeceğim de.
Ve gerçekten oldu. Ben devam ettikçe aynada aynı sözleri daha gülümseyerek söyler oldum kendime. Gün geçtikçe daha çok inanmaya başladım kendime. Bir süre sonra dışarıdan duymaya başladım kendime söylediklerimi. Örneğin şu an fazla kilolarım var ve kendimi o kadar beğenmeme rağmen “Ben çok güzel bir kadınım” deyip durdum. Beni görenler şimdi ne diyor biliyor musunuz? “Gamze çok güzel görünüyorsun. Ne oldu sana? Bir değişiklik var?”
O değişiklik fiziksel olarak yoktu. O değişiklik enerjimdeydi. Hatta cevap olarak: “Vallahi hiçbir fark yok, kilo aldım hatta” diye karşılık verdiğimde ise: “O zaman sana kilo çok yakışmış. Parlıyorsun” cevabını bile aldım. Kiloyu en büyük düşman ilan eden günümüz dünyasında bu cümleyi duyduktan sonra emin oldum işte. Gerçekten her şey kendinde bitiyordu. Bu Polyannacılık falan değildi. İmkansız diye bir şey de yoktu. Kendi kulaklarımla duydum. Yani kesin bilgi arkadaşlar.
Seansta bana bu hatırlatmayı yapan danışman haklıydı. “Sen söyledikçe hücrelerin bile ona göre şekilleniyor olacak Gamze” demişti.
Bu aynı zamanda dış dünya kişinin iç dünyasını yansıtır söyleminin de en büyük örneği oldu benim için. Ben kendimi güzel bulmazken ve sürekli kilo vermeliyim diye zihnimde tekrarlayıp dururken dışarıdan da “Biraz kilo vermelisin” yorumlarına maruz kalıyordum fakat ben kendime güzelim demeye başladıkça dışarıdan da “Çok güzel görünüyorsun” yorumları yağmaya başladı.
Bu yazıyı okuyan sevgili okuyucu, sen de hayatında bu çalışmaya başlamayı denemek ister misin şu andan itibaren? Mesela sen de her sabah elini yüzünü yıkadıktan sonra bir süre ayır kendine; mesela 2 dakika bile olsa her ne duymak istiyorsan dışarıdan, kendine söyle. Bak gözlerinin içine ve söyle. Bunu her gün ama her gün yap. İnanma ya da inan ama her gün yap. Daha sonra hayatında meydana gelmeye başlayan değişikliklerin tadını çıkar. Kendinin tadını çıkar! Kimse alamasın elinden değerini, sevgini, kendine olan güvenini! Herkesten önce sen kendine iyi bakmakla sorumlusun. Bir çoğumuzun sıkıntısı kendi elimizde yok diye başkalarından beklemek oluyor. “Sen benim diğer yarımsın. Aşk tamamlayıcıdır. Sen beni tamamlıyorsun” gibi aslında pek de doğru olmayan söylemler tam da buradan çıkıyor, ortalıkta geziyor. Aykut Oğut’un Keşke Kadın Olsam kitabında okumuştum seneler önce ilk defa: “Ben tamım. Aşk beni tamamlayamaz çünkü ben zaten tamım. Aşk sadece yaşamıma, bana destek olur.”
Yani, aslında hepimiz tastamamız. Sadece buna inanmakta zorluk çekebiliyoruz çeşitli sebeplerle. İlk önce kendiniz kendinize söylemeye başlayın, ihtiyaçlarınızı kendiniz sağlayın. Daha sonrasında da dış dünya tüm bu söylemlere, hislere destek olsun.
Unutmayalım; her birimiz hem ayrı ayrı hem de bir bütün olarak harikayız!
Seni seviyorum kendim ve sizi seviyorum güzel insanlar!
Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Varsayımlar üzerine mi yaşıyorsun yoksa hayatın gerçeklerle mi devam ediyor?